16 Eylül 2023 Cumartesi

Katil mi, kahraman mı (?) Che’nin değeri

Küba devriminin ikonik figürü Ernesto Guevara, pek çok tartışma ve incelemenin konusu oluyor. Bazıları tarafından isyanın ve sosyal adaletin sembolü olarak saygı duyulan, bazıları tarafından ise şiddet yanlısı bir devrimci ve zalim olarak aşağılanan Che’nin mirası, onun iyi bir adam mı yoksa kötü bir adam mı olduğu konusundaki tartışmaları alevlendirmeye devam ediyor.

Guevara, dünya çapında devrimci ideallerin, anti-emperyalizmin ve sol hareketlerin sembolü haline geldi. Küba hükümetinde Sanayi Bakanı olmak da dahil olmak üzere çeşitli görevlerde bulundu ve ülkenin ilk devrimci politikalarında ve sosyalizmi kurma çabalarında kilit bir rol oynadı.

Che Guevara'nın eylemlerinin ve ideolojisinin diktatörce bir yapıya işaret ettiğini öne süren uluslararası anti-komünist medya Guevara'nın infazlara katılımının ayrıntılarını araştırıyorlar ve siyasi muhaliflerin ve muhaliflerin ölümlerinde doğrudan rol oynadığını öne sürüyorlar. İddia makamı olanlar onlar. Onların “iddia”larını kendi iddialarımızla ispatlamaya çalışıyoruz. Düşünebiliyor musunuz?!

İddia makamı olanlar, bu tür eylemlerin demokrasi ve insan hakları ilkelerini baltaladığını, yasal sürecin ve muhalefet hakkının göz ardı edildiğini vurguluyorlar.

Che figürüne ilişkin en yaygın uygulamalardan biri de yaşadığı sosyopolitik andan soyutlamaya çalışmak oluyor. Kendilerine ait toplumu temsil eden, ahlaki somut bir şey olmayınca devrimcilere saldırıyorlar, son dönemlerin modası bu. Yılmaz Güney, Deniz Gezmiş, Che Guevara... Devam ediyorlar. Bağlamdan arındırma, düşmanların ve hasımların iş makinesine dönüştürme, yaftalama ve bitmek bilmeyen dezenformasyonlar.

Karşı-devrimci saldırının başını liberaller, sağcılar, yerli-yabancı her türlü muhafazakar ve İslamcılar çekiyor. Anlattıkları elle tutulmaz bir hikaye, bizimde anlattığımız gerçek bir tarihi anlatı var. Yeryüzünde hayvanlar ve ot’lar kadar değerleri de yok, katkıları da. Dünyanın en zayıf halkaları, oralarda durup, köşelerde fırsat belleyip, bütün değerleri en ufak saldırıda terk eden niteliksizler güruhu, kutsal gördükleri ibadet ettikleri mabet yerlerini bile en küçük çıkar doğrultusunda terk edecek kadar pespaye, niteliksizler sürüsü söz konusu olanlar.

Diktatörlüklere, baskıcı vesayetlere karşılar ama her türlü vesayeti de ilk alkışlayanlar da yine kendilerinden çıkıyor. Emperyalistlerden nefret ediyorlar fakat emperyalist işgalin tahakkümü için dualar ediyorlar.

Oysa tarihi yaratan, savaşımını veren capcanlı insan, tarihte de böyle oluşuyor insan da. Somut olan şey tarih savaşımını veren insan bir günün öncesini yaratarak tarih oluveriyor, bunun savaşımını da yine öznenin kendisi yaratıyor. Okuyarak tarih uydurulmuyor, oturarak da değil, yazarak hiç değil.

Kaldı ki tarihi yeniden yazmaya çalışarak "kahraman" yaratmaya çalışanların bilmesi gereken o yıllarda askeri diktatörlüklerin varlığını ve ABD denizcilerinin Latin Amerika yarımadasındaki müdahalelerini göz ardı etmek, sizi taraflı da olsa hafızanızı tazelemeye davet etmeli. Katı taraftarlık olunca bunlar oluyor. İçeride milliyetçilik goygoyculuğuyla anti-Amerikancı, dışarıda Amerikanvari takılıyorlar. Ukalalık olarak algılayanlar olabilir, değil. Akıl yok. Ya tarih bilmiyorlar ya da tarih uyduruyorlar. Her ikisi de mevcut.

Orta Amerika, Latin Amerika, Asya hain kaynıyor. Amerika’nın beslediği, boyunlarına taktığı ve işine geldikçe boynundan tutup karşısında baş aşağı eğdirdiği seçkin kravatlıların kıtaları bunlar. ABD onları besledi, besledikçe de acımasızca müdahale ettiler. Orta-Latin Amerika, Asya'da kendi korumaları altında doğan bağımsız mücadeleleri unuttular, sonradan da saptırdılar. Bu kıtalarda halklara anti-emperyalistlik oynayarak devrimcilere saldırtıyorlar, saldırıyorlar. Castillo Armas, Tiburcio Carías, El Salvador'daki sivil-askeri cunta, Anastasio Somoza García. Karayipler'de Fulgencio Batista, Rafael Trujillo ve François Duvalier, Güney'de Pérez Jiménez. Türkiye gibi yarı bağımsız (sömürge) ülkelerde Kenan Evrenler.

Bu hainlerin gidişatını öğrenmek için sadece yüzeyi kazıyın. İşlenen dehşetin tam bir boyutuna sahipler, bunlar evrensel rezillik tarihinin bir parçası. Binlerce insan vahşice öldürüldü. Darbeler, suikastlar, seçim sahtekarlıkları ve yolsuzluklarla iktidarda kaldılar, kalanlar var. Bugün için var mı (?) yasal çıkışların kapatılmasıyla halkların silahlı mücadeleden başka seçeneği kalmamıştı, o da yok edildi. Örgütlenmek ve kolektif şekilde hareket etmek dışında. Yurttaşlarına nasıl boyun eğdirdiklerini objektif olarak analiz edersek halk ayaklanmaları anlamlı olur. Hiç merhamet göstermediler. Tarih bunu diyor, tesadüf değildi, Amerikan şirketlerinin lehine hareket ediyorlardı. Askeri malzemeler ABD'den geldi. Onlar, yabancı şirketlerin çıkarlarının en iyi garantörleriydi.

Che’ye gelelim, konumuza, yazmamın temel meselesine...

Che Guevara: "Devrimci Bir Hayat" biyografisinin yazarı Jon Lee Anderson, Che'nin ilk büyük biyografisi olan 780 sayfalık bir cilt üzerinde beş yıl harcıyor kitabında; Che'yi karmaşık, değişken ve nihayetinde trajik bir figür olarak tasvir ediyor. Küba devriminin zaferini garanti altına almak açısından kritik önem taşıyan ancak sonuçlarla yaşayamayan bir ülke diyor kitabında, birçoğu daha önce incelenmemiş olan zengin bir günlük ve mektup koleksiyonunu gün ışığına çıkarıyor. Anderson, beş yılının neredeyse üç yılını Havana'da geçiyor; burada hem önemli Küba arşivlerine hem de Che'nin ünlü eşi Aleida'ya erişim sağlıyor.

Rusya'daki röportajlardan, Sovyetlerin başlangıçta Küba devrimini ciddiye almadıklarını, çünkü kırsal temelli gerilla önderliğindeki bir ayaklanmanın taktik kitaplarında yer almadığını öğreniyoruz kitapta. Ayrıca Che ve Fidel'e karşı oldukça farklı bakış açıları olduğunu da öğreniyoruz. Sovyetlere göre Fidel liberal bir burjuva demokrattı (yazarın kitabını okuyalı belki on yıl olmuştur, yazarın bu söyleminin aksine benim düşüncem Fidel’in ulusalcı olduğu görüşüydü, Fidel ulusal mücadelelerden etkilenmişti, ulusalcıydı, Che ise Marksist’ti. Fidel, Guevara’nın Kongo ve Bolivya’ya uzanan -bazılarına göre maceracı- mücadelesinden etkilenmişti, diyalektik olarak ulusalcı çizgiden tamamen -bağımsız- Marksist çizgiye geçiyordu), Che'nin bir komünist olduğu biliniyordu -kendisine sıklıkla "Fidel'in kulağındaki kırmızı pire" deniyordu- ancak Küba Komünist Partisi'ni küçümsemesi baş belası olarak görülüyordu.

Anderson, son olarak, Kremlin'in üst düzey bir yetkilisi olan, çenesi geniş, iri kulaklı, çatık kaşlı bir adam olan Nikolai Metutsov'u Che'yi düzeltmesi için Küba'ya gönderdiğini anlatıyor. Sonuçlar komikti. Metutsov bütün gece Che'yle konuştu ve sadece onun devrimci coşkusuyla değil (kitapta Metutsov, Bolşevikleri hatırlatıp, atıf yapıyor), aynı zamanda romantik solgunluğuyla, şair gözleri ve dalgalı kestane rengi saçlarıyla da baştan çıkarıldı. Sabah Metutsov, Anderson'a şunları söyledi: ''Çok çekici bir genç adam olduğu için ona olan aşkımı itiraf ettim… Ona ilgi duyduğumu hissettim, anlıyor musun? Çok güzel gözleri vardı. Muhteşem gözler, çok derin, çok cömert, çok dürüst.''

Kabul etmek gerekir ki 1997 baskılı Can Yayınları’ndan çıkan Jean Cormier’in Che Guevara kitabı da etkileyicidir ama Che'nin biyografi yazarları arasında açık ara en çalışkan ve en titiz olanı olan kuşkusuz Jon Lee Anderson’dur.

Yazar, Che'nin denetlediği tüm vakaları uzun uzun inceliyor ve hepsinin, o zamanlar uluslararası alanda ölümcül bir suç olarak kabul edilen bir suçla itham edildiği ve hiçbirinin olmadığı sonucuna varıyor kitabında. “Katledilenlerin çoğu masumdu Batista'nın Küba'sında mafya, ölüm mangaları, işkenceciler ve parçalanmış cesetleri lamba direklerine asan polisler dokunulmazlığa sahipti. İktidardaydılar ve güçlüydüler. Suçlarını gizlemediler, övündüler” diyor yapıtında. 

1) Küba devriminden sonra Havana'da 600 savaş suçlusu ve siyasi tutuklu barındıran La Cabana kalesinden sorumluydu Che Guevara, 20 Ocak 1959'da imza metnini imzalarken görülüyor. Bu kararda eski Batista polis personeli ve askerleri, bazı gazeteciler, birkaç iş adamı, tüccarlar ve taciz suçluları hakkında soruşturma yürüten Che, idam metnini imzalıyor. Che devrimin ardından görülecek duruşma ve davalarda önemli yetkililerden biriydi. 2) Che Guevara: "Devrimci Bir Hayat", Jon Lee Anderson, İthaki Yayınları, Sayfa: 780, Baskı: 2005.  

Che katil miydi (!) sorusunun cevap metnine gelelim. Berbat şeylere düzgün cevaplar vermeye çalışıyorum. İddia sahibi egemenler. Che’nin katil olmadığını kaynaklarıyla açıklamaya çalışanlar ise bizleriz. İddia sahiplerininse Che’yi katletmek dışında elinde somut bir belge yok. Egemenlere kuşkuyla bakıp, onların her söylediğine de bir koşu hızıyla sarılan ezilenler var, öyleyse cevap herkese.

Devrimden sonra Havana'da 600 savaş suçlusu ve siyasi tutuklu barındıran La Cabana kalesinden sorumlu olan tek kişi Che Guevara'ydı, görülecek duruşma ve davalarda önemli yetkililerden biriydi. Che'nin katil olup/olmadığı sorusuna cevabı Küba ve Fidel karşıtı Anderson veriyor.

Che katilmiş?! Gerilla mücadelesinin tanımını bilmeyenler; hainleri, gizli tanıkları, iftira ve yalan kampanyaları düzenleyenlerin mazlumdan yana ses çıkarttıklarından dolayı hayatlarını heba ettikleri insanları ve hakkını sorduğu, cezalandırdığı, 'Sırça Köşkler'de yaşatmadığı için mi katil oluyor?!

Jon Lee Anderson kitabı yazmak için yola çıkarken asılında Che'nin çocuk katili ve toplu katil olup olmadığını araştırmak için seyahat ediyor. Yazarın Fidel karşıtı ve Fidel’in hayal ettiği ve uğruna mücadele ettiği Küba’ya da karşı olduğunu belirtmeliyim. Kitabında bunlardan söz etmek için yola çıkıyor ve bir Che hayranı olarak ayrılıyor 700 sayfalık kitabından. Guevara hakkında yalanlar olduğunu buluyor, bunların hiçbir özünün olmadığı hükmüne varıyor. Çünkü yok.

“Bay Ravelo, Che Guevara'yı karakterize ederken, tarihsel olarak sağlam olmayan bir dizi kapsamlı ve duygusal iddiada bulunuyor.

Örneğin Che'nin 'Sierra Maestra'dan Cabana hapishanesine kadar masumların celladı' olduğunu söylüyor. “Şunu da belirtmeliyim ki, Che gerçekten de insanları infaz etmiş olsa da (kitabımda bu bölüme uzun uzun değinmiştim), Che'nin 'bir masumu' idam ettiği bir vakaya işaret eden tek bir güvenilir kaynak henüz bulamadım. Guevara tarafından veya onun emriyle infaz edilen kişiler, savaş zamanlarında veya sonrasında ölümle cezalandırılan olağan suçlardan dolayı mahkum edildi; firar, vatana ihanet veya taciz, işkence veya cinayet gibi suçlar. Araştırmamın beş yıla yayıldığını ve Miami ve diğer yerlerdeki Kübalı-Amerikalı sürgün topluluğu arasında Castro karşıtı Kübalıları da kapsadığını eklemeliyim” diye anlatıyor.

Ve devam ediyor…

“Daha sonra Bay Ravelo, Guevara'nın ‘sonuçta [Küba] devrimine ihanet ettiğini’ iddia ediyor. (Kafası karışık Ravelo’nun ihanetten kastı Che’nin bir nevi takkiye yaptığına atıf yapması ama Che başından itibaren Marksist bir çizgideydi ve ideolojik olarak netti) Latin Amerika’da bu aslında yeni bir kavram. Diğer ne olan şey ise Ravelo'nun kafası açık bir şekilde karışık: Che Guevara bir Marksist’ti ve 1959'daki devrim zaferinden önce bile Küba'nın ‘devriminin’ Marksist bir devrime dönüşmesini görmeye kararlıydı.”

Anderson nihai olarak sonuca varıyor: “İnançlarını hiçbir zaman gizlemedi ve bu çizgiden asla sapmadı. Hiç kimsenin -en azılı düşmanlarının bile- Guevara'yı Marksist devrime olan inancına ihanet etmekle suçladığını duymadım. Aslında, ABD'deki sürgündeki Küba topluluğu arasında, Castro'nun devriminin hedefleri hakkında her zaman dürüstçe konuştuğu için Guevara'ya itibar eden ve Castro'yu bir zamanlar kendisini destekleyen birçok anti-komünist Kübalı’ya 'ihanet etmekle' suçlayan pek çok kişi var."

Anderson'a göre hepsi de boş, nefisleri, iddiaları, anlatıları.

"Che, özgürlük savaşçısı olmanın hayatını kaybedebileceği anlamına geldiğini biliyordu. Daha sonra CIA tarafından yakalandı ve işkenceyle öldürüldü. Ama ruhu yaşamaya devam ediyor” diyor.

Hepsinin bir duruşması, savunma yapma fırsatı ve temyiz fırsatı vardı. (Federal bir suçla itham edilen Amerikalıların %97'si yargılanmıyor.) Anderson'un tahminine göre bunların sayısı 500-600 civarındaydı.

Che günlük tutan biriydi, kendisinin farkındaydı ve açık sözlüydü. Günlükleri okuyun. Kendinizi onu tanımaya başlarken bulursunuz, bulacaksınız.

Devrimin zaferinden sonra Küba'dan kaçan gangsterlerden görünen bazı alıntılara göre ortalıkta sahte komplolar/yalanlar/bilgi çarpıtmalar kol geziyor. Dedik ya moda oldu. Jon Lee Anderson’ın 700 kusürlük ansiklopedik yapıtı sizi tatmin etmiyorsa ve halen -tarih okumayı- seviyorsanız ve Che’nin “katil” olduğunda ısrarcıysanız erken bir yayın tarihi aramanız için size kaynak vereyim; Ocean Press hala orijinal makaleleri satıyor olmalı, takip edin.

Che’ye katil diyenleri görünce Nürnberg duruşmaları akıllara geliyor. CİA, canı sıkıldıkça Che Guevara’nın biyografisine günümüzde de insanları alevler içinde bırakacak ırkçı ifadeler eklemekten vazgeçmiyor. Öyle ki neredeyse Hitler’e empati yapmamızı salık verecekler. Hitler’e empati yapan faşistler, gerilla mücadelesi yürüten öncü birisine “devrim yaptın da neden uyuşturucu/azılı Kübalı kartel baronlarını öldürdün” diye hesap soruyor. İlginç! Oysa gerçek olan Che Guevara uluslararası cinayet şebekesi CİA tarafından Rene Barrientos işbirliğiyle Bolivya dağlarında katledildi ve cesedi “patrona” ABD’ye büyük bir gururla sergilendi.

Yazar Anderson Che şöyle diyor: "Che dürüst bir adamdı ve savaşırken öldü."

Buna tepki yok, kaldı ki Che’nin katledilmesinden sonra Bolivya’da karşı devrimin ikinci intikamı madencilere karşı alındı. Tarih bilmiyorlar, reformist bir devrimci de olsa Victor Paz Estenssoro 1952’de Bolivya’da hükümete geldiğinde en büyük kazanımı madenlerin kamulaştırılmasıydı. Oysa Barrientos, darbeyle iktidarı ele geçirir geçirmez isyancı madencileri katlederek en önemli madenleri gözünü kırpmadan emperyalist sermayeye peşkeş çekti. Barrientos’tan, Monika Ertl gibiler Che’nin intikamını soracak birleri çıkmadı ama 1969 yılında ABD enerji tekeli Gulf Oil Co.’nun kendisine hizmetleri nedeniyle hediye ettiği helikopterle Barrientos telgraf tellerine çarparak düştü ve öldü.

Sonuç itibariyle Che Guevara’ya katil yaftasını yapıştıran kapital/emperyal güçler uzun bir süredir Che’ye saldırırken O’nun imgesine atıfla tişört de pazarlıyor. Evet, Che katil; ayrıca tişörtlerde harika görünüyor.

Devam edin.

Batista kaçtığında Fidel'in güçleri adanın diğer ucundaydı. Che Guevara’nın öncülüğünde dört kişilik bir ekiple kurulan Radio Rebelde (İsyancı Radyo) Sierra Maestra'da hemen döngüsel bir kaset yayınlamaya başlamıştı:

Küba halkı, geliyoruz.
Bizi bekle. Bizi bekle!
Adaleti sağlayacağız.
21. yüzyıldayız; televizyonlar var, rağbet olmasa da halen radyo istasyonları da.

21. yüzyıldayız, çağ teknoloji ve bilim çağı. Radyo ve televizyonların yerini cep telefonlarıyla birlikte sosyal medya mecraları aldı, bildirimlerinizi açık tutun: ¡Venceremos!

Benzer yazılar:
» Diktatörlük ne işe yarar?
» Che'nin ordusu
» Bir fotoğrafın hikayesi
» Fidel, Che ve Rolex
» Monika Ertl ve bir Colt Cobra 38 Special marka silahın ardından

Hiç yorum yok: