7 Nisan 2009 Salı

Marx

Daha önce bu sayfalarda kendimce önemli ama birçoğunun da önemli sayacağı ve okuyacağını düşündüğüm bir yazı kaleme almıştım. Yazının başlığı: “Emperyalizme ve AKP gericiliğine teslim olmadan Türkleri de, Kürtleri de özgürleştirebilmek” başlığı altında iki ayrı yazıdan oluşmaktaydı.

Orada ne anlattığımı burada bir kez daha anlatmayacağım ama merak edenler ve okumak isteyenler yukarıda vermiş olduğum yazının başlığını tıklayarak makaleye ulaşabilirler. Bu yüzden burada şunu bilhassa belirtmekte yine de fayda var: Siyasi gelişmelerin yanında yayın dünyasındakilerle de Marx’ın ve Marksizm’in güncelliği sürerken “Dönenler”, “Aldatanlar”, “Ajanlaştırılanlar” ve “Aniden yolundan dönenler”le birlikte “Kalemini satan köşe yazarları”, “Sol liberal korkaklar” ve “Dönek”ler mevcut iktidarlarına yaranmak, sürtünmek, bir parça kırıntı adına goygoyculuklarından ödün vermeden (ama geçmişine de küfrederek yollarına devam ederken) Marksizm’e, sınıf mücadelelerine, sınıfının doğası gereği kapitalizme ve emperyalizme karşı duranlara karşı emperyalizmin kara propagandasını yürütmeye devam ediyorlar.

Son çeyrek yıldır ağızlarından düşürmedikleri “Marx öldü” yaygarasıyla Marx’ı çürüttüklerini sananlar, bir yandan da ekonomik kriz nedeniyle yine Amerikalıları sokağa döken ve Wall Street'tı protesto eden binlerce işçinin seslendirmiş olduğu: “Şirketleri değil insanları kurtarın” diye Amerikan sokaklarına dökülüp haykıranlar dışında, dev şirket yöneticileri ve kapitalistler de ne olur ne olmaz diye Marx’ın Kapital’ini ellerinden de düşüremiyorlardı.

New York arka sokakları işsizler ordusuna yeni işsizler, yeni yoksullar katıyor. Bizde hayra yoralım dedik, nereden çıktı bu Marx düşmanlarının Marx sevdası, meğerse malum dünyayı kasıp kavuran kriz’miş söz konusu olan! Amerika'nın arka sokakları işsizlerle doluymuş meğer.

Ve öğrendik ki, Türkiye ve (Türkiye Cumhuriyeti’nde şimdilik geçici bir süre ikamet eden) bay Erdoğan: “Hamdolsun. Kriz bizi ‘teğet’ geçti” gibi saçma sapan (ümmetçi) bir cümle kurana kadar, şükürler olsun ki Türkiyeli işçilerde bu sayede biraz daha uyanır oldu! Onlarda raflardan Marx’ın yapıtlarını indirmeye başlayıp sayfalarını çevirmeye başladı.

Bu ilk adım.

Umut verici.

-Türkiyeli işçiler bilince ulaşıyor...

İşçiler bilince ulaşıncaya kadar, kendisinden beklenenin de üstünde bir performans gösterdi Erdoğan, kabul etmek lazım ayrıca çok görmüyorum İmam Hatipli birisinden de bu beklenirdi zaten fakat bizim gibi Amerikalı ağababaları da böyle bir açıklama yapmasını bekliyor muydular? Erdoğan'ın bilemiyorum? Büyük ihtimalle bekliyorlardı.

Ama daha dün bizim işçi sınıfı kardeşimiz geçenlerde yanında duran işçi kardeşi için “Ben yolumu nasıl bulur da yükselirim, boş ver sınıf kardeşini” diye düşünürken, kapital dev şirketler, küçük işletmeleri yemeyi terk edip kendisi gibi dev kartellere saldırırken, Erdoğan’la birlikte ilk kez işe yaradılar. .

Elbette dev kodaman şirketler bunu gerçekleştirmeye çalışırken, bizim işçi sınıfı kardeşimiz de o sıra biraz daha 'bir' bilinç aldı ve o işçiler gibi artık bireysel olmamak adına “Sınıf kardeşinin yanında nasıl yolumu bulurum” diye düşünmek yerine “Biz” diye düşünmeye başladılar.

E, Amerikalılardan bağımsız bir iş yapmaları mümkün mü Türkiyeli sermayedar - komprador iktidarların? Hayır, bunlar tuvaletlerini bile yaparken onlara soruyorlar. 2004 NATO zirvesinde BOP'un ilk ayaklarının atıldığı bu topraklarda Türkiye’ye gelirken Bush ne diye WC’sini yanında götürsün değil mi? Adamın pisliği bile Erdoğan'ın vermeye çalıştığı güvenden daha önemli.

Şimdi de Obama! Siyah tenli bay başkan 9 kamyonla geldi. Donlarına alıştık ama oda suyunu yanında getirmemiş mi? Getirmiş! Bizimkiler ne kadar aşağılıksa onlarda o kadar korkak ve paranoyak. Ve hiç birinin Amerikalının pisliği kadar değeri yok.

Gece gündüz Hollywood filmleri izlerlerse sonu bu olur elbet.

Bundan dolayıdır ki ikiyüzlü Arapları kontrol etmek ne kadar kolaysa Erdoğan’ı da kontrol etmek güç bir iş değil onlar gözünde, üstüne üstelik Erdoğan onların gözünde daha farklı çünkü o bir “Ilımlı”, “Medeni” ve “Modern” ve Araplar gibi Müslüman, ikiyüzlü ve de “Korkak” Yani kendileri gibi.

Ve yine bunun verdiği eksikliği ve yetmezliği üzerinden atamayarak, saldırganlıklarındaki dozu artırarak gidermek isteyenler de oluyor elbette tıpkı Erdoğan kliğinde de olduğu gibi. Amerikalılar Erdoğan'a, Erdoğan buradakilere, ne oluyorsa aradakilere oluyor.

Miting alanlarında işçiye sövmek, hakaret etmek, tehditlerle ve rüşvetlerle oy istemek, oy hırsızlığı yapmak ve vb. vb. gibi onca aymaz tavır ve duruş sergilediler seçim boyunca, üstüne üstelik hiçbirinin hadi hesabı da utanması da yok. Ne muhalefetin ne de başka bir kurumun, sivil kuruluşun çıkı çıkamıyor. İşte bu kadar korkak bir arada. Bu yüzden şunu bir kez daha söyleyeyim: “Evet, kriz teğet geçti” teğet geçtiği yerlerde belli biri “Deniz Feneri Derneği" diğeri de "AKP’li Jeep'li yeni züppe zenginler” (bu arada Deniz Feneri’ni hatırlayanınız var mı? Gerçekten ne oldu o davaya?)

Bu bağlamda bu tür kişileri ve ileri sürdükleri saçmalıkları irdelemek için aslında devreye bir parça psikoloji ve toplumsal psikoloji de sokmak gerekiyor. Evet, bu tür kişileri bir ölçüde biraz hasta gibi görmek gerekiyor. Şunu teslim etmek şartıyla: Her gün evet ille her gün bir köşe yazısı yazmak durumunda bırakılan bu zavallı “Esirleri” de anlamamazlıktan gelmemek de görevimizdir. Ne de olsa işin içinde resmi ideolojileri ve bu resmi ideolojinin ikiyüzlülüğü yatmakta’dır.

“Burjuva İdeolojisi” ve “Revizyonizmin” Marx ve Engels’in bütünlüklü eserleri hangi ideolojik - teorik nedenlerle çarpıtılmak isteniyorsa (?) bu türden soruların cevabı o kadar açıktır. Burjuva ideolojisi ve revizyonizmin uzantısındaki saldırıların nedenlerine bu yazıda ayrıntılı biçimde girmiyoruz. Nedeniyse o ayrı bir tartışma konusu olmasından kaynaklanıyor.

Bırakın burjuva, liberal köşe yazarlarını bunu bugün birçok blog kullanıcısının sayfasını ziyaret ederken de görüyorum. . İşin ilginç yanıysa bu tür blogların profillerine bakıldığında, haklarında öğrendiğimiz tek gerçek ise bu kişilerin “Üniversite”li ya da halen “Üniversite öğrencisi” olduklarını görmemiz ve “Yüksek tahsilli” olmalarıdır. . İşin üzücü tarafı da zaten budur. . Çünkü üniversite mezunu olmayan birçok kişi eğer iyi derecede Marksizm’i biliyor ve kendine rehber almışsa bu değeri, bunlara bir türlü anlam verememektedir. Ve gerçekten de olay budur.

Reklâm der geçerdim ama gerçekten de “Eğitim şart”mış… Bunu şuan görebiliyorum, (nasıl bir eğitim ise tartışılır) sorgulama yetisi elinden alınmış ve sorgulamamak için de elinden geleni kendisi için, her türlü yola başvurarak mücadele eden bu kadar kişiyi ne başka bir yerde görebilirsiniz ne de bulabilirsiniz. Çünkü ne diyorlardı: “Biz mozaik bir coğrafya ve kültüre sahibiz” ve “Burası Türkiye!” Her türden adam ve her türeden iktidara getirilecek boktan siyasetçi var çünkü. "Burası Türkiye!"

Bu yüzden haklı bir tümce.

Oysa bütün kriz döneminde görülen şu olmalıdır ki; hükümetlerin krizi asıl yaratan şirketleri ve onların CEO’larını kurtaracak parası varsa bu kapitalist sistemde, işsiz kalan, aldığı krediyi ödeyemediği için evine haciz gelen insanları da kurtaracak parası olması gerekmesi gerekliliğidir. Irak'ta, Afganistan’da savaşı sürdürecek parası varsa, evsiz kalan aileleri de kurtaracak parası olması gerekliliğidir. Bizim gibi toplumların parasıyla şirketlerin kurtarılmasına karşı olduğum için ben buradayım ve sırf hiçbir amaç gütmeksizin yoksulların kaderini değiştirebiliriz diye uzun bir süredir yazmaktayım o da sadece burası için geçerli (...) hemen hemen 268 yazı olmuş, ama ben 200 yazı olarak görüyorum görsel materyallerle ve alıntılarla birlikte, tamı tamına 200 makale kaleme almışım, bir yandan uzun bir zaman geçmiş bir yanda da o kararlıkla bundan dolayı bir kez daha söyleyeyim büyük puntolarla: "Evet, “değiştirebiliriz.”

Bu boktan siyasetçilerden ve yöneticilerden kurtulabiliriz ülkeyi.

Obamalardan da, Erdoğanlardan da ve diğerlerinden de.

Çünkü devrimcilerin, komünistlerin mutlaka hesaba katılması gereken politika üretebileceğini, işçi sınıfını politikasızlaştıran, politika dışında tutmaya çalışan burjuva ideolojisi ve revizyonizmin saldırısının kolektif adımlarla geriletileceğini ve aşılacağını düşünüyorum. Yalnızca düşünmüyor, mevziimizi de koruyarak bunun yaratılacağına inanıyorum.

Nedeniyse Marx’ın rolüdür.

Çünkü: burjuvalar ve proleterler arasında ki "Bugüne kadarki tüm toplum tarihi, sınıf mücadeleleri tarihidir" sözüne inanıyorum.
“Özgür ile köle, patrisyen ile pleb, senyör ile serf, lonca ustası ile çırak, kısacası, ezen ile ezilen, birbiriyle sürekli bir karşıtlık içinde bulunmuş, birbirine karşı gizli ya da açık kesintisiz bir mücadele sürdürmüş, bu mücadele ya tüm toplum yapısının devrimci bir dönüşümüyle, ya da mücadele eden sınıfların hep birlikte çöküşüyle sonuçlanmıştır” der Komünist Manifesto..
Ve haklıdır.


Bu yüzden “İşçi sınıfı ya devrimcidir ya da hiçbir şey.”

1 Nisan 2009 Çarşamba

Fikir yazısı yazan puştlar

Daha önce Serdar Turgut, Ahmet Altan ve Taraf gazetesi hakkında yazdıklarım da var ama bu sefer bu listeye Engin Ardıç’ı da katmaya karar verdim.

Engin Ardıç’ı bilmiyorum biliyor musunuz daha önce Akşam gazetesinde yazıyordu, şimdiyse Sabah gazetesinde yazıyor. Yazıyor diyorum ama aslında öyle bir meziyeti yok adamcağızın kendine göre farklı olduğunu ispatlamak adına ona buna veriyor, veriştiriyor, küfür ediyor ve daha sonrada yazılarının sonunu “Ben namuslu yazarım… madalya falan bir şey istemiyorum…” çalıştığı gazeteyi kastederek, “zam da istemem…” beni okuyanlar -karşıt görüşlüler- “küfür etmesin yeter” diyor.

Walla iyi bir yöntem geliştirmiş. Öyle ki bütün gün köşesinde AKP’yi, Erdoğan’ı kim eleştiriyor ve muhalefet ediyorsa önce bir kalaylıyor daha sonra da patronuna yaranmak adına basıyor küfürü.

Beslendiği kaynak iktidar ve Sabah olunca kendisi dışında kimseyi demokrasinin gerçek savunucusu görmüyor. Gece gündüz AKP’ye ve Erdoğan’a yaranmak adına diğer gazetecilerden daha da çok bir çaba içerisinde, dalkavuklukta üstüme yoktur gibi sonuçlar çıkarıyorum artık Engin Ardıç’tan.

Bayat ve anlaşılmaz yazılarla Türkiye’yi tahlil ettiğini sanan Engin Ardıç’a bakınca gördüğümüz ego yetmezliğinin ve bu duygunun kulaklarında yaratmış olduğu kabarma duygusunun ağzının kenarından birer salya gibi yere dökülüyor olması.

Salyaları ağzının kenarından dökülen bir o değil elbette… Bu tipler azımsanmayacak kadar fazla. Örneğin: hırsız oğluyla bazen TV’lerde boy gösteren Nazlı Ilıcak, her şeyi komünistlere bağlayan Mehmet Barlas, eski Atatürkçü genç Fethullahçı Toktamış Ateş, kendilerinin hangi sıfatlandırmaya gireceğini bile kendilerinin de karar veremediği Mehmet ve Ahmet Altanlar familyası, uşaklıktan ödün vermeyen Hadi Uluengin, yastığının altında silahla yatan ve yoldaşlarım beni ne zaman vuracak diyen Cengiz Çandar, dava arkadaşlarını ispiyon etmekte üstüne olmayan Halil Berktay, bilge pozlarıyla hava atan Murat Belge, Hrant Dink’in mirasına ihanet eden Etyen Mahçupyan, sıfır bir adam olan Oral Çalışlar, her boku mutlaka Fethullah babasına getiren Mümtazer Türköne ve gazeteci arkadaşlarını köşesinden ihbar etmekten oldukça gurur duyan Fehmi Koru nam-ı diğer Taha Kıvanç vb. vb.… İktidar yağlı olunca amip gibi habire çoğalıyorlar. Habire kabuk değiştiriyorlar. Bir de bunlara yeni yetmelerle birlikte eskinin pornocusu bugünün muhazafakarları katıldı. Birde Amerika Utah’da görev yapmış polisler var, onlarda marifetliler bayağı ağabeylerinden aşağı değiller her şeyi Ergenekon’a bağlıyorlar (gariptir eski azılı katillerden “aziz” yaratan bunlar ve bu toplum Muhsin Yazıoğlu’nun Maraş’a çakılan helikopterini daha Ergenekon’a bağlamadı.)

Anlayacağınız topu da birbirinden beter, birbirinden pespaye ve bir o kadar da rezil.

Bundan dolayı kendi kutsal değerleri dışında hiçbiri değeri değer olarak görmüyorlar. Saldırıyorlar. Kimin olduğu fark etmiyor yeter ki leş yiyicilerinin leşlerini diğer hayvanlarla paylaşmaması gibi kendi gibi olana da saldıracak düzeye çıkıyorlar.

Kurbağaların aç kalınca ve yiyecek bir şey etrafta bulamayınca yanında ki her şeye hatta yavrularını yemesi gibi saldırıyorlar etraflarına. Hepsi de küçük kırıntı peşinde. Bu yüzden gelen giden iktidarların ideolojisi falan da çok ırgalamıyor bunları, kendilerine yeter ki küçük bir kırıntı düşsün mevcut iktidarların eteklerinden.

Son yerel seçimlerde bunu göstermiş durumda. Bazıları hemen başladı AKP’ye akıl vermeye bazıları da “biz demiştik, dinlemediler…” tarzından atıp, tutmaya AKP çizgisinden uzak kalmaya çalışıyorlar. Orjinal fikirleri olmadığından bu yüzden normaldir bu tarz yazmaları.

Döneklerin her zaman kuluçlama dönemi olmuştur. Elbette bunların da var. Ruh hastası ideolojilerinin bir kurbanı olarak (eskiden) solcu olduklarını söyleyerek düştükleri kepaze yerlerini bize gösteriyorlar.

Örneğin Engin Ardıç ve diğerleri, bu tür kukla yazarları batıdan arzuyla ithal eden, icad eden, köşe minderlerinde ağırlayan, manşetlerinde oynatanlar milli burjuvamızdır. Bu milli burjuva bugün renk değiştirmiş olsa da nihayetinde bu böyledir. Amerika’nın kapısında olsunlar da iktidarlar mı değişiyor, insanlar işsizlikle mi boğuşuyor, insanlar açlar mı umurlarında değildir bu. Sadece önlerine kemik atacak bir el olsun. Bu sol el olur sağ olur fark etmiyor.

Tıpkı bugün yeniden Osmancılık oynamalarında da olduğu gibi Osmanlıya övgüleri de geçicidir. Komünist bir “Parti” iktidara geldiğinde çığlıklarını ve köşelerinden çıkacakları tahmin edebiliyorum.

“Bizim dedelerimiz de Komünist Parti üyesiydi...”

Bu gün belki bunu dillendiremiyorlar ama CHP’nin oylarını artırması bunu bize gösteriyor. AKP’ye akıl verirken şimdi CHP’ye akıl vermeye başlamalarından olsa gerek burnuma çok pis kokular geliyor.

Önceden dinci-liboş köpeklerimiz vardı, kim bilir bundan sonrada yeni sosyal demokrat köpeklerimiz olacak. . Bundandır belki de.