Che; figürü, küresel geçerliliğin bir sembolü olarak, kamuoyunda hem lehine hem de aleyhine büyük tutkular uyandırmaya devam ediyor.
Che Guevara'nın eylemlerinin ve ideolojisinin diktatörce
bir yapıya işaret ettiğini öne süren uluslararası anti-komünist medya
Guevara'nın infazlara katılımının ayrıntılarını araştırıyorlar ve siyasi
muhaliflerin ve muhaliflerin ölümlerinde doğrudan rol oynadığını öne
sürüyorlar. İddia makamı olanlar onlar. Onların “iddia”larını kendi
iddialarımızla ispatlamaya çalışıyoruz. Düşünebiliyor musunuz?!
İddia makamı olanlar, bu tür eylemlerin demokrasi ve
insan hakları ilkelerini baltaladığını, yasal sürecin ve muhalefet hakkının göz
ardı edildiğini vurguluyorlar.
Che figürüne ilişkin en yaygın uygulamalardan biri de
yaşadığı sosyopolitik andan soyutlamaya çalışmak oluyor. Kendilerine ait
toplumu temsil eden, ahlaki somut bir şey olmayınca devrimcilere saldırıyorlar,
son dönemlerin modası bu. Yılmaz Güney, Deniz Gezmiş, Che Guevara... Devam
ediyorlar. Bağlamdan arındırma, düşmanların ve hasımların iş makinesine
dönüştürme, yaftalama ve bitmek bilmeyen dezenformasyonlar.
Karşı-devrimci saldırının başını liberaller, sağcılar,
yerli-yabancı her türlü muhafazakar ve İslamcılar çekiyor. Anlattıkları elle
tutulmaz bir hikaye, bizimde anlattığımız gerçek bir tarihi anlatı var.
Yeryüzünde hayvanlar ve ot’lar kadar değerleri de yok, katkıları da. Dünyanın
en zayıf halkaları, oralarda durup, köşelerde fırsat belleyip, bütün değerleri
en ufak saldırıda terk eden niteliksizler güruhu, kutsal gördükleri ibadet
ettikleri mabet yerlerini bile en küçük çıkar doğrultusunda terk edecek kadar
pespaye, niteliksizler sürüsü söz konusu olanlar.
Diktatörlüklere, baskıcı vesayetlere karşılar ama her
türlü vesayeti de ilk alkışlayanlar da yine kendilerinden çıkıyor.
Emperyalistlerden nefret ediyorlar fakat emperyalist işgalin tahakkümü için
dualar ediyorlar.
Oysa tarihi yaratan, savaşımını veren capcanlı insan,
tarihte de böyle oluşuyor insan da. Somut olan şey tarih savaşımını veren insan
bir günün öncesini yaratarak tarih oluveriyor, bunun savaşımını da yine öznenin
kendisi yaratıyor. Okuyarak tarih uydurulmuyor, oturarak da değil, yazarak hiç
değil.
Kaldı ki tarihi yeniden yazmaya çalışarak
"kahraman" yaratmaya çalışanların bilmesi gereken o yıllarda askeri
diktatörlüklerin varlığını ve ABD denizcilerinin Latin Amerika yarımadasındaki
müdahalelerini göz ardı etmek, sizi taraflı da olsa hafızanızı tazelemeye davet
etmeli. Katı taraftarlık olunca bunlar oluyor. İçeride milliyetçilik
goygoyculuğuyla anti-Amerikancı, dışarıda Amerikanvari takılıyorlar. Ukalalık
olarak algılayanlar olabilir, değil. Akıl yok. Ya tarih bilmiyorlar ya da tarih
uyduruyorlar. Her ikisi de mevcut.
Orta Amerika, Latin Amerika, Asya hain kaynıyor.
Amerika’nın beslediği, boyunlarına taktığı ve işine geldikçe boynundan tutup
karşısında baş aşağı eğdirdiği seçkin kravatlıların kıtaları bunlar. ABD onları
besledi, besledikçe de acımasızca müdahale ettiler. Orta-Latin Amerika, Asya'da
kendi korumaları altında doğan bağımsız mücadeleleri unuttular, sonradan da
saptırdılar. Bu kıtalarda halklara anti-emperyalistlik oynayarak devrimcilere
saldırtıyorlar, saldırıyorlar. Castillo Armas, Tiburcio Carías, El
Salvador'daki sivil-askeri cunta, Anastasio Somoza García. Karayipler'de
Fulgencio Batista, Rafael Trujillo ve François Duvalier, Güney'de Pérez
Jiménez. Türkiye gibi yarı bağımsız (sömürge)
ülkelerde Kenan Evrenler.
Bu hainlerin gidişatını öğrenmek için sadece yüzeyi
kazıyın. İşlenen dehşetin tam bir boyutuna sahipler, bunlar evrensel rezillik
tarihinin bir parçası. Binlerce insan vahşice öldürüldü. Darbeler, suikastlar,
seçim sahtekarlıkları ve yolsuzluklarla iktidarda kaldılar, kalanlar var. Bugün
için var mı (?) yasal çıkışların kapatılmasıyla halkların silahlı mücadeleden
başka seçeneği kalmamıştı, o da yok edildi. Örgütlenmek ve kolektif şekilde
hareket etmek dışında. Yurttaşlarına nasıl boyun eğdirdiklerini objektif olarak
analiz edersek halk ayaklanmaları anlamlı olur. Hiç merhamet göstermediler.
Tarih bunu diyor, tesadüf değildi, Amerikan şirketlerinin lehine hareket
ediyorlardı. Askeri malzemeler ABD'den geldi. Onlar, yabancı şirketlerin
çıkarlarının en iyi garantörleriydi.
Che’ye gelelim, konumuza, yazmamın temel meselesine...
Che Guevara: "Devrimci Bir Hayat"
biyografisinin yazarı Jon Lee Anderson, Che'nin ilk büyük biyografisi olan 780
sayfalık bir cilt üzerinde beş yıl harcıyor kitabında; Che'yi karmaşık, değişken
ve nihayetinde trajik bir figür olarak tasvir ediyor. Küba devriminin zaferini
garanti altına almak açısından kritik önem taşıyan ancak sonuçlarla yaşayamayan
bir ülke diyor kitabında, birçoğu daha önce incelenmemiş olan zengin bir günlük
ve mektup koleksiyonunu gün ışığına çıkarıyor. Anderson, beş yılının neredeyse
üç yılını Havana'da geçiyor; burada hem önemli Küba arşivlerine hem de Che'nin
ünlü eşi Aleida'ya erişim sağlıyor.
Rusya'daki röportajlardan, Sovyetlerin başlangıçta Küba
devrimini ciddiye almadıklarını, çünkü kırsal temelli gerilla önderliğindeki
bir ayaklanmanın taktik kitaplarında yer almadığını öğreniyoruz kitapta. Ayrıca
Che ve Fidel'e karşı oldukça farklı bakış açıları olduğunu da öğreniyoruz.
Sovyetlere göre Fidel liberal bir burjuva demokrattı (yazarın kitabını okuyalı belki on yıl olmuştur, yazarın bu söyleminin
aksine benim düşüncem Fidel’in ulusalcı olduğu görüşüydü, Fidel ulusal
mücadelelerden etkilenmişti, ulusalcıydı, Che ise Marksist’ti. Fidel,
Guevara’nın Kongo ve Bolivya’ya uzanan -bazılarına göre maceracı-
mücadelesinden etkilenmişti, diyalektik olarak ulusalcı çizgiden tamamen
-bağımsız- Marksist çizgiye geçiyordu), Che'nin bir komünist olduğu
biliniyordu -kendisine sıklıkla "Fidel'in kulağındaki kırmızı pire"
deniyordu- ancak Küba Komünist Partisi'ni küçümsemesi baş belası olarak
görülüyordu.
Anderson, son olarak, Kremlin'in üst düzey bir yetkilisi
olan, çenesi geniş, iri kulaklı, çatık kaşlı bir adam olan Nikolai Metutsov'u
Che'yi düzeltmesi için Küba'ya gönderdiğini anlatıyor. Sonuçlar komikti.
Metutsov bütün gece Che'yle konuştu ve sadece onun devrimci coşkusuyla değil
(kitapta Metutsov, Bolşevikleri hatırlatıp, atıf yapıyor), aynı zamanda
romantik solgunluğuyla, şair gözleri ve dalgalı kestane rengi saçlarıyla da baştan
çıkarıldı. Sabah Metutsov, Anderson'a şunları söyledi: ''Çok çekici bir genç
adam olduğu için ona olan aşkımı itiraf ettim… Ona ilgi duyduğumu hissettim,
anlıyor musun? Çok güzel gözleri vardı. Muhteşem gözler, çok derin, çok cömert,
çok dürüst.''
Kabul etmek gerekir ki 1997 baskılı Can Yayınları’ndan
çıkan Jean Cormier’in Che Guevara kitabı da etkileyicidir ama Che'nin biyografi
yazarları arasında açık ara en çalışkan ve en titiz olanı olan kuşkusuz Jon Lee
Anderson’dur.
Yazar, Che'nin denetlediği tüm vakaları uzun uzun inceliyor ve hepsinin, o zamanlar uluslararası alanda ölümcül bir suç olarak kabul edilen bir suçla itham edildiği ve hiçbirinin olmadığı sonucuna varıyor kitabında. “Katledilenlerin çoğu masumdu Batista'nın Küba'sında mafya, ölüm mangaları, işkenceciler ve parçalanmış cesetleri lamba direklerine asan polisler dokunulmazlığa sahipti. İktidardaydılar ve güçlüydüler. Suçlarını gizlemediler, övündüler” diyor yapıtında.
Che katil miydi (!) sorusunun cevap metnine gelelim.
Berbat şeylere düzgün cevaplar vermeye çalışıyorum. İddia sahibi egemenler.
Che’nin katil olmadığını kaynaklarıyla açıklamaya çalışanlar ise bizleriz.
İddia sahiplerininse Che’yi katletmek dışında elinde somut bir belge yok.
Egemenlere kuşkuyla bakıp, onların her söylediğine de bir koşu hızıyla sarılan
ezilenler var, öyleyse cevap herkese.
Devrimden sonra Havana'da 600 savaş suçlusu ve siyasi
tutuklu barındıran La Cabana kalesinden sorumlu olan tek kişi Che Guevara'ydı,
görülecek duruşma ve davalarda önemli yetkililerden biriydi. Che'nin katil
olup/olmadığı sorusuna cevabı Küba ve Fidel karşıtı Anderson veriyor.
Che katilmiş?! Gerilla mücadelesinin tanımını
bilmeyenler; hainleri, gizli tanıkları, iftira ve yalan kampanyaları
düzenleyenlerin mazlumdan yana ses çıkarttıklarından dolayı hayatlarını heba
ettikleri insanları ve hakkını sorduğu, cezalandırdığı, 'Sırça Köşkler'de
yaşatmadığı için mi katil oluyor?!
Jon Lee Anderson kitabı yazmak için yola çıkarken
asılında Che'nin çocuk katili ve toplu katil olup olmadığını araştırmak için
seyahat ediyor. Yazarın Fidel karşıtı ve Fidel’in hayal ettiği ve uğruna
mücadele ettiği Küba’ya da karşı olduğunu belirtmeliyim. Kitabında bunlardan
söz etmek için yola çıkıyor ve bir Che hayranı olarak ayrılıyor 700 sayfalık
kitabından. Guevara hakkında yalanlar olduğunu buluyor, bunların hiçbir özünün
olmadığı hükmüne varıyor. Çünkü yok.
“Bay Ravelo, Che Guevara'yı karakterize ederken, tarihsel
olarak sağlam olmayan bir dizi kapsamlı ve duygusal iddiada bulunuyor.
Örneğin Che'nin 'Sierra Maestra'dan Cabana hapishanesine kadar masumların celladı' olduğunu söylüyor. “Şunu da belirtmeliyim ki, Che gerçekten de insanları infaz etmiş olsa da (kitabımda bu bölüme uzun uzun değinmiştim), Che'nin 'bir masumu' idam ettiği bir vakaya işaret eden tek bir güvenilir kaynak henüz bulamadım. Guevara tarafından veya onun emriyle infaz edilen kişiler, savaş zamanlarında veya sonrasında ölümle cezalandırılan olağan suçlardan dolayı mahkum edildi; firar, vatana ihanet veya taciz, işkence veya cinayet gibi suçlar. Araştırmamın beş yıla yayıldığını ve Miami ve diğer yerlerdeki Kübalı-Amerikalı sürgün topluluğu arasında Castro karşıtı Kübalıları da kapsadığını eklemeliyim” diye anlatıyor.
Ve devam ediyor…
“Daha sonra Bay Ravelo, Guevara'nın ‘sonuçta [Küba] devrimine ihanet ettiğini’ iddia ediyor. (Kafası karışık Ravelo’nun ihanetten kastı Che’nin bir nevi takkiye yaptığına atıf yapması ama Che başından itibaren Marksist bir çizgideydi ve ideolojik olarak netti) Latin Amerika’da bu aslında yeni bir kavram. Diğer ne olan şey ise Ravelo'nun kafası açık bir şekilde karışık: Che Guevara bir Marksist’ti ve 1959'daki devrim zaferinden önce bile Küba'nın ‘devriminin’ Marksist bir devrime dönüşmesini görmeye kararlıydı.”
Anderson nihai olarak sonuca varıyor: “İnançlarını hiçbir zaman gizlemedi ve bu çizgiden asla sapmadı. Hiç kimsenin -en azılı düşmanlarının bile- Guevara'yı Marksist devrime olan inancına ihanet etmekle suçladığını duymadım. Aslında, ABD'deki sürgündeki Küba topluluğu arasında, Castro'nun devriminin hedefleri hakkında her zaman dürüstçe konuştuğu için Guevara'ya itibar eden ve Castro'yu bir zamanlar kendisini destekleyen birçok anti-komünist Kübalı’ya 'ihanet etmekle' suçlayan pek çok kişi var."
Anderson'a göre hepsi de boş, nefisleri, iddiaları,
anlatıları.
"Che, özgürlük savaşçısı olmanın hayatını kaybedebileceği anlamına geldiğini biliyordu. Daha sonra CIA tarafından yakalandı ve işkenceyle öldürüldü. Ama ruhu yaşamaya devam ediyor” diyor.
Hepsinin bir duruşması, savunma yapma fırsatı ve temyiz
fırsatı vardı. (Federal bir suçla itham edilen Amerikalıların %97'si
yargılanmıyor.) Anderson'un tahminine göre bunların sayısı 500-600
civarındaydı.
Che günlük tutan biriydi, kendisinin farkındaydı ve açık
sözlüydü. Günlükleri okuyun. Kendinizi onu tanımaya başlarken bulursunuz,
bulacaksınız.
Devrimin zaferinden sonra Küba'dan kaçan gangsterlerden
görünen bazı alıntılara göre ortalıkta sahte komplolar/yalanlar/bilgi
çarpıtmalar kol geziyor. Dedik ya moda oldu. Jon Lee Anderson’ın 700 kusürlük
ansiklopedik yapıtı sizi tatmin etmiyorsa ve halen -tarih okumayı- seviyorsanız
ve Che’nin “katil” olduğunda ısrarcıysanız erken bir yayın tarihi aramanız için
size kaynak vereyim; Ocean Press hala orijinal makaleleri satıyor olmalı, takip
edin.
Che’ye katil diyenleri görünce Nürnberg duruşmaları
akıllara geliyor. CİA, canı sıkıldıkça Che Guevara’nın biyografisine günümüzde
de insanları alevler içinde bırakacak ırkçı ifadeler eklemekten vazgeçmiyor.
Öyle ki neredeyse Hitler’e empati yapmamızı salık verecekler. Hitler’e empati
yapan faşistler, gerilla mücadelesi yürüten öncü birisine “devrim yaptın da
neden uyuşturucu/azılı Kübalı kartel baronlarını öldürdün” diye hesap soruyor.
İlginç! Oysa gerçek olan Che Guevara uluslararası cinayet şebekesi CİA
tarafından Rene Barrientos işbirliğiyle Bolivya dağlarında katledildi ve cesedi
“patrona” ABD’ye büyük bir gururla sergilendi.
Yazar Anderson Che şöyle diyor: "Che dürüst bir
adamdı ve savaşırken öldü."
Buna tepki yok, kaldı ki Che’nin katledilmesinden sonra
Bolivya’da karşı devrimin ikinci intikamı madencilere karşı alındı. Tarih
bilmiyorlar, reformist bir devrimci de olsa Victor Paz Estenssoro 1952’de
Bolivya’da hükümete geldiğinde en büyük kazanımı madenlerin
kamulaştırılmasıydı. Oysa Barrientos, darbeyle iktidarı ele geçirir geçirmez
isyancı madencileri katlederek en önemli madenleri gözünü kırpmadan emperyalist
sermayeye peşkeş çekti. Barrientos, 1969 yılında ABD enerji tekeli Gulf Oil Co.’nun
kendisine hizmetleri nedeniyle hediye ettiği helikopterle telgraf
tellerine çarparak düştü ve öldü.
Sonuç itibariyle Che Guevara’ya katil yaftasını
yapıştıran kapital/emperyal güçler uzun bir süredir Che’ye saldırırken O’nun
imgesine atıfla tişört de pazarlıyor. Evet, Che katil; ayrıca tişörtlerde
harika görünüyor.
Devam edin.
Batista kaçtığında Fidel'in güçleri adanın diğer
ucundaydı. Che Guevara’nın öncülüğünde dört kişilik bir ekiple kurulan Radio
Rebelde (İsyancı Radyo) Sierra
Maestra'da hemen döngüsel bir kaset yayınlamaya başlamıştı:
Küba halkı, geliyoruz.21. yüzyıldayız; televizyonlar var, rağbet olmasa da halen radyo istasyonları da.
Bizi bekle. Bizi bekle!
Adaleti sağlayacağız.
21. yüzyıldayız, çağ teknoloji ve bilim çağı. Radyo ve televizyonların yerini cep telefonlarıyla birlikte sosyal medya mecraları aldı, bildirimlerinizi açık tutun: ¡Venceremos!
Benzer yazılar:
» Che'nin ordusu
» Bir fotoğrafın hikayesi
» Fidel, Che ve Rolex
» Monika Ertl ve bir Colt Cobra 38 Special marka silahın ardından
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder