Oysa yaşanan mücadele iki otoriter yönetim biçiminin (şimdilik) egemenlik mücadelesinden
başka bir şey değil. Bunun için daha önceden de bu sayfalarda yer vermiş
olduğum iki yazının başlıklarına bakabilirsiniz. Örneğin Sol'u
kim kurtaracak ya da AKP’nin
kıçında demokrasi sondajı ve ‘sol’ liboşların sınır tanımaz ahmaksızlığı üzerine ve/ya da sendika. org’ta kaleme almış olduğu yazısıyla bu sayfalara taşıdığım
Kutay Meriç’in “'Takıntılı bir Bolşevikten Murat Belge'ye yanıt” başlıklı
yazısına bakabilirsiniz.
Bu ülkede siyaset yapılanması ilginçtir ve de
göstermiştir ki, özellikle söz konusu legal mücadele alanıysa ve seçim yoluyla
iktidara gelmekse söz konusu olan, her partinin başvuracağı kitapçık ilk etapta
“Kemalizm’in temel ilkeleridir”, (yani Atatürk’ü ya arkasına almak ya da
arkasına sığınmak) tabii bir yere kadar. Bu Türkiye siyaset biçiminin olmazsa
olmazıdır. Kemalizm’e bağımlılık ve Atatürk’ün altı oku. İşin ilginç yanı
gelen iktidar her ne olursa olsun ve kim olursa olsun buna bağlı, bağlı ama
ortada da ciddi bir sorun yaratıp gidiyor. Güya prensip sahibiler ya! Çerenemesini
halk çekiyor.
Oysa ta başından beridir bu savaşımlara “Sınıflar arası
savaşlar” gözüyle bakılmaması tam anlamıyla bir hüsran bir muğlaklık yaratmıştır bizce de. Tabi bu bizim nezdimizdedir, yaşananların
ciddi bir savaşım ve “Sınıflar arası mesele” olarak görmeyenlerin çoğunluk olmaları bizi ve bizim gibileri hüsrana da
uğratmıyor. Süreç olması gibi ilerlemektedir. Çarklar olduğu gibi işlevini
yerine getiriyor da diyebiliriz, tabi ki yalnız çarkın dişlilerinin birisinin
kırık olduğunu zamanın öte yanından bize Pir Sultan Abdal söylemektedir: “Bozuk
düzende sağlam çark olmaz” deyişi doğruluğunu bizlere bir kez daha göstermiştir.
Bu sistem biçimi “Burjuva sistem” biçimidir ve burjuva
anayasal sistem(ler) de kişisel özgürlüğün, basın özgürlüğünün, düşünce açıklama
özgürlüğünün, öğretim ve din özgürlüklerinin üzerine bir anayasa giysisi
geçirildiğinin de yadsınması olayıysa tam anlamıyla özgürlüklerin tehlikeden
korunması anlamına gelmiyor. Kaldı ki, 1945’lerden itibaren bu ülkenin
anayasası da, özgürlüğü de esaret altındadır ve zorlan getirtilmiştir. Fakat bu
AKP’nin savunulacağı anlamına gelmemelidir. Öyle ki AKP, laik Kemalist
ideolojiden farklı değil aksine tam anlamıyla düşkünce bir siyaset biçimini
öngörmüştür. Ve belki de daha aşağıdadır uyguladığı politika açısından ve de
daha beterdir. E, gelen gideni aratıyor.
Öyle ki, başbakan gidişatı beğenmeyenleri azarlıyor ve
kendisi rakamlardan da gayet iyi anlamaktadır ki şunu diyor, “Lan”lı, “Lun”lu, “Lahana”lı
konuşup, kendini tutamayayıp “Kriz miriz… Üç ayda 164 bin otomobil satıldı, ne
krizi yahu” diyebilmektedir. Bunun kıyaslamasıysa 2002’de satılan otomobil
sayısının 91 bin, ve 2007’de 357 bin adet otomobille kıyaslama yapabilecek
kadar da kabiliyetindedir. Kuşkusuz burada rakamlar önemlidir ama “Demokrasi”
açısından başbakanın karşısında, kişiye has uyguladığı “Üslup” biçimidir. Öyle
ya öfke bu da bir hitabet, demokrasi biçimidir. İktidar ve güçlü kimse
ona tabiiyiz.
Demokrasi
mi; gerektiği ve yettiği kadar
Ve yine… Ergenekon Örgütü’nün yapılanma biçimi ve yeni yazışmalar,
iddianameye giriyor. Oysa aklı başında birisi bu yapılanmaların ta Susurluk’ta
gözler önüne geldiğini bilir. Örneğin kitap okuma alışkanlığı olanlar
özellikle. Eski bir baskı olan “Bay Pipo” ve Çatlı’nın hayatının anlatıldığı
bir kitapta olan ve kirli ilişkileri açığa seren yine aynı zamanda Bay Pipo
adlı kitabında devamı olan “Reis” adlı kitap okunduğunda bu gerçekler, gerçek
anlamda gözler önüne seriyor. Ki, Susurluk skandalı patlak verdiğinde o dönem
ışıklarını bir dakika kapatıp açanlar için Bay Erbakan, Susurluk soruşturması
için “Fasa fiso” diyordu. Susurluk olayını protesto edenleri “Glu glu dansı”
yapmakla suçluyordu. Biliyoruz ki, onurlu gazetecilerin bütün çabalarına rağmen
Susurluk da örtbas ediliyordu. İşte böyle, ya bunları unutuyoruz ya da cidden
bir yalaka olma durumu söz konusu.
Özetle bizim demokrasimiz, bir vatandaşın bilgi edinme
yasası kapsamında Emniyet yetkililerine başvurduğu “Emniyetin elinde ne kadar
biber gazı mevcut” sorusuna “Yeteri kadar” ve “2006 yılında ne kadar biber gazı
kullanıldı” sorusuna ise “Gerektiği kadar” şeklindeki gibidir.
Son söz
Bizlerin anladığı “Sol”, ne sizin anladığınız biçimdedir
ne de arzu ettiğiniz otorite yanlılığıdır. Burada gerçek soldan söz
etmekteyiz. Ve inanın o gerçek “Sol” ne AKP gibi lümpen partileri ne de
emperyalizmin bir kuyruğu olan “Ordu”yu savunacaktır. Bu ülkenin
“B-a-ğ-ı-m-s-ı-z-l-ı-ğ-ı ve halkların özgürleştirmesi daha önemlidir.
Bu yüzden, çok mecbur kaldığında, sıkılgan bir şekilde
sizin gibi kapitalizm mapitalizm demeyeceğiz. Anamalcılık gibi kelimelere
ofsayt Türkçesine de başvurmayacağız.
Ne diyordu Nazım usta şiirinde. .
“…İstanbul’um,
seni düşünüyorum.
Oturmuşum deniz kıyısına,
bakıyorsun limana giren
Amerikan zırhlısına.
Hastasın, açsın, öfkelisin.
O da bakıyor sana,
hem de nasıl,
efendinmiş,
patronunmuş,
sahibinmiş gibi itoğlu it.”
İşin özeti şu: o koca aksakallı Marx, yatmış, hiçbir şey
yapmamış gibi “Marksizm’de bireye ilişkin ahlaki düzlemdeki sorunları
derinleştirmemiş de” ve bu yüzden sizlerin “Sol liberallere” muhtaç duruma
düşürülmüş durumuna gelsin. Oysa liberalizmin özgürlüğü sadece bir yere
kadardır ve bir yer edinmek adına ve sadece kendini tanır ve tanımlar.
Ne desek boş, tıpkı sizin deyiminizle Marx yaşasaydı (iyi bir liberal olurdu) “Kapital”in
giriş bölümüne şunu yazardı herhalde “Yaşasın yüce sosyal demokrasi ve onun bin
bir suratı!”
2 yorum:
Değerli arkadaşım başarılarından dolayı kutluyorum..
Blog'unu günlük severek takip ediyorum sen başarılı olacaksın.KomünistGündem Emekçisi..
Duyguların ve temennilerin için teşekkürler komünist gündem.
Yorum Gönder