17 Nisan 2020 Cuma

Tüm geleneksel devrimci şemaların dışında bir hareket: Kızıl Ordu Fraksiyonu

Berlin, Vietnam'daki savaşa karşı uluslararası protesto gününden, 1968.
RAF, örnek eylemlerle sınıf mücadelesinde liderlik rolünü üstlenmek istediğini iddia ederek, kendi kendini "devrimci avangart" ilan etti. İyi bilinir ki RAF örgütsel olarak, pratik olarak, kavramsal olarak komünist bir partinin adına layık bir parçasıydı.
1960'ların ikinci yarısında Amerika, Japonya, Fransa ve Batı Avrupa'da büyük öğrenci hareketleri dalgası ortaya çıktı. Bu hareketler sanayi toplumunu ve her tür tahakküm biçimini radikal bir biçimde sorguladılar. Bu hareketlerin ardından ortaya çıkan gerilla grupları ise, 19. yüzyıl sonu anarşistlerini çağrıştıran pratikleriyle tüm "geleneksel" devrimci şemaları bir kenara ittiler.

60'ların ortalarında her yerde olduğu gibi Almanya'da da öğrenci ve proleter gençliğin mücadele hareketleri gelişti. Aralık 1966'da, savaş sonrası dönemin yeniden inşasını izleyen bu büyük ekonomik patlama (1967'de tam bir durgunluk olacak) 'Alman ekonomik mucizesi'nin sonunun başlangıcı olarak değerlendirilir.

İki ana burjuva siyasi partisi (SPD'nin Sosyal Demokratları ve parlamentodaki koltukların % 90'ını oluşturan CDU ve CSU'nun Hıristiyan Demokratları), siyasi hayatı tamamen kilitleyen 'büyük koalisyonu' oluşturur. Rudi Dutschke liderliğindeki Sosyalist Alman Öğrenci Birliği (SDS)'nin sosyalist öğrencilerinin protestosundan Parlamento Dışı Muhalefet (APO) ortaya çıkar. ABD'nin Vietnam'daki emperyalist savaşına karşı kitlesel seferberlikler giderek artar.

Çatışmalar yoğunlaştıkça Vietnam çatışması uluslararası öğrenci hareketinde büyük önem kazanır. Che Guevara'nın “Üç kıtaya mesaj” başlıklı “İki, üç daha fazla Vietnam” konuşması Alman öğrenci hareketi için önem kazanır.

RAF'ın hikayesi de işte burada başlar..

Alman 68'i
Almanya’daki öğrenci isyanı Batı Berlin’den başlar. Almanya, Doğu-Batı çatışmasının artık işaretlerinde ve özellikle de bölünmüş Berlin kentindeydi. Burada Doğu ve Batı arasındaki zıtlıklar özellikle burada çarpışır, örneğin, Amerika’nın Vietnam’da askeri kullanımına karşı protestolar özellikle önemlidir, çünkü bunlar Berlin’deki Amerikan koruyucu gücüne de yöneliktir. Bu, nüfusun geniş kesimleri arasında bir kutuplaşmaya yol açar; bu, Amerikalıların kentin Batı kesiminin hayatta kalmasını iki Berlin krizine borçlu olduğu gerçeğiydi. Öte yandan, sol öğrencilerin ve diğer insanların siyasi protestoları, öncelikle Nazi yasaları olarak adlandırılan politik olarak saldırıya uğrayan acil durum yasalarına karşı yöneltilmişti.

Öğrenci isyanlarının ilginç bir şekilde, o dönemde Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) tarafından yönetilen Berlin eyaletinde büyük çoğunluk ile patlak verdiğinde; başlangıçta, her şeye karşı belirsiz bir protesto gibiydi. Belki de her şeyden önce, ‘68 isyanının genel bir politik genç isyanı değil, lise öğrencileri ve özellikle de öğrenciler tarafından bir isyan olduğuydu.

Kasım 1968'de Tegeler Weg caddesindeki savaş ve otorite karşıtı eylemleri sırasında düzinelerce gösterici ilk defa polise taş attı. Çoğu Batı Berlinli için, Parlamento Dışı Muhalefet’in (APO) gösterileri ve Berlin caddelerindeki isyanlar Federal Almanya devleti için anlaşılmaz bir baş belasıydı. 3 Şubat 1968'de Yunanistan'daki askeri cunta diktatörlüğüne karşı gösterilerin yanı sıra o dönem gerçekleştirilen eylemlere katılan göstericilerin hepsi polis şiddetine mazur kalmıştı. Daha sonra Kızıl Ordu Fraksiyonu'na (RAF) katılan hemen hemen tüm aktivistler daha önce polis şiddetine maruz kalmıştı. Aslında 2 Haziran 1967'de Batı Berlin'de şiddet tırmanmaya başlamış, İran Şahı Rıza Pehlevi’nin ziyareti sırasında zaten doruk noktasına ulaşmıştı.

1968 Hareketi’nin aktivistlerinin çoğu otoriter devlet yapısına karşı sosyalizme ve komünizme sempati duymaya başladı. Rudi Dutschke, Sosyalist Alman Öğrenci Birliği'nin (SDS) açıklanamayan lideriydi, aynı zamanda her gösteri sırasında sokakta da ön sıralardaydı. 1968’de Batı Berlin, aynı zamanda sembolik eylemlerin, sokak tiyatrolarının ve olayların adresiydi. SPD (Almanya Sosyal Demokrat Partisi) muhalifleri, ünlü yazarlar, sanatçılar ve devrimci avukatlar Vietnam'daki Amerikan savaşına karşı büyük gösterilerde önde yürürken, Batı Berlin'nde SPD'nin liderliği ve çoğunluğu Vietnam’ın özgürlüğüyle birlikte Batı Berlin'in özgürlüğünün savunulması gerektiğine de inanıyordu ve Vietnam'daki savaşa karşı önce sosyal demokratlar olarak protesto ediyorlardı. 

Bağlantılı olarak, Kızıl Ordu Grubu’nun ve diğer grupların şiddeti kendiliğinden ortaya çıkmadı. Bunun öncesinde SDS'nin ideoloğu olan Rudi Dutschke'nin de dahil olduğu çeşitli strateji tartışmaları yapıldı. Dutschke, 1966/67'de Che Guevara'nın gerilla teorisinin Almanya'daki ve özellikle Batı Berlin'deki duruma aktarılmasını savunuyordu.

Che Guevara’nın devrimci ve gerilla savaşı, aşırı solcular arasında bir pop ikonu gibi saygı görüyordu. Che’nin silahlı eylemlerle devrimci kıvılcımın köylülüğe sıçramasına izin veren foko'culuk teorisi “profesyonel” devrimciler grubu tarafından “Gerilla savaşı” teorisi basitçe benimsenemedi, “metropol” koşullarına uyarlanmalıydı. 

Bir şehir gerilla fikri, Dutschke'nin SDS katılımından önce katıldığı “Yıkıcı eylem”den başlayarak hem Tupamaros Batı-Berlin (TW)’den hem de Tupamaros Münih’ten ortaya çıktı. RAF, öğrenci hareketi tarihi olmasaydı bu mümkün olmazdı. SDS içinde şiddet ve yıkıcılık konusunda, sadece militan eylemler değil, aynı zamanda Tupamaros örneğini kullanan gerilla faaliyetleri hakkında da tartışmalar yaşandı. Bazılarının iddia ettiği gibi RAF, öğrenci hareketinin bir çürüme ürünü değildi, aksine tarihi öğrenci hareketinin içine girmişti.
Sosyalist Alman Öğrenci Birliği (SDS)'nin daveti üzerine Uluslararası Vietnam Kongresi toplandı. 17 Şubat 1968'deki Vietnam Kongresi, 1968 Hareketi’nin doruk noktasıydı. SDS’nin teorik lideri Rudi Dutschke, 1960'lı yılların öğrenci hareketlerinde Almanya'nın en tanınmış lideri olarak kabul edilirdi. Bild gazetesini çıkaran Alman Springer yayınevi göre de Dutschke açıkça şiddetten uzak durmasına rağmen RAF’ın entelektüel sorumlusu olarak gösterildi. 1968 Alman isyanının en çarpıcı figürüydü. 
1967’de İran Şahı Pehlevi’nin Almanya'yı ziyaretini protesto etmek isteyen öğrencilerin eylemleri sırasında, Benno Ohnesorg isminde bir genç polis tarafından başından vurularak öldürülür. Ohnesorg’u vuran polisin serbest bırakılması ve medya patronu kodaman Axel Springer medyası tarafından düzenlenen bir basın kampanyasının ardından, bir yıl sonra 1968’de öğrencilerin lideri konumundaki Rudi Dutschke’ye yönelik suikast girişiminden sonra tüm Almanya’da öğrenci gösterileri olur, kundaklama ve saldırılar birbirini izler, olaylar iyice kontrolden çıkar. 

Peşi sıra Ohnesorg’un polis tarafından vurulması ve fotoğrafı deyim yerindeyse Almanya '68 Hareketi’nin simgesi haline gelir. '67 bu kuşak için bir kırılma noktasıdır, Alman '68'i buradan doğar. 

Üniversiteler işgal edilir, gösterilerin sonuçları ağırdır; yüzlerce yaralı, binlerce tutuklamayla sonuçlanır. Alman şehirlerinde öğrenci gösterileri polisle Paskalya isyanları olarak bilinen çatışmalara dönüşür.  

Gudrun Ensslin, Benno Ohnesorg'un öldürülmesinden sonra endişelerini şöyle ifade eder: 
“Hepimizi öldürecekler. Ne tür domuzlarla savaştığımızı biliyorsun. Bu, Auschwitz'in neslidir. Auschwitz'den sorumlu kişilerle tartışılamaz. Silahları var ve bizde yok. Kendimizi silahlandırmalıyız.” 

Çok sayıda genç akademisyenin devlete güvendiği bir zamanda gerçekleşen rahatsız edici bu olaylar silsilesi kendini hem suçlu hisseden hem de kendine güvensiz burjuva seçkinlerinin bir kısmını, öğrenci isyanına karşı tarafsızlığını koruyamayacak şekilde sarsar. 

Tabi silahı seçenlerin, tepki gösterenlerin, değiştirmek isteyenlerin hikayesi de. Protestodan direniş çizgisinde önderliksiz anarşistlerin, RAF gençlerinin de silahı seçmesi de...

1968'deki Paskalya olaylarında on binlerce gösterici ve birçok ülkeden delegasyon Vietnam'daki savaşa karşı ve dünya devrimi için büyük bir kongre için Batı Berlin'de toplanır. 1967 yılında Andreas Baader, Gudrun Ensslin ve Ulrike Meinhof tarafından kurulan örgüt, 2 Nisan 1968’de Frankfurt’un iki büyük mağazasını gece vakti bombalar, süper marketler yakılır. RAF, bu yakma eylemleri ile adını duyurmaya başlar.

1968 2 Nisan'ında, Frankfurt'ta iki büyük mağazada yangın bombaları bir gecede patlar. İki gün sonra Andreas Baader, Gudrun Ennslin, Thorwald Proll, Horst Söhnlein tutuklanır. Yargılama sırasında yangının Vietnam'daki soykırıma karşı ilgisizliği protesto etmek için neden olduğunu ilan ederek, Amerika’nın Vietnam’da gerçekleştirdiği soykırım karşısında kamuoyunun kayıtsızlığına ve halktaki devrimci potansiyeli harekete geçirmek için bu yola başvurduklarını söyleyip eylemli propaganda anlayışını savunurlar. On dört ay hapis yattıktan sonra şartlı tahliye edilirler.

13 Haziran 1969'da şartlı tahliye edilirler, ancak yeni bir hapis cezası riskiyle Baader, Ennslin ve Astrid Proll, Paris'e sığınmak zorunda kalır. Ağustos 1969'da SDS kendini fesheder ve Eylül'de benzeri görülmemiş grevler dalgası meydana gelir. 

Nisan 1970'te Andreas Baader, rutin bir kontrol sırasında Batı Berlin'de tutuklanır. Ünlü sol görüşlü dergi Konkret'in yazı işleri müdürü Ulrike Meinhof savunmayı üstlenir.

RAF - Rote Armee Fraktion (Kızıl Ordu Fraksiyonu), politik olarak dünya çapındaki '68 Hareketi içerisinden doğmasının ve pratik olarak da 14 Mayıs 1970’de Andreas Baader’in tutsaklıktan kurtarıldığı silahlı eylemle  Federal Almanya Cumhuriyeti'nin en uzun süre devam edecek olan komünist silahlı grubu RAF doğar.

5 Haziran 1970'te, RAF’ın ilk kamuoyu açıklamasını Berlin merkezli anarşist bir dergi Agit 883 Kızıl Ordu'nun inşası metnini yayınlar. Gudrun Ensslin imzalı bu bildiri, RAF'ın ilk programatik bildirisidir.

Haziran'dan Ağustos 1970'e kadar, birkaç RAF militanı Horst Mahler, Andreas Baader, Gudrun Ensslin, Ulrike Meinhof, Peter Homann ve Brigitte Asdonk Ürdün'deki bir Filistin kampına gidecek ve burada "silahlı mücadele" için eğitim alacaktır. Orada, Filistin devrimci solunun temsilcileriyle tartışır ve gerilla savaşı için eğitim alırlar.

Almanya'ya döndüklerinde, birkaç banka soygununa ve bombalı saldırılara karşı eylemler başlatırlar. 15 Haziran 1972'de Ulrike Meinhof, Hannover yakınlarındaki Langenhagen'de tutuklanır ve Baader'in kurtuluşuna katılmaktan 1974'te sekiz yıl hapis cezasına çarptırılır.

RAF’ın bir bildirisinde şu sözler silahlı mücadelenin sebebini ortaya koyar:
“Silahlı mücadeleyi şimdi örgütlemenin doğru olup olmadığı, bunu yapmanın mümkün olup olmamasına bağlıdır ve mümkün olup olmadığı da ancak pratikte sınanabilir." (...) imdi ateş etmeyen, örtünün altında yatan ilk kişi olur." 
RAF, yukarıdaki anlayışı benimsediği için silahı seçer. 

RAF liderlerinden Gudrun Ensslin, iyi kotarılmış başkaldırı eylemlerinin Alman devletini sertliğe sevk ederek tahakküm istencini ele vermeye mecbur edeceğini düşünüyordu. RAF, savaş sonrası demokrasinin kırılgan kurumlarının altında, Nazilerin ordu-endüstri kompleksini ayakta tutan ve bir türlü dinmek bilmeyen coşkusunu seziyordu.

31 Ekim 1968 Frankfurt am Main'de Frankfurt Kaufhausbrandstifter Davası'nda hükmün açıklanmasından önce. Thorwald Proll, Horst Söhnlein, Andreas Baader ve Gudrun Ensslin. Mahkemede pop yıldızları gibiler.  

RAF, 1970 yılında Andreas Baader'ın serbest bırakılmasıyla, yeraltından işletilir ve Andreas Baader, Gudrun Ensslin, Horst Mahler, Ulrike Meinhof ve Monika Berberich bunun merkezindedir. 1968-70 yılları arasında önce Berlin’de, daha sonra tüm Federal Almanya’da devlete ve özel sektöre ait binalara, özellikle polis ve mahkeme binalarına yönelik bombalama ve kundaklama eylemlerinde bulunmuşlardı.

RAF anarşizm ve Marksizm’in cephaneliğinden beslenirken aynı zamanda gücünü, savaş sonrası planlamacıların hayata geçirdiği bir şehir manzarasında sınıyor, eylemlerini planlamak için Frankfurt ve Hamburg’un çok katlı binalarına çekiliyordu. RAF üyeleri Frankfurt, Stuttgart, Hamburg ve Berlin arasında gizlice mekik dokuyor, savaş sonrası planlamacıların mantığını saptırmak istercesine çok katlı binalarda kiraladıkları daireleri rehineler için hücrelere çeviriyorlardı.

Springer Basın Grubu'na karşı eylem ve RAF'a karşı basın kampanyası
19 Mayıs 1972'de RAF2 Haziran Hareketi’nin iki komandosuyla birlikte Springer Yayınevi'nin merkezinde iki bomba patlatır, olaydan beş gün sonra Alman radyosuna yazdığı bir mektupla, işçilerin yaralandığından pişmanlık duyduklarını ayrıca Benno Ohnsorg’un polis tarafından vurulmasına da atıfta bulunduğunu açıklarlar.

31 Mayıs 1972'de Springer basını, RAF'ın Stuttgart şehrinde bomba patlatmak istediğini duyurarak psikolojik savaş kampanyası başlatır. Springer medyası; RAF’ın futbol maçları sırasında stadyumlara roket fırlatarak, çocukları rehin alacağını, bir şehrin su kaynaklarını siyanürle zehirlemeyi planlayacağına dair söylentileri yayıyor. Dedikodular, Brigitte Mohnhaupt ve Bernhard Braun'un davası sırasında yapılan açıklamada RAF mahkumları tarafından yalanlar. Bu psikolojik savaş, RAF'ın biriktirdiği sempatiyi hedeflemektedir.

Dönemin bir anketi ise, Almanların % 20'sinin RAF'ın bir üyesini saklayabilmek için yasal işlemlere girmeyi kabul edeceğini gösterir. 

RAF, Baader - Meinhof Grubu olarak bilinse de Avrupa’nın en tanınmış kent gerilla örneklerindendi. Fakat Alman karşı-devrimin yazarları, polis ve istihbarat aygıtı ‘Baader - Meinhof çetesi' olarak onları itibarsızlaştırmak için böyle lanse etmeyi seviyordu. Oysa RAF, Nisan 1971’de “Şehir gerillası konsepti” isimli strateji belgesiyle kendi politik ve ideolojik temellerini formüle etmesinin yanında kendisini radikal Marksist - Leninist sol görüşlü bir örgüt olarak tanımlıyordu.

RAF, Amerika’da Kara Panterleri, Filistin grupları ve Latin Amerika'nın Tupamaro (Tupamaro Ulusal Özgürlük Hareketi; kısaca MLN-T olarak da bilinen örgüt, 1960'larda ve 70'lerde Uruguay'da sol kanatlı kentsel gerilla grubuydu) gerillaları gibi diğer ülkelerde hayran oldukları grupların unsurlarını birleştiren bir kentsel gerilla gücü olmaya başladı. RAF, Batı Avrupa toplumlarındaki ve Ulusal Sosyalist Alman geçmişindeki faşist eğilimlere karşı çıkan sistemden, özellikle Alman devletine nefretle doluydu.

RAF ideolojik ve örgütsel anlayışlarının gelişiminde Mao, Che Guevera, Blanqui ve Latin Amerikalı kent gerilla örgütlenmelerinin fikirlerinden oldukça etkilenmişti. G. Schelm, “Kızıl Ordu Fraksiyonu: Bir kent gerillasının anatomisi” başlıklı yazısında “1969 yılında yayımlanan Brezilyalı devrimci Carlos Marighella’nın yazmış olduğu ‘Şehir Gerillasının Elkitabı’nın RAF’ın inşasında temel örgütleyici kılavuz olarak etkisi bulunmaktadır” der. Zaten 1975’te RAF tutsakları Der Spiegel dergisiyle yaptıkları bir röportajda; “Dün Lenin için Bolşevik kadro partisinin karşılığı, bugün sermayenin çok uluslu örgütlenmesi, emperyalist baskının içeriye ve dışarıya doğru uluslar ötesi yapılanması koşullarında, gerillada ifade bulan proleter karşı iktidar örgütüdür” diyerek RAF’ın örgütsel modeli Leninist Parti modeliyle kıyaslama içindedir diye kendilerini tarif ediyorlardı. 
RAF, 20 yıldan fazla bir süre Federal “Almanya” Cumhuriyet’in emperyalist sistemine karşı savaştı. 1971'den 1998'e kadar faaliyetteydi. 70’ler de benzeri milyonlarca poster, RAF üyelerini aramak için kullanıldı, 1971'de postanelerde, lamba direklerinde ve Batı Almanya'daki mağaza pencerelerinde bu posterler vardı. Ulrike Meinhof'un yer aldığı bu posterlerden binlercesi Batı Berlin'de yayınlandı. Ulrike, örgütün en çok arananlar listesindeydi.
Ulrike Meinhoff, RAF’ın önderlik yapısını şöyle tanımlıyordu:
"Biz demokratik merkeziyetçilikten söz etmiyoruz, çünkü Federal Cumhuriyet metropollerinde kent gerillası merkeziyetçi bir aygıta sahip olamaz. O bir parti değildir, önderlik işlevlerinin tek tek birimlerden, gruplardan başlayarak kolektif biçimde geliştirildiği politik askeri bir örgüttür.” (Batı Avrupa’da Silahlı Mücadele Üzerine, Mayıs 1971) 
Diğer RAF tutsaklarının siyasi savunmalarında da, RAF savaşçıları arasında kurumsal bir önderlik hiyerarşisinin olmadığı her zaman netlikteydi.

1968 yılındaki eylemden dolayı yakalanan Andreas Baader dört yıl ceza giymiş, Yargıtay kararı gelmediğinden 14 ay sonra serbest bırakılmış, tekrar 1970’de yakalanmıştı. Aynı yıl Mayıs ayında Monika Berberich ve Ulrike Meinhof’un yardımı ile cezaevinden kaçan Baader, bir süre Filistin gerilla kamplarında arkadaşları ile eğitim görmüş ve daha sonra Almanya’ya dönerek devrimci şiddet eylemlerine başlamıştı.

1976 yılında “Şehir Gerillasının Kuruluşu” adlı bir açıklama yaparak kendilerini önce grup olarak tanıtan örgüt, proleter enternasyonalizmin emperyalizme karşı savaşını verebileceğine inanmakta ve uluslararası kurtuluş savaşlarının büyük kent gerillası ile gerçekleşeceğini savunmaktaydı.

RAF, bombalama, suikast, adam kaçırma, soygun eylemleriyle adını duyurmuştu. Geçmiş dönemde ABD ve NATO üslerini de hedef alan örgüt, Körfez Savaşı sırasında Bonn’daki ABD elçiliğine karşı eylem düzenlemiş, ancak herhangi bir kayıp vermemişti. 

II. Dünya Savaşı sonrasında Batı Almanya’nın en etkin ve bilinen örgütüydü ve kendini şehir gerillası olarak tanımlıyordu. RAF 1970'lerden 1998'e kadar faaliyetteydi ve özellikle 1977 yılında Alman Sonbaharı olarak bilinen ulusal krize yol açan eylem dahil pek çok kanunen ağır suç sayılan eylemleri, üstelik de en ağır baskı ve yok etme saldırıları altında yaptı. 

Buna karşılık Batı Alman hükümeti, RAF'ı “Bir terörist örgüt" olarak tanımlamıştı. J2M (2 Haziran Hareketi Batı Berlin merkezli anarşist militan bir gruptu) ve SHK gibi diğer Alman militan gruplarıyla bağlantı içindeydi ve seksenli yıllarda İtalyan solcu grubu Kızıl Tugaylar, Belçikalı solcu grup Savaşan Komünist Hücreler, Filistinli solcu grup FKHC(Filistin Kurtuluş Halk Cephesi), Fransız solcu grup Action Directe (Doğrudan Eylem - Fransa'da 1979 ile 1987 yılları arasında etkinlik gösteren silahlı anarşist komünistler) ve İrlandalı örgütler PIRA (Geçici İrlanda Cumhuriyet Ordusu, destekçileri tarafından da Provos olarak anılan sosyalist cumhuriyetçi bir örgüt) ile de bağlantılar kurdular.

RAF’ın diğer örgütler ve akımlarla ilişkisine gelince, bu konuda birinci sırayı belki de anarşizm alır. Bunlar komün örneğine dayanan ve anti-burjuva bir yaşam tarzını benimseyip uygulayan anarşistlerdi. Esasında Hash Asilleri ve 2 Haziran Hareketi'ni oluşturan bu karma anarşist yapılar çevresinden birçok kişi ve örgütsüz anarşistler sonrasından RAF’a katılmıştı. Uç legal sola karşı gitgide daha sertleşen ve nükleer karşıtı hareket, ev işgalleri, feminizm gibi yeni sol platformlardan uzaklaşan dışarıdaki RAF üyeleri kendilerini hapistekilerle dayanışmaya adarlar. Bu amaçla kurulan Kara İmdat (anarşist eğilimliydi) ve Kızıl İmdat (Marksizm’e yakın) dayanışma örgütleri arasındaki ilişkilerin güçlenmesiyle birlikte anarşistlerle RAF arasındaki yakınlaşma artar. 

1977’den sonra RAF ve 2 Haziran Hareketi militanları yeraltında birleşir. 1976’dan sonra da otonom olarak adlandırılan anarşizan gruplardan RAF’a katılmalar devam eder. Teorik düzeyde anarşist düşünceye yakın olan RAF, sonradan yazıda da anlatıldığı gibi Marksizm'e kendini yakın hissedecektir.
Andreas Baader, birinci nesil RAF'ın tartışmasız lideriydi. RAF’ın kurucusu olduğu kadar genç nesillerin çağdaşlara sorusuydu. Baader-Meinhof filmi sinemalara geldiğinde o zamanın gizli hayranları RAF'ın da hayranı oldular, çünkü O’nun havalı olduğunu düşünüyorlardı. 1972'de yakalanmasından sonra, RAF'ın asıl amacı hapsedilen Baader'i serbest bırakmaktı, o kadar önemli bir liderdi. Öyleydi de. O, proletaryanın öfkesi, devrimci şiddetiydi.
Hapishane dönemi ve Stammheim davası
RAF üyeleri teker teker tecrit hücrelerine kapatıldı ve yalnızca akrabalarının iki haftada bir ziyaret etmesine izin verildi. Ensslin her üyeye verilen takma adla işleyen bir “Bilgi sistemi” geliştirince, dört mahkum tekrar iletişime geçti ve savunma avukatları sayesinde mektuplaştı.

Tecrit edilmeye karşı pek çok açlık grevi başlattılar, zorla müdahalerle yemek yemeye zorlandılar. Holger Meins 9 Kasım 1974'te öldü. Protestolar nedeniyle mahkumların durumları biraz iyileştirildi.

İkinci kuşak RAF'çılar bu sırada ortaya çıktı, bu hücreler hapishanedekilerden bağımsız sempatizanlardı. Bu durum 27 Şubat 1975'te, Hıristiyan Demokratik Birliği'nin Berlin başkan adayı Peter Lorenz'in 2 Haziran Hareketi tarafından kaçırıldığında iyice belirginleşti. Lorenz'i kaçıranlar tutuklu arkadaşlarının bırakılmasını istediler. Hiçbiri cinayetle yargılanmadığı için serbest bırakıldılar, dolayısıyla Lorenz de serbest kaldı. Bu olay RAF'ın ikinci kuşağına cesaret verdi ve 24 Nisan 1975'te Stokholm'deki Alman büyükelçiliği RAF üyelerince basıldı; Başbakan Helmut Schmidt'in ileri sürülen istekleri yerine getirmemesi nedeniyle iki rehine öldürüldü. Rehin alanlardan ikisi RAF militanları tarafından yerleştirilen bombaların patlamasıyla ertesi gece öldü.

21 Mayıs 1975'te Baader, Ensslin, Meinhof ve Raspe'nin yargılanmasına başlandı. Bu, belki de o güne kadar yapılmış en gergin ve çekişmeli Alman ağır ceza davası oldu. Bundestag (Alman Parlamentosu) önceden ceza muhakemesi kanununu değiştirmişti, öyle ki tutuklu RAF'çılar ile ikinci kuşak arasında bağlantı kurmakla suçlanan savunma avukatlarının çoğu dava sürecinin dışında bırakılmıştı.

9 Mayıs 1976'da Ulrike Meinhof hücresinde hapishane havlularından yapılmış bir halatla asılmış halde (katledilmiş olarak) bulundu. Yapılan soruşturmada, başka iddiaların aksine kendini astığı sonucuna varıldı. Diğer teoriler ise gruptan dışlandığı için intihar ettiği yönündeydi. Bir diğer "güçlü" teori de Alman devleti tarafından öldürüldüğüydü. 

'76'da yetkililer Meinhof'un hücresinde "intihar etmiş" bulunduğunu duyurunca, intihar sözü RAF militanları tarafından tamamen dışlandı: Ulrike Meinhof, RAF içindeki önemi nedeniyle öldürülmüştü. Meinhof kısa bir süre önce, kız kardeşine tehdit edildiğini ve kendisine öldüğü söylenirse yetkililerin onu öldüreceğini söylemişti. Bu cinayeti takip eden günler, dünya çapında Fransa, Avustralya, Federal Almanya, İtalya, Yunanistan vb. gibi ülkelerde yüzlerce protesto eylemi ve silahlı eylemlerle sonuçlandı. 

RAF üyelerinden biri olan Irmgard Möller ise 22 yıllık tecrit cezasından sonra yaptığı bir söyleşi de şunları demişti:
"Ulrike Almanya'da çok tanınan bir insandı. Bir savcı şöyle bir itirafta bulunmuştu: "Ulrike'yi çıldırtmalıyız ki herkes bu örgütte deliler olduğuna inansın." Onun beyni üzerinde araştırmalar yapmayı bile denediler. Deli olduğunu ispatlamak için tabii. Daha önce de, Ulrike özgür olduğu sırada, illegalite koşullarındayken bir gazetede Ulrike'nin intihar ettiği haberi çıkmıştı. 1972 başlarındaydı bu olay. İntihar nedeni olarak da Ulrike'nin arkadaşlarıyla anlaşmazlığa düşmesi verilmişti. Ama o sırada Ulrike benim yanımdaydı ve haberi beraber okumuştuk. Bu haberi çok tehlikeli bulmuştuk. Cezaevinde Ulrike ölü bulunduğunda da aynı haber gazetede çıktı. Haberde Andreas ve Gudrun'la ayrılığa düştüğü için intihar ettiği yazılıydı. Bu haber tüm gazetelerde ve ölü bulunmasının hemen ardından çıktı. Uluslararası bir araştırma komisyonu incelemeler yaptı. Kendisini astığı iddia edilen havlu ile yapılan denemelerde, bunun bir insanı taşıyamayacağı ve hemen koptuğu belirlendi. Yani Ulrike'nin kendini o havluyla asabilmesi mümkün değildi. Doktorların araştırmaları sonucunda Ulrike'nin boynunun asılmadan önce kırılmış olduğu ortaya çıktı. Davalar o dönem yeni başlamıştı ve deliller toplanıyordu. Ulrike'nin kendisini öldürmesi için hiçbir neden yoktu."
RAF'ın eylemleri dava sırasında da devam etti; 7 Nisan 1977'de Federal Savcı Siegried Buback, şoförü ve koruması kırmızı ışıkta beklerken iki RAF üyesi tarafından öldürüldü.

28 Nisan 1977'de davanın 192. gününde, kalan üç sanık, birçok cinayet, cinayete teşebbüs ve terörist örgüt oluşturmak suçundan ömür boyu hapse mahkum edildi.
Gudrun Ensslin, bir Papazın kızıydı fakat o sadakatsizliği ve silahı keşfetti. RAF denince Baader ve Meinhof akla gelir. Önyargıları yıkmak gerekir. RAF'ın ilk neslinin önde gelen güçlerinden biriydi. Lider Andreas Baader'in kız arkadaşıydı ve eski RAF üyeleri tarafından RAF'ın entelektüel lideri olarak tanımlanırdı. Ensslin’de Baader-Meinhof gibi öznedir. Politik tartışmalar devam ede dursun; RAF, aslında Ensslin’dir.
1977 “Alman” Sonbaharı
Haziran 1970’de, RAF’ın kuruluşundan kısa süre sonra, üyelerinin büyük bir kısmı, Filistinli El-Fetih örgütünün eğitim kamplarında gerilla ve savaş taktikleri konusunda askeri eğitim almak üzere Ürdün’e gitti. 

RAF yasal örgütlerle doğrudan bağ kurmayı reddetmekle birlikte, illegalite koşullarında varlığını güvencelemek için yasal sol içerisinde çok sayıda ilişki kurmaya ihtiyaç duyuyordu ve özellikle 70’li yıllarda sempatizan ve destekçilerinin sayısı da oldukça yüksekti. 150 binden fazla polisin takibata dahil olmasına, çok sayıda Alman ve uluslararası istihbarat örgütüne, idam cezasının tekrar uygulanması tartışmalarının başlamasına, yasalarda ciddi ağırlaştırmalara gidilmesine ve burjuva basının devasa karalamalarına rağmen, RAF sol hareketin dışında da çok ilgi görüyordu.

Çok sayıda tutuklanmaya, ihanet ve ajanlara, sokaktaki ve tutsak savaşçılara yönelik psikolojik ve fiziki imha saldırılarına, yasal koşullarda yaşayan sempatizan ve destekçilerine yönelik saldırılara rağmen, kendilerini feshettikleri tarihe değin, varlıklarını ve sürekliliklerini on yıllar boyunca korudular. 

30 Haziran 1977'de, Dresdner Bank müdürü Jürgen Ponto, başarısız kaçırma girişiminin ardından, Oberurse'deki evinin önünde vurularak öldürüldü. Kaçırma olayına karışan RAF'çılar Brigitte Mohnhaupt, Christian Klar ve Ponto'nun vaftiz kızı Susanne Albrecht'ti.

Mahkumiyet kararını izleyen günlerde eski SS subayı ve Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi'nin eski üyesi olan ve Alman İşveren Cemiyeti'nin başkanı ve Batı Almanya'nın en güçlü sanayicilerinden olan Hanns Martin Schleyer kaçırıldı. 5 Eylül 1977'de şoförü sokağın ortasında karşısına çıkan bebek arabası yüzünden durmak zorunda kaldı. Arkalarındaki polis eskortu, zamanında duramadığı için Schleyer'in arabasına arkadan çarptı. Maskeli beş eylemci, üç polisi ve şoförü öldürdü ve Schleyer'i rehin aldı.

Daha sonra federal hükümete, Staamheim'dakiler dahil on bir militanın salıverilmesini talep eden bir mektup gönderildi. Bonn şehrinde, Helmut Schmidt'in başkanlığında bir kriz komitesi oluşturuldu. Komite anlaşma yapmak yerine Schleyer'in yerini tespit etmesi için polise zaman kazandırmak amacıyla oyalama taktiğine başvurdu. Aynı zamanda, hapishanedekilere iletişim yasağı konularak yalnızca hükümet memurlarının ve hapishane papazlarının ziyaretine izin verildi.

Lufthansa uçağının kaçırılması
Almanya Federal Polis Bürosu zamanının en büyük insan avını başlattı ve devlet krizi bir aydan fazla sürdü. Kriz 13 Ekim 1977'de İspanya Mallorca'dan Frankfurt'a giden Lufthansa uçağı RAF adına Filistinli gerillalarca kaçırılınca doruğa ulaştı. Dört Arap'tan oluşan grup uçağın kontrolünü ele geçirdi. Sonradan Züheyir Yusuf Akaçe olduğu anlaşılan önderleri kendisini uçaktakilere Kaptan Mahmut olarak tanıttı. Uçak yakıt almak için Roma'ya indiğinde Akaçe, Schleyer'i kaçıranlar gibi kimi taleplerde bulundu: Türkiye'de tutulan Filistinlilerin ve RAF üyelerinin serbest bırakılması taleplerini yenileyerek, kendilerine 15 milyon dolar ödenmesini talep ediyordu.

Bonn kriz bürosu taleplere karşılık vermemeye karar verdi ve uçak Larnaka üzerinden önce Dubai'ye ardından Aden'e uçtu. 16 Ekim'de kaptan pilot Jürgen Schumann, işbirliğine yanaşmadığı gerekçesiyle bir devrim mahkemesinde yargılanarak öldürüldü. Uçak 2. kaptan pilot Jürgen Vietor tarafından tekrar havalandı ve Somali Mogadişu'ya uçtu.
Ulrike Meinhof, RAF’ın beyni, Andreas Baader örgütün gövdesiydi. Bununla birlikte, o kilit bir üyeydi. Sosyalizmin kitlelerin kendi eylemiyle kurulabileceğine inanmıştı. Meinhof, polis tarafından kamu profilleri ile aranan Kızıl Ordu Fraksiyonu’nun ilk üyesiydi. Zaten yeraltı birliğinin de en ünlüsüydü.
Federal yüksek mahkemesinin başında olan ve Bonn'dan gizlice ayrılan Hans-Jürgen Wischnewski tarafından yürütülen riskli bir operasyon hazırlandı. 18 Ekim'de Avrupa saatiyle gece yarısını beş geçe uçak Alman federal polisinin elit timi olan GSG 9 güçlerinin sekiz dakikalık baskınına uğradı. Baskın sırasında dört Filistinli gerilla öldürüldü, dört RAF üyesi vuruldu, üçü olay yerinde öldü. Yolculardan ciddi şekilde yaralanan olmadı ve Wischnewski Schmidt'e ve Bonn'daki kriz ekibine telefonla operasyonun başarıyla tamamlandığını bildirdi.
Sonuç ne olursa olsun devlet RAF'a ateş ederken Kızıl Ordu Fraksiyonu, uçağın kaçırılmasıyla Filistin silahlı birliğinin sağladığı destekten her zaman çok gurur duymuştu ve 1998'e kadar geri çekilirken; RAF, bunu dünya devrimci mücadelesinin birleşmesi olarak anladı.
Yarım saat sonra, Alman radyosu Stammheim'daki tutukluların da dinlediği kurtarma operasyonu haberlerini verdi. 18 Ekim 1977 tarihinde gecenin ilerleyen saatlerinde RAF liderlerinden Andreas Baader ensesinden kurşunlanmış, Gudrun Ensslin asılmış ve Jan-Carl Raspe hücrelerinde kurşunlanmış bulundu. RAF kurucularından Ulrike Meinhof’da 1.5 yıl önce 9 Mayıs 1976’da tecrit hücresinde asılmış olarak bulunmuştu. Yaralanan Irmgard Möller hayatta kaldı ve 1994 yılında salıverildi. Ve yine yaptığı bir söyleşide:

"Ulrike ölü bulunduğunda tarih Mayıs 1976'ydı. Eylül 1977'de ben de Stammheim'daydım. Daha önce Hamburg'da kalmış, 1977 başında Stammheim'a getirilmiştim. Çünkü davam başlayacaktı. Açlık grevimiz sayesinde gruplar halinde kalma hakkını elde etmiştik. Ben de bu gruba kondum. O sırada Ulrike ölmüştü. Daha sonra grup sayısının sekize çıkması için yeni bir açlık grevine başladık. Bu olmadı, ama her gün birbirimizle görüşebilme hakkını kazandık. 2 Eylül 1977 günü RAF, İşverenler Sendikası Schleyer'i kaçırdı. Çok ünlü ve nefret edilen biriydi. II. Dünya Savaşı'nda Çekoslovakya'yı işgal eden kuvvetlerin içinde komutan Heidrich'in asistanıydı. Eski bir Nazi'ydi yani. Almanya'da yürütülen mücadele sırasında da sendikalara karşı tavrıyla işçilerin haklarının ellerinden alınması için çalışmıştı. RAF onu 11 tutsakla değiş tokuş yapmak amacıyla kaçırmıştı. Bu olay üzerine, bir arada kalırken hepimiz ayrı ayrı hücrelere konduk ve görüşmemiz yasaklandı. Öncesinde ortak eşyalarımız, yemeğimiz ve kitaplarımız vardı, her şeyimiz ortaktı. Bu haklar elimizden alındı ve hücreyle ilgili bir yasa çıktı. Dışarıyla da ilişkimiz kesilecekti, yani ne avukat ne gazete olacaktı. Hepimiz 7. kattaydık ama ne birbirimizle ne dışarısıyla ilişkimiz vardı. Ingrid Schubert de 7. kata kondu ve dört kişi olduk. RAF'la görüşmeler haftalarca sürdü. Alman hükümeti sürekli olarak Schleyer'in yaşadığına dair deliller istiyordu.  
RAF her seferinde buna cevap verdi ve Schleyer'in ölmediğini gösterdi. Haftalarca hiçbir şey olmadı. Alman hükümeti ve polisi bu süre içinde komandoları bulmaya ve Schleyer'i kurtarmaya çalışıyordu. Bu sürece bir son vermek için Filistinli bir grup Lufthansa uçağını kaçırdı. Yani elimizde baskı aracı olarak Schleyer ve Lufthansa uçağı vardı. Uçak bazı havaalanlarına uğradıktan sonra Somali'ye indi. Somali başkanı Etiyopya'yla savaş halinde olduğu için Alman hükümetine kendini sattı. Alman özel timleri uçağa girdi, yolcuları dışarı çıkardı ve Filistinli grubun üyelerini öldürdü. Aynı gece Stammheim'a girerek Gudrun, Andreas ve Jan'ı öldürdüler. Ben de ağır yaralandım. Göğsüme birçok bıçak darbesi almıştım. Bilincimi kaybetmiştim ve günler sonra hastanede kendime geldim. Diğerlerinin öldüğünü orada öğrendim. Ağır yaralanmıştım, zor nefes alıyordum. Ölmememin nedeni de bıçağın kaburgalarıma takılmış olmasıydı. Bıçak biraz daha derine gitseydi ben de ölecektim. Gazetelerde hemen ertesi günü tutukluların intihar ettiği haberi çıktı. Neden olarak da morallerinin bozulmuş olması gösterildi. Bugün bile söyledikleri bu. 'İntihar ettiler, çünkü hiçbiri mantıklı ve normal değildi,' dediler. Tabii bu doğru değildi."
Köln, 25 Ekim 1977’de RAF komando birimi hapishanede tutuklu bulunan arkadaşlarının serbest bırakılmaları için NSDAP ve eski Hitler Gençliği üyesi Alman İşveren Birlikleri Konfederasyonu ve Alman Sanayi Federasyonu başkanı da olan Hanns Martin Schleyer'in konvoyuna ateş açar ve onu kaçırır. RAF için o patronların patronudur. Schelyer'in kaçırılmasından 43 gün sonra, RAF “Hanns Martin Schleyer'in sefil ve yozlaşmış varlığını sona erdirdik” açıklamasının ardından binlerce poster ve el bildirileriyle Alman polisi tarihinin en büyük aramasını başlatır. 
Resmi soruşturmalar bunun planlanmış bir intihar dizisi olduğunu açıkladı ama iddiayı kabul etmeyen teoriler de öne sürüldü. Örneğin Baader'in özellikle birinci kuşak RAF üyeleri için yapılmış yüksek güvenlikli bir hapishaneye silah sokmayı nasıl başardığı tartışıldı. Solak olan Baader kayıtlara göre kendini sağ eliyle vurmuştu ancak ense kökünden giren kurşun alnını delerek dışarı çıkmıştı ki silahı böyle tutarak kendini vurmanın görece zor bir hareket olduğu iddia edilmekteydi. Üstelik bazı kaynaklara göre Baader'in hücresinde ikinci bir kurşun deliği daha bulunması olayı şüpheli hale getiren etkenlerden biriydi. Ayrıca kalbinin üzerinde dört bıçak yarasıyla bulunan Möller'in kendine bunu yapması imkansız değilse bile çok zordu. Stammheim'dan sağ olarak kurtulan tek mahkum olan Möller, hapishanede gerçekleşenlerin bir intihar değil, suikast olduğunu hep söyledi. 

Resmi olmayan bazı araştırmalar, toplu intiharı açıklamasını reddeder, mahkumların öldürüldüğünü savunur. Stammheim modeli yüksek güvenlikli hapishanelerde ziyaret alanına girmeden evvel tüm avukatların ceplerini boşaltmaları ve ceketlerini doğrulama için görevliye vermeleri gerekmekteydi. Elle ve metal detektörle aranıyorlardı.

Mahkumlar ziyaretten önce ve sonra çırılçıplak soyuluyor, kontrolden sonra da kendilerine yeni bir kıyafet veriliyordu. Dahası, hücresinde asılı bulunan Ulrike Meinhof'un cesedi üzerinde İngiliz doktorların yaptığı inceleme, onun öldürüldükten sonra asıldığını söylüyordu. Yapılan otopside Meinhof'un cinsel organında sperm bulunduğu rapor edilmişti.

2002 yılında cesedi ailesine teslim edilirken, Meinhof'un kafatasından beyninin alındığı ortaya çıktı. Bunun ortaya çıkmasının ardından beyin ailesine geri verildi.

Hücresinde ölü bulunanlardan biri olan Gudrun Ensslin avukatına şöyle yazmıştı: “Eğer benden geriye hiç mektup kalmadıysa ve ölü bulunduysam; suikasta uğramışımdır.”

19 Ekim 1977'de Schleyer'i kaçıranlar, rehinenin idam edildiğini açıkladılar. 1977 sonbaharındaki olaylar II. Dünya Savaşı'ndan bu yana Almanya'nın yaşadığı en büyük illegal, politik vakalardı ve bu nedenle Alman Sonbaharı (Der Deutsche Herbst) olarak adlandırıldı. Alman siyasi yaşamını derinden etkileyen bir dönemi ifade ettiğinden Heinrich Breloer'in 1997 yılında yayımlanan Ölüm Oyunu adlı iki bölümlük belgeseli Alman Sonbaharı'nı anlatır.
Irmgard Möller, Baader, Ensslin ve Jan-Carl Raspe vurularak veya asılarak öldürüldüğünde, 18 Ekim 1977 sabahı göğsünde dört kez kendini bıçaklayarak “intihar” girişiminden yaralı olarak kurtulduğu söylenince, Alman hükümetinin “toplu intihar” iddialarına yanıt olarak bunların suikast olduğu cevabını verdi. 1972’den 1994 sonuna kadar hiç kesintisiz 22 yıl cezaevinde, son 14 yılını da tecritte geçirdi. 1994 yılında sağlık nedenleriyle serbest bırakıldı. Hayatını anonim olarak yaşıyor.

1980'ler ve 1990'larda RAF
Sovyetler Birliği'nin çöküşü sol kanada büyük darbe vurdu ama 1990'larda yapılan saldırıları hâlâ "RAF" üstleniyordu. Bu saldırılar arasında Ernst Zimmermann adlı bir sanayici; üç kişinin öldüğü Kaiserslautern civarındaki Birleşik Devletler Hava Kuvvetleri'nin Ramstein Hava Üssü'ne yapılan bombalı saldırı; Siemens şirketinin idarecisi Karl-Heinz Beckurts'ün otomobilinin bombalanması ve Almanya dışişleri bakanlığında önemli bir memur olan Gerald von Braunmühl'ün vurulması vardı.

Hükümetin RAF'ı suçladığı pek çok saldırı oldu ama RAF'ın bu saldırılardaki sorumluluğu kanıtlanamadı. 30 Kasım 1989'da Deutsche Bank'ın müdürü Alfred Herrhausen karmaşık bir bombayla öldürüldü. Nisan 1991'de, Doğu Alman devlet ekonomisinin özelleştirilmesinden sorumlu Treuhand hükümetinin başkanı Detlev Karsten Rohwedder vurularak öldürüldü.

1990 yılında Almanya'nın birleşmesinin ardından RAF'ın, Doğu Almanya'nın güvenlik ve istihbarat örgütü Stasi'den mali ve lojistik destek aldığı ortaya çıkarıldı. Bu destekler arasında pek çok RAF üyesine sahte kimlik verilmesi de vardı.

1992 yılında Alman hükümeti RAF'ın asıl faaliyet alanının artık eski RAF üyelerinin yakalanması olduğunu ortaya çıkardı. Örgütü zayıflatmak için, eğer RAF saldırılarını durdurursa kimi tutukluların serbest bırakılacağını söyledi. RAF "ilerlemeyi durdurma" kararı aldığını ve hedeflere yapılan saldırılara son vereceğini duyurdu. Son saldırı, görevdeki polislerin etkisiz hale getirilip bombaların yerleştirilmesiyle Weiterstadt'ta yeni yapılan bir hapishaneye gerçekleştirildi. Kimse yaralanmadı ama yaklaşık 50 milyon avronun üzerinde hasar gerçekleşti.

RAF'a karşı son büyük eylem 27 Haziran 1993'te gerçekleşti. Klaus Steinmetz adlı gizli servis ajanı RAF'ın içine sızdı. Sonuç olarak Bad Kleinen'de Birgit Hogefeld ve Wolfgang Grams adlı iki RAF üyesi tutuklandı. Grams ve bir polis, operasyon sırasında öldü. Resmi soruşturma Grams'ın intihar ettiğini söylerken, diğerleri Grams'ın ölümünün polisin ölümünün intikamı olduğunu söyledi.

20 Nisan 1998'de Reuters haber ajansı Kızıl Ordu Fraksiyonu tarafından RAF’ın kendini feshettiğini açıkladığı sekiz sayfalık bir mektup aldı. RAF'ın logosuyla imzalanmıştı ve grubun dağıldığını ilan ediyordu:
"Yaklaşık 28 yıl önce 14 Mayıs 1970'te RAF bir kurtuluş hareketi başlatmıştı. Bugün bu tasarıyı sona erdiriyoruz. RAF'ın şehir gerillası hareketi artık tarih oldu."
RAF günümüzde hala birçok sanatçıyı büyülüyor. Çeşitli filmler, RAF’ın 1968 kuşağı geleneğinde karşı kültürünü yüceltiyor. Ressamlar ve heykeller, yazarlar, tiyatro yapımcıları ve koreograflar. Avusturalyalı-İngiliz oyun yazarı Van Badham'ın oyunu Kara Eller-Ölü Bölge kilit önemdeki RAF üyelerinin eylemlerini ve yaşamlarını anlatırken, 1997 Nobel ödülü sahibi İtalyan oyun yazarı Dario Fo'ysa "Yarın Olacak ve Ben Ulrike, Bağırıyorum" adlı tek kişilik kısa oyunuyla RAF üyelerinin Stammheim'daki hücrelerinde öldürüldüklerini anlatır:
“Şimdiden cesedimi kaçırıp saklamanızı, avukatlarımı engellemenizi görür gibiyim... Hayır, Ulrike Meinhof'u göremezsiniz. Evet, kendini astı. Hayır, otopsiyi izleyemezsiniz. Hiç kimse izleyemez. Sadece hükümetimizin bilirkişisi, o da zaten kararını verdi. Meinhof kendini astı. Ama boynunda asılma izi yok. Boynunda hiçbir morarma lekesi yok. Buna karşılık tüm vücudu çürük içinde. Öteye gidin, dönün, bakmayın! Fotoğraf çekmek yasaktır, bilirkişi tutanağından bir şey sormak yasaktır. Cesedimi incelemek yasaktır. Yasak. Düşünmek yasak, tahmin etmek, konuşmak, yazmak yasak, hepsi yasak! Evet hepsi yasak! Ama kendi aptallığınıza, her katile özgü bu klasik aptallığınıza gülmemizi asla yasaklayamazsınız.” (Dario Fo, Ben Ulrike, Bağırıyorum)

Almanya’da RAF’ın aranıyor posterinden alıntı: Sabine Elke Callsen, Daniela Klette, Andrea Martina Klump, Barbara Meyer. 

RAF’ta kadınlar
Sadece RAF ve 2 Haziran Hareketi’ndeki kadınların yüksek oranı değil, kadınların silahlı mücadeleye girmesi ya da devlete savaş ilan etmesi bile kavrayışı ve belirsizliği de bu faktörleri tetikler. Birçoğu eğitimsel seçkinlerden gelen iyi orta sınıf çevrelerden gelen zeki genç kadınlardı.

Bundan dolayı RAF çarpıcı bir şekilde kadın grubuydu dersek yanlış olmaz. RAF üyelerini aramak için kullanılan posterlere bakıldığında, aralarında çok sayıda kadın fotoğrafı olduğu görülebilir. Örneğin 40 kişi arasında 24 kadın olduğunu ve paylarının yüzde 60 ile ortalamanın üzerinde olduğunu gösterir. Bu kadınların en ciddi saldırılara hazır olduklarına inanılıyordu. Denebilir ki, RAF'ta kadınların oranı yüzde 60'tı.

RAF üyesi Inge Viett, 1997'de günlük bir gazeteyle yaptığı röportajda durumu şöyle açıklıyordu: “Hepimiz feminist hareketten gelmedik (...) Bilinçli olarak, kadınların bizim için böyle bir kurtuluş sürecinden geçmek istemedik (...) Sadece karar verdik ve sonra savaştık ve erkeklerle aynı şeyleri yaptık. Bu bizim için bir erkek-kadın meselesi değildi.”

Kadınlar sadece yardımcı olarak değil, aktif savaşçılardan çok RAF için bilgi de taşıyorlardı. Bir nevi izciydiler. RAF’ı ve silahlı mücadele kavramını benimsemişlerdi. Aslında, kadın üyeler RAF içinde lider pozisyonlarında bulundular. Nisan 1971’de gazeteci Ulrike Meinhof, yeraltı mücadelesi “Konsept Kentsel Gerilla” için teorik temeli yazıyor ve öne çıkıyor, Gudrun Ensslin RAF’ın yöneticisiyken beyni de oluyordu. Devletten gelen “özgürleştirici” ve “gerici” şiddet tartışmaları sürerken Alman medyasına göre RAF ve 2 Haziran Hareketi’nin kadın üyeleri, “yeni Amazonlar” olarak tanımlanan aşırı, acımasız ve anarşistti. Öte yandan, RAF’ın kadın üyelerinin kendi tanımları, kendilerini öncelikle kadınlar olarak değil, silahlı mücadelede “devrimciler” ve “savaşçılar” olarak görüyorlardı. 
Brigitte Mohnhaupt, felsefe öğrencisiydi, RAF’ın cezaevindeki, ikinci kuşak lideriydi. Ne poliste, ne mahkemede ne de hapiste hiç konuşmadı. RAF’taki faaliyetleri yüzünden 5 kere ömür boyu hapis cezası aldı, hâlâ konuşmuyor. RAF ideolojiye bağlılıktır. 
İsmin kökeni 
Dünya’da illegal sosyalist mücadelenin büyük bir ivme kazandığı 1971 yılında, Alman öğrenci hareketini daha ileriye götürerek, emperyalizme karşı silahlı mücadeleye girişen RAF, salt Batı Almanya’da değil dünyada devrimci şiddet ve silahlı direniş konusunda farkındalık yarattı. Japon Kızıl Ordusu (Japanese Red Army - JRA, 70’li ve 80’li yıllar boyunca Japon hükümeti ve monarşiyi devirmeye adanmış olarak Fusako Shigenobu tarafından 1971 yılında Japon Komünist Birlik’ten ayrışmayla kurulan örgüt) bile RAF'ın isminden esinlenmişti. RAF üyeleri, fraksiyon Fraktion terimini bir politik oluşum içindeki hizipleşme anlamında değil, bir bütünün parçası olmak anlamında kullanmışlardı.

“Kızıl Ordu Grubu” adının anlamı
RAF, Kızıl Ordu Fraksiyonu olarak hedef ve ideolojisine atıfla Sovyet Ordusu’na yakın olarak kendini görüyordu. Ve örnek eylemlerle sınıf mücadelesinde öncülük etmek istediğini iddia eden ve iyi bilindiği gibi bir orduya atıfta bulunulduğunu iddia eden, kendi kendini ilan eden “devrimci avangard” adına yaraşır canavar gibi görünen bir mücadeleyi yürüttü. Mayıs 1970'de Baader’in kaçırılmasından sonra yaygın olan ve bilindiği gibi Gudrun Ensslin’in kaleme aldığı “Kızıl Ordu’yu inşa edin” kuruluş deklarasyonuyla, kısa bir süre sonra hayali bir bütüne güvenerek kendine Kızıl Ordu Fraksiyonu adını vererek tıpkı Sovyet Kızıl Ordusu’nun, Auschwitz'ten hayatta kalan son mahkumları kurtarması gibi bir fethi amaçlamıştı.

RAF logosunu kim tasarladı?
RAF logosunun kızıl yıldızı sosyalist, komünist bir simgeydi. İlk kez, yıldız bir Sovyet AK-47 Kalaşnikof fırtına tüfeği tarafından seçildi. Ancak daha sonra bunun yerine Alman Heckler & Koch MP5 makineli tüfek getirildi. İki silahın ardındaki sembolizm aynıydı. Her ikisi de, özellikle Üçüncü Dünya’da yaygın olarak bilinen, yoksullukla mücadele edilmiş silahlardır. Logo ise ismi ile iyi bir uyum içindedir. Yıldız sosyalist inancı, silah ise militarist benlik algısını gösterir.

Logo tasarımıyla ilgili Baader'in bir zamanlar grafik sanatçısı Holm von Czettritz ile bir değişiklik hakkında konuştuğu Andreas Baader'in grafik sanatçısı arkadaşı olduğu söylenir. Czettritz, TAZ röpartajında “Patates baskısı gibiydi. Ama bir şekilde bunu yapmak istediler” der. Logo muhtemelen RAF tarafından ortaklaşa tasarlanmıştı, ancak Holger Meins'in grafik eğitimi olduğu için tasarımda başrol oynadığına inanılıyor. Nisan 1970’de benzer motifli bir poster tasarlandığı da çeşitli kaynaklar arasındadır.

Geleneksel olarak, RAF üyeleri üç kuşaktır. Bunlar; 1971 yılında hazırlanan “Şehir gerillası konsepti” (1968-1972)1982 yılında hazırlanan “Gerilla, direniş ve anti-emperyalist cephe” (1973-1976) ve 1992’de hazırlanan “İlerlemeyi durdurma" açıklaması (1977-1998). RAF’ın strateji ve taktiklerinin köşe taşları olarak üç stratejik belgeyle sıralanabilir. Her nesil, o sırada hapsedilmeyen ve bu nedenle RAF mücadelesinde aktif olabilecek birkaç üyeden oluşur. 
RAF üyelerinin birçoğu halen yeraltında. Bunlardan birisi de Angela Luther. Luther’in 1971 yılındaki polis kayıtları halen güncel. İnterpol halen web sitesi üzerinden aranıyor ilanı veriyor. Bu davalar polis ve Alman yargı için büyük bir yenilgi, RAF’ın zaferiydi.   
1985 yılında Almanya’da silahlı mücadelenin koşullarının olmadığı gerekçesiyle kendisini fesheden örgüte rağmen (2016 - 2018 yıllarında Almanya’da çeşitli soygunlar yeraltında faaliyet yürüten yeni jenerasyon RAF’çılara bağlandı) örgütün bir kısmı halen cezaevlerinde yatan bir kısmı dışarıda olan bir grup feshetmeye karşı çıkmış ve yaptıkları bazı eylemlerle örgütün devam ettiğini açıklamışlardır. RAF’ın birçok eylemi bugüne kadar halen deşifre edilemedi. Pek çok eski RAF savaşçısının kimliği bugün bile polis ve istihbarat tarafından bilinmiyor, bazıları halen yeraltında, aranır durumda ve bugüne değin bulunamadılar.

Avrupalı silahlı mücadele grupları içerisinde, Avrupa radikal aşırı solunun bir kesimi ile bazı aydın ve sanatçılar nezdinde en fazla cazibe uyandırmış olanı RAF'tır. 

RAF, hakkında en çok konuşulmuş ve garip bir biçimde en az bilinen, bir diğer deyişle en fazla yakıştırmaya maruz kalmış gruptur.

Uluslararası sosyalist devrimci hareketler, anarşistler, Antifa'lar; Baader-Ensslin-Meinhof grubunun tarihinden ilham almaya devam ediyor.
» Benzer yazılar: Kızıl Ordu'yu inşa edin
» Dip notlar 
Agit 883, Berlin dergisi Agit 883, 5 Haziran 1970'te "Kızıl Ordu'nun kurulması" çağrısını yayınladı. RAF'ın ilk halka açık, programatik beyanı olarak kabul edilir. Agit 883’ün “Kızıl Ordu'yu inşa edin - Die Rote Armee aufbauen” adlı mektubu RAF’ın ilk metni sayılır. 5 Haziran 1970’te Gudrun Ensslin imzasıyla yayınlanan metnin, RAF kurucuları Andreas Baader, Ulrike Meinhof ve Ensslin tarafından onaylanan ilk metindir. Agit 883, 1969’dan 1972’ye kadar Almanya’da özellikle de Batı Berlin’de sol çevrelerin yayın organı işlevi görüyordu. Agit açılım olarak “ajitasyon” anlamına, rakamlar ise 883 56 51 derginin hazırlandığı komünün telefon numarasıydı. 

Hash Asilleri, lideri olmayan komünal ve anti-burjuva bir örgüttü. 1970 ve 71’li yıllar arasında aktif aşırı solu temsil ediyorlardı. Gezici Merkez Konsey’lerine “Gezgin Tavşanlar Merkez Konseyi” adını vermişlerdi. Hash Asilleri çevresinden birçok örgütsüz önde gelen üyelerinin polisler tarafından öldürülmesinden sonra 2 Haziran Hareketi’nin oluşumuna yol açtı. Anarşist 2 Haziran Hareketi kendilerini daha çok hapisteki RAF üyeleriyle dayanışmaya adamışlardı.

Kommune 1, daha çok muhafazakar topluma karşı tepki olarak komün üzerine motive olarak cinsel devrim düşüncesini savunarak 12 Ocak 1967'de Batı Berlin’de kuruldu. Kasım 1969'da çözüldü. Aslında apolitiklerdi. Buradan daha sonra Tupamarolar Batı-Berlin örgütü doğdu. Kommune 1, 1960’ların parlamento dışı Alman öğrenci hareketinin muhalefetinden gelişmişti. SDS (Sosyalist Alman Öğrenci Birliği) ve dönemin Alman 68 Hareketi'nin lideri Rudi Dutschke gibileri dar görüşlü ve burjuva olarak görüyorlardı. Vietnam savaşına karşı protestolar ve çeşitli kundaklama eylemleri yaptılar. Yaptıkları kurgusal protestolar dönemin diğer solcu gruplarına ilham kaynağı olmuştur.

Tupamarolar Batı-Berlin (TW), 1960’ların sonunda bombalama ve kundaklamalarla bir dizi eylem gerçekleştiren Alman Marksist bir örgüttü. İsim olarak Uruguay'daki kent gerillası örgütü Tupamarolar’dan etkilenmişlerdi. Tupamarolar Batı-Berlin’in yaklaşık 15 kişilik bir çekirdek üyeliği vardı. Bunu 1969 sonbaharında polis, yargıçlar, ABD ve İsrail hedeflerini hedef alan bir dizi bomba ve kundaklama izler. Bazı çevrelerce 2 Haziran Hareketi’nin ve RAF’ın ideolojik öncüsü olarak görülür ve önemsenir.

2 Haziran Hareketi, adını Benno Ohnesorg’un (Batı Berlin'de bir gösteride İran şahı Rıza Pehlevi’nin ziyaretini protesto ederek “Şah şah şarlatan” diye bağırdığı sırada polis tarafından öldürülen Batı Alman üniversite öğrencisiydi ve ölümü solcu Alman öğrenci hareketinin büyümesini teşvik etti) katledildiği tarihten alan 60’lı yılların sonunda Batı Almanya’da çeşitli eylemlere imza atan anarşist bir örgüttü. Kommune 1 ve  Tupamarolar Batı-Berlin gibi aşırı şiddet yanlısı siyasi grupların küllerinden yükseldiler. 1972 RAF tutuklamalarından ardından 2 Haziran Hareketi’nden RAF’a sempati duyan birçoğu müttefik olarak gördüğü RAF’a katılmıştır. Ses getiren en büyük eylemlerinden biri Günter von Drenkmann'in öldürülmesi ve Batı Berlin belediye başkan adayı Peter Lorenz'in kaçırılmasıdır.

Sosyalist Alman Öğrenci Birliği (SDS), 1946 yılında kuruldular, Almanya'daki en önemli sol öğrenci organizasyonuydu. Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) 1961'de SDS'nin tüm üyelerini partiden kovdu.

Devrimci Hücreler, 1973 ile 1995 yılları arasında aktif yarı-otonom hücrelerden oluşuyordu. Kendisine önemli rakip olarak RAF’ı görüyorlardı. Batı Berlin’de 186 saldırının sorumluluğunu üstlendiler. İçlerinden ayrılanlar daha sonra Rote Zora’yı kurdu.

Rote Zora, 1974-1995 yılları arasında Devrimci Hücreler’den ayrılan otonom feminist solcu radikal bir kadın hareketiydi. Kadın haklarına dikkat çekmek için çeşitli bombalama eylemlerinde bulundular. Örgüt asla resmi olarak çözülmedi, 1995’ten beri seslerini duyan olmadı.

Anti-Emperyalist Hücre, 1992'den (RAF'ın dağıtılmasından hemen sonra) Almanya'da 1996'ya kadar aktifti ve sağcı hedeflere yönelik dokuz bombalama eylemi gerçekleştirdi. Bu dönemde RAF siyasetinin devamı için çağrıda bulundular. Anti-Emperyalist Hücre’yi büyük ve güçlü bir örgüt olduğunu düşünenlerin hayal kırıklığıysa örgütün -bilinen- tek üyelerinin iki kişiden oluşmasıydı.

Hiç yorum yok: