17 Haziran 2010 Perşembe

Sistematik izolasyon Hamas aristokrasisini zenginleştirirken

"Dünyaya taş atmasını biz öğrettik."
(Leyla Halid)
Öncelikle bu yazı burjuva Tv’lerde özellikle de haber bültenlerinde İHH adlı kuruluşun Filistin’i sadece Gazze olarak gören ve yardım götürme adına (biz buna insani mi yoksa İslami bir yardım mı diye sorgulamayı tercih ederiz) İsrail siyonizminin 40 yıllı aşkın bir süredir Filistin üzerine uyguladığı politikalar dışında, yine bu paralelde Hitler’in sözde söylediği vecizeleri dillendiren insanlardan tutunda II. Emperyalist Dünya Savaşı’nda öldürülen Yahudilerin vahşice ölümlerine hak verenlere ve daha nicelerine ithaf ediyoruz… Yanına da Hamas’ı, Nasır’ı ve Erdoğan kliğiyle kıyaslayan, yan yana getiren ve Nasır’la eşit gören zihniyette de gönderme yapıyoruz. Rahatsız olan herkes üzerine alınabilir, bizim gibi sosyalistler açısından sakıncası yoktur.
Hamas'tan dolayı kafanız karıştıysa, işte Hamas ve Filistin eksenine bakmak için kolay yol! Mavi Marmara dramına giden öykü bundan 82 yıl önce, 1928'de Mısır'da başladı. Birçok Arap radikal İslamcı bir araya gelerek, "Tüm İslam âlemini kapsayan, şeriata dayalı, sünneti esas alan, yerel kültürel etkileri bertaraf edecek ve Batı etkisiyle mücadele eden panislamist bir devlet kurmayı amaçlayan," Müslüman Kardeşler Örgütü'nü (Cemaat el-İhvan el-Müslimin) kurdular.

Cemaat'in 1933'teki ilk kongresinde 2 bin olan militan sayısı, bir yıl sonra 40 bine, 1943'te 200 bine ulaştı. Sonradan ortaya çıktığına göre, bu hızlı yükselme ciddi bir İngiliz desteğiyle olmuştu. ABD, 1950 başlarında örgütü Nasır'a karşı yoğun olarak kullandı ve maddeten destekledi. 1957'de Nasır örgütü yasaklayınca, 1960'ların başından itibaren Filistin kolu etkili hale geldi. Daha sonra Enver Sedat, 1970'lerde örgüte izin vererek onu yükselen sola karşı kullandı, Mısır yasalarını şeriata uygun hale getireceği sözünü tutmadığı için 1981'de Müslüman Kardeşler tarafından öldürüldü.

Bu örgütün Filistinli üyelerinden üçü Şeyh Ahmet Yasin, Abdülaziz el-Rantisi ve Muhammed Taha, 1988’de Hamas (Harakat el; Mukavama el-İslamiye, İslami Direnme Hareketi) örgütünü, Müslüman Kardeşler Hareketi'nin silahlı kolu olarak kurdular. Hamas, İsrail’e yönelik sürekli silahlı saldırıları ve intihar eylemleri ile son yıllarda Filistin Kurtuluş örgütleri içinde öne çıktı ve El Fetih’in başlıca karşıtı haline geldi. Hamas’ın 1990’lardaki yükselişi, o tarihlerde İsrail başbakanı olan Binyamin Netanyahu ve Ariel Şaron tarafından da desteklendi. Böylece İsrail faşist sağının iki hedefi gerçekleşmiş oluyordu. Terörist saldırılarla Oslo anlaşmalarının sabote edilmesi ve Yaser Arafat ile El Fetih’in zayıflatılması… Nitekim Hamas'ın Ürdün temsilcisi, Oslo anlaşmalarını reddetme nedenini “İslami hükümlerin düşmanla barış yapılmasını yasaklamasıyla” açıkladı. Yani “Ne barış olur ne de Yahudilerin Filistin’deki hakları kabul edilir.”

İşte bu tamda İsrail sağının istediği tutum, çünkü işgal ettiği Filistin topraklarını elinde tutabilmesi için karşısında “Barış istemeyen” bir muhatap olmalıydı. Siyasal analist Anthony Cordesman’a göre, “İsrail, El Fetih’e karşı ağırlık olarak gördüğü Hamas’a doğrudan yardım etti.” 

İsrail, CIA’ inde yardımlarıyla bazı El Fetih liderlerini öldürerek hareketin Tunus’a yani uzağa çekilmesine yol açtı böylece alan Hamas’a kaldı. 26 Ocak 2006’da oyların yüzde 56’sını alarak Filistin Özerk Bölgesi seçimlerini kazandılar. Hamas, 2007 Haziranı’nda El Fetih’le çarpışıp Gazze Şeridi’nde iktidarı ele geçirdiler.

Human Rigts Watch’a (İnsan Hakları İzleme Örgütü) göre, “Hamas bu çarpışmalarda esirleri ve muhalifleri yüksek pencerelerden atarak veya hastane yatağında öldürdü”, hatta “Üzerinde Tv yazan bir minibüsten halka ateş açıldı.” Filistin İnsan Hakları Merkezi, Hamas'ın iktidara geldikten sonra başörtüsü takmayan kadınlara yönelik saldırıları meşru saydığını bildiriyor. Yine aynı merkez, Gazze Şeridi’nde tek bir Yahudi bile kalmadı. Yardım kuruluşları, medya ve hatta spor kulüpleri dâhil birçok Sivil Toplum Kuruluşu kapatıldı. İslami olmayan hiçbir kuruluşa izin verilmiyor ve El Fetih tarafından Hamas-Guantanamo adı verilen El-Maştal Cezaevi’ndeki “170 siyasi tutukluya çok ağır işkence uygulandığını” savunan eski mahkûmların islamonline.net adlı sitesinde, Hamas’ın icat ettiği “Korkunç” işkence teknikleri de anlatılıyor.

Gazze Şeridi’nde işsizlik oranı şuanda yüzde 60, üretim adına hiç bir şey yok, ancak Hamas, AB insani yardım fonlarından gelen paralarla yandaşlarını kamu hizmetine alıyor. Yani şuan Hamas’ın üç çalışanından biri memur ve Gazze’de, hepsi de Hamas üyesi 70 bin memur var, bir tek bunların eline para geçiyor (hem de oldukça iyi bir para). Halkın yüzde 80’i yardımlara muhtaç durumda çok sefil bir hayat sürerken bu Hamas aristokrasisinin “İhtiyaçları” için müthiş bir kaçakçılık ağı oluşmuş ve oluşturulmuş durumda. Mısır ile Gazze arasındaki yaklaşık 1500 tünel var ve bunlar Hamas (Gazze) ekonomisinin bel kemiği durumunda. 

Bazı tünelleri Hamas inşa ediyor ve her birini 170 bin dolara satıyor, tünel açma izni verdiğinde 16 bin dolar alıyor. Üstelik buradan gecen mallardan haraç alıyor, bu da milyonlarca dolar getiriyor. Tünellerden aklınıza gelecek hemen her şey geçiyor; parçalar halinde taşıt araçları, gıda, giyim, mobilya, inşat malzemesi, canlı hayvan ve silah… Örneğin yakın bir tarihte 120 Japon arabası parçalar halinde geçti. Halk ne kadar fakirleşirse, Hamas o kadar zenginleşiyor. Yukarıdakiler cabası yine örneğin Hamas’ı Filistin için savaşan mazlum bir örgüt diye gösterenler, İsrail bombalarına karşı sığınak yapmadığından ve Hamas önde gelenlerinin ciplerle gezindiğinden söz etmiyorlar.

Al-Rimal adlı büyük mağazada dondurulmuş deniz ürünlerinden, sıfır yağlı yoğurda kadar her şey yeni zenginlerin emrinde. Roots Club adlı başka ünlü bir restoranda yer bulmak çok zor, hesap ortalama bir Gazzeli’nin aylık ücretini aşıyor.

Fransız La Croix gazetesinin 15 / 12 / 2009 tarihli haberine göre Mısır, Gazze’ye yönelik kaçakçılığı önlemek için, tünelleri kullanılmaz hale getirecek çelik bir duvar örmeyi kararlaştırdı. 10 km uzunluğunda 30 m derinliğinde olacak bu duvar, ortalama 20–30 m derinde olan ve 800 m uzunluğuna sahip bu tünelleri tamamen devre dışı bırakacak. Mısır’ın bu kadar büyük bir harcamaya katlanacak olmasının temel nedeniyse Hamas dinciliğinin Mısır’ı ciddi bir biçimde tehdit etmesi.

Özetle Hamas kurulduğu andan itibaren bir yardım ağı (sadaka) oluşturdu ve bu ağa, İran ve Arap ülkelerinden gelen yıllık ortalama 30 milyon dolarla finanse ediliyor. Bank Saderat aracılığıyla Hamas’ı finanse eden İran’ın “Yüce Rehber”i Ali Hamaney, 2008’de yardımın ikinci yarıyıl için 150 milyon dolara çıkartılacağını bildirmişti. Bu rakam eğer gerçekleştiyse adam başına 200 dolar eder ki, herkese yetebilir.

Hamas Kuruluş Belgesi’ne (Hamas Şartı) göre, “Madde 9: ‘Kur’an devletin anayasasıdır’; Madde 28: ‘İsrail, Yahudileri ve Yahudiliği nedeniyle İslamiyet ve Müslümanlara karşı bir meydan okumadır’ ve Madde 7: ‘Vakit, Müslümanlar Yahudileri yok etmeden gelmeyecektir.” Aynı belgeye göre, “Filistin’in tamamı, Müslümanların tümü için kıyamet gününe kadar İslami vakıftır’ "Allah’a adanmış mülk!" Bu belge, Hamas'ın hedeflerini “Filistin’de İslami bir devlet kurmak, Batılılaşma ve laiklikle mücadele” biçiminde belirlenmektedir. Nitekim Hamas’ın iktidara gelmesiyle, siyasi kanat liderlerinden Nizar Riyad, “Birkaç saat sonra Gazze Şeridi’nde laiklik sona erecek ve buna ait hiçbir şey kalmayacak. Bugün sapkınlığın sonudur” diyecekti.

Uluslararası Af Örgütü’nün (Amnesty International) 10 Şubat 2009 tarihli raporuna göre, 3 hafta süren İsrail saldırılarında 1300 Filistinli öldü. Öte yandan Af Örgütü temsilcisi Donatella Rovera’nın soruşturmasına göre, Hamas’da siyasi karşıtlarını “İsrail’le işbirliği yapıyor” bahanesiyle tasfiye ediyor: “20’den fazla insan, mücahitler tarafından öldürüldü. Birçok insanın, sakat kalmasına yol açacak bir şekilde bacağına, dizine veya başka yerine ateş edildi. Çok sayıda insana işkence edildi. Birçok insan evinden kaçırıldı, sonra ıssız yerlere veya hastane morglarına ölü veya yaralı olarak bırakıldı. Hastanede tedavi gören bazı yaralılar öldürüldü. Çok sayıda kurban ise, Hamas’ın misillemesinden korkarak konuşmuyor.”

Sınır Tanımayan Gazeteciler (Reporters Sans Frontieres) örgütünün 16 Şubat tarihli raporuna göre de “Gazze Şeridi’nde, yöneticilerin söylediklerinin aksine, gazeteciler İslamcı hareketi eleştirmekte, diğer siyasi grupların görüşlerini aktarmakta veya farklı görüşlerini aktarmakta özgür değiller.” 

Eski Kanada adalet bakanı ve parlamento üyesi, Montreal McGill Üniversitesi hukuk profesörü ve dünyanın en önde gelen uluslararası hukuk uzmanı Irwin Cotler, bölgede yaptığı incelemelerden sonra 16 Ocak 2009’da bir bildiri yayınladı. “Hamas’ın çarpışma taktikleri ve ideolojisi, uluslararası insancıl hukuk kuralarının sistematik ihlali konusunda en mükemmelinden bir okuldur” iddiasında bulundu ve ekledi; "Bugün dünyada silahlı çatışmalara ilişkin uluslararası anlaşmaları bu denli sistematik bir şekilde ihlal eden başka bir örnek bulmak olanaksızdır.”

Cotler’in iddialarına göre, Hamas uluslararası hukuku 6 noktada ihlal ediyor: 1) Sivilleri bilinçli bir şekilde hedef alıyor, bu bizatihi bir savaş suçudur. 2) Hamas’ın İsrail cevabından korunmak için apartman, cami veya hastane gibi sivil binaları bomba atmak veya ateş etmek için kullanması savaş suçudur. 3) İnsani simgelerin saldırıları gizlemek için kullanmaları… Örneğin mücahitlerin veya silahların taşınması için ambulans kullanmakta veya bir mücahit hastanede doktor kılığına girmekte ya da BM (Birleşmiş Milletler) logosu ve bayrağı kullanmaktadır. Bütün bunlar savaş suçudur. 4) Örneğine şimdiye kadar çok az rastlanan bir suç da, “Jenoside doğrudan ve halka yönelik şekilde çağrı”dır. Hamas Şartı’nda da bu hüküm yer almaktadır. 5) Hamas saldırıları mümkün olduğu kadar en fazla sayıda sivil öldürmeye yöneliktir. 6) Çocukların silahlı çatışmalarda kullanılması bir savaş suçudur.

Başka bir rapora göre, “Restoranlar, internet kafeler, kafeler, düğün salonları yakılıyor. Hamas, Gazze Şeridi’ndeki Filistinlilerin özgürlüğü için çarpışmıyor adeta İsrail’in yayılmacı ve faşist politikalarını desteklemek için silahların diliyle konuşuyor. Hamas’ın barışı reddeden ve İsrail’i haritadan silmeye yönelen söylemi, İsrail’in arayıp da bulamadığı gerekçeyi oluşturuyor. Böylece hem Filistinli dinciler hem de İsrailli dinciler sahnenin ön tarafını işgal ediyorlar. İki tarafta birbirini besliyor, büyütüyor, geliştiriyor. Gerçek barış yanlıları ve Filistin halkı için gerçekten bir şeyler yapmak isteyen samimi insanlar ise, davaya ihanet safsatasıyla susturuluyorlar."

Hamas gibi marjinal ve Türkiye’de İHH gibi sözde yardım dernek ve kuruluşlarının sadaka kültürünü dini söylevlerle öne çıkarıp hem küresel hem de siyasal rant elde etmek isteyen birey ve bireyciklerin alt edilmesinde yatmaktadır mesele, yani emperyalist bu saldırı dalgasına karşı topyekûn bir enternasyonalist çizgi çıkış noktası olabilir. Bunun adı da “Din, dil, ırk ayrımı gözetmeksizin” halkları kucaklayacak olan ve ezen - ezilen meselesinde ki temel çelişkiyi çözümleyen sosyalist programıdır. Özetle “Filistin sorunu” ancak savaşan düşman kardeşlerin sahneden indirilmesiyle çözülme sürecine girebilir. Bu da sosyalizmin bilimsel öngörüsüyle mümkündür.

Bugünse kafası karışık gençliğin Filistin mücadelesini Hamas’la başladığını zanneden ya da öyle olduğunu kabul eden anlayışında Filistin direniş tarihini iyi öğrenmesi gerekiyor. Filistin’de yitirilen Türk ve Kürt devrimcilerin ve “Devrim, bizim ahlak yasamızdır” şiarını Filistin sokaklarına kazıyan George Habash’ların, “Dünyaya taş atmayı biz öğrettik” diyen Leyla Halid’lerin tarihini de.

Çünkü özellikle bugün İsrail’in Filistin’i işgal ve ablukasında Erdoğan'ın çemkirmesi Filistin için değil Hamas içindir. Bu yüzden Filistin SOL'dan bakanların meselesidir. Sosyalistler için Filistin ne siyasal İslamcı iktidarın demagoji alanı ne de gerici Hamas gibi salt Gazze ve Kudüs’le sınırlıdır. Filistin’in bağımsızlığı ve özgürlüğü solun onurudur. Filistin kimliğimizdir.

Dünyanın neresinde emperyalist işgal, zulüm, baskı ve sömürü varsa oraya gitmeye hazırdır devrimciler. Bu Vietnam, Kamboçya, Laos veya Filistin olabilir. Örneğin emperyalizm Irak ya da Filistin yerine Polonya gibi ülkelere baskı ve sömürü yoluyla işgal etmeye kalksa orada da tutumunu belli eder. Emperyalizme karşı savaş milliyetçilik ile değil enternasyonal yolla yapılmalıdır. Velhasıl, Filistin siyasal İslam’ın davası falan değildir, duruşu retorik ve demagojiden öteye gitmez. Siyasal İslam ABD ve İsrail’in müttefiki, taşeronu, uşağıdır. Filistin direnişine en büyük zararı vermiştir. Tarihi de riyakarlığın ve ikiyüzlülüğün tarihidir.

İslamcılar, İsrail'e karşı Filistin'i salt Kudüs'le sınırlandırıyorlardı. Şimdi ise Gazze ile. Hatta Türkiyeli devrimciler Filistin direnişine destek vermek için Filistin’e gittiğinde, devrimcilere terörist diyorlardı.

Son olarak...  

Her ne olursa olsun geçmişte Filistin'deki sol hareketler "direniş"e bir bütün olarak bakmayı öğretti. Filistin'deki sol/sosyalist direniş örgütleri başta olmak üzere uluslararası sol örgütler sayesinde dünya Filistin direnişine sempatiyle bakıyor ve meşruiyet katıyordu. Hamas gibi çetevari yanıltıcı siyasi oluşumlar sayesinde şuan herkes Filistin'in haklı mücadelesine temkinli yaklaşıyor. 

Netice itibariyle Hamas’ın yolu seküler Arap siyasetini bitirmek isteyen ABD ve İsrail'e hizmetin gayri meşru yoludur. Bu yolu meşru gören sol da kül olmayı hak ediyor.

Ek: Deniz'in yanı sıra Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’da Filistin'e destek için kamplara katılan devrimcilerdendi. Bugüne kadar 3 bini aşkın devrimcinin Filistin'e gittiği biliniyor. Bununla birlikte PKK gerillaları 1982 yılında İsrail’in işgalinde Filistinlilerle yanyana savaştı ve 11 PKK gerillası şehit, 15’i de esir düştü. Dolayısıyla Türkiyeli devrimciler gibi Kürt gerillalarıyla Filistin gerillaları siper arkadaşıydılar, tıpkı Türkiyeli Marksistler gibi. Günümüzdeyse solcuların destek verdiği Filistinliler bugün yok. Yerlerini vahşi, ilkel ve kafa kesici radikaller aldı. Sırça köşklerinde oturup, hamaset nutukları atan elit siyasal İslamcıların bugüne dair sadece Gazze'yi Filistin sanan, Filistin diye de Hamas için gözyaşı döktüğü, sinsi bir zihniyet.

Filistin coğrafyasında siyonist İsrail devletinin katliamlarını ifşa etmek 'İsrail bir terör devletidir' demek gerici dinci akımlara kolay geliyor. 9 yıldır benzerini burada aynısını sistematik yapıyorlar. Filistin meselesinde önümüze düşen fotoğraflar silsilesi her gün Türkiye'de önümüze düşüyor.

10 Haziran 2010 Perşembe

Solculuğun yolu Filistin’den, sağcılığın ise ABD’den geçer

Deniz Gezmiş'in Filistin Halk Kurtuluş Ordusu üyelik kartı
Milli görüş tabanlı siyasal İslamcı İHH Gazze’ye yardım gemisi yola çıkardı Türkiye birden bire anti-Siyonist (dikkat edin anti-emperyalist değil) topyekûn İsrail karşıtı oluverdi. Herkesin elinde bir Filistin bayrağı bir de İsrail. Filistin bayrağını “yanınızdayız” diye İsrail bayrağını da yakmak için taşır oldu yığınlar. Yanlışlıkla arada bir Amerikan bayrağı yakanlar da oldu ama ciddiye almamak lazım derim kendini bilmez birkaç cahil.

Malumunuz İmam Hatipli bir başbakanımızda var ve bu işin öncülüğünü hassas noktalarıyla birlikte yürütüyor. Malumdur birincisi Hamas, ikincisi mensup olduğu resmi ideolojisi. Zaten ikincisi birincisini destekliyor. Birinci yoksa ikincisi, ikincisi de yoksa hiçbir dengeleri yok. Beslendikleri yer ve tek kaynak orası. Din! Yanlış, yontulmuş, alaşağı edilmiş, revize edilmiş bir din.

Bizi geçtim (halk yığınlarının) Amerika bunlara son çeyrek yıldır böyle kandırıyor, saldırıyor ve korkutuyor bunlarda din üzerinden kendini savunuyor. Amerika “medeniyetler arası diyalog ve barıştan” söz ederken dinler arası savaştan söz ediyordu bunu bir türlü anlayamadılar. Normaldir. Bizim kendilerine olan güvenimiz yok, (yani mevcut iktidarlara) onlarda ne denirse tersini yapıyorlar, sanırım bu işi ağababalarından yani Amerika’dan öğrendiler. E, insan yaşadığı yere benzermiş diye bir söz var bunlarda gece gündüz Amerikalı bürokratlarla düşüp kalka kalka onlara benzediler.

Daha dün Irak işgal edilirken bizim İmam Hatipli “Amerikalı askerler evlerine biran önce dönsünler” diye “dua ediyoruz” diyordu. O zamanda Iraklı çocukların üzerine tıpkı bugün Filistinli çocukların başlarına atılır gibi kurşun ve roket atılıyordu. Bizim İmam Hatipliler o dönem sosyalistlerin aldığı tavrı bugünde almıyorlardı. Örneğin ABD ablukası altında yaşayan Küba'da, 1973'ten beri İsrail ile diplomatik ilişki yürütmüyor. Keza ilk Gazze saldırısında Venezüella lideri Chavez kendi ülkesindeki İsrail büyükelçisini ülkesinden kovarken İsrail’de bulunan Venezüella elçisini geri çekip bütün ilişkilerini kesiyordu. Bolivya’da öyle Nikaragua’da. Demek ki lafebeliği yapmadan bütün bunlar yapılabiliyormuş. Üstelik bu ülkeler Müslüman değil ve hiçbir çıkar ilişkileri de yok konumuz olan ülkelerle. Bizim İmam Hatipli de ''one minute'' dedi diye Davos’u sarstı diyerek manşetlere çıkıyordu. Hem de önceden hazırlanmış ve üzerinde “Davos fatihi” yazılı pankartlarla. O gün şöyle yazmıştım: Loud noise (Gürültü çıkarmak) bu bence bir gürültü çıkarmaydı ve yerel seçimlere yansımasıysa % 5 oldu. Anlayacağımız şudur ki, yerel seçimlere yatırım yapan AKP zihniyeti şimdide Gazze ve Tel Aviv üzerinden bilinçsiz halk yığınlarının dini duygularını kullanarak ve gerekirse de sokağa dökerek bir % 5’lik puanı cebine indirmiş gibi görünüyor.

Dedik ya bizim İmam Hatipli çok zeki ya yine aynı bilinçsiz halk yığınlarını kullanıyor. Tamam, bende kabul ediyorum ki vatanlarımız ayrı ve uzak olabilir ama Filistin’de İsrail siyonizmine fedakârca direnirken can veren diğer Filistinlilerle birlikte 1973'lerden başlayan bir süreç var, o da Bora Gözen'li, Deniz Gezmiş'li dönemdir. Örneğin Bora Gözen, mermileri bitince süngülenerek şehit edildiğinde yoldaşlarıyla birlikte bizim Müslüman güruhumuz dönemin solcuları için “terörist” diyordu. Keza Deniz Gezmiş başta olmak üzere pek bilinmez ama Hüseyin İnan’da dahil birçok değer oralarda FKÖ’ye destek vermek için eğitim aldı ve destek sundu yine yazar Faik Bulut 7,5 yıl İsrail hapishanelerinde esir edildi. Dün Filistinliler için can veren devrimciler bu kesimlerce terörist ilan edilmedi mi? Tıpkı Mahir’lerin infaz ettiği İsrail Başkonsolosu Elrom için köşelerinden “katiller” diye bağırmadı mı Türk burjuvazisi? Anlayacağınız Elrom eyleminin bedeli ağırdır ve bu bedeli ödemekten geri kalmamıştır Mahir’ler. Anlayacağınız 68’de solculuğun yolu Filistin’den, sağcılığınsa ABD’den geçiyor. Bu dünde böyledir bugünde yarında böyle olacaktır.

Bugünse bay İmam Hatipli kameralar karşısında Azerbaycan ve Suriyelilerle kamuoyuna açıklamalar yapıyor. Doğalgaz antlaşması yapmış Azerbaycan’la ve zam yokmuş… … “Kimi kandırıyorsun sen” yaz ayında doğalgaz tüketimi ne kadar ki asıl siz zammı falan filan kış ayına girince görün. Sonra birde şu Esad kaypağı çıkıyor İmam Hatipliyle “Türk ve Arap kanı birdir” diyerek yer edinecek. Şu tabanı yağlayıp kaçan Araplardan söz ediyor Esad… Gazı veriyorlar İmam Hatipliye: “Aslan ya şu hacı Tayip… Yaşa be Recep… Abdullah biraderimiz… Sizler bu Yahudilere ne biçim ders verdiniz be, helal size bu yollar” diyorlar bizimkisi de İstanbul - Ankara arası evinde şavşatalı yaşamını sürdürürken gazada geliyor, galeyana da. Kim için peki, Türk bayrağı bundan sonra Filistin sahillerinde dalgalanacaktır diye acayip şeyler ve Türkiye Ortadoğu’da güya lider olacakmış diye.. Bu yüzden Arap âlemi gerçekten de göründüğü gibi komiktir. Bunlar dünyanın en korkak, en beceriksiz, fakat en şamatacı ve yaygaracı adamlarıdır. Yahudi düşmanlığı sayesinde atıkları nutuklarla sadece bu tip adamlar zengin olmuştur. Bu nutukları bol bol atıp kendi halklarını uyuturlar, bu yolla da hırsızlık düzenlerini sürdürürler falan. İş bizimkisinin de farkı yoktur ya neyse.

O da biliyor ki Amerika ve İsrail kendisinin ipini çekmektedir ve yavaş - yavaş altı oyulmaktadır. O da son çığlıklarını atıp, son oyunculuğunu sergiliyor… Birde şu Ortadoğu'lu olmak konusu bunu da “demokrasi”, “özgürlükler” gibi moda kavramlar haline dönüştürdüler. Güya biz Ortadoğu’nun bir parçasıymışız… Bu “Ortadoğulu olmak” yaygarasını en son diline pelesenk haline getirende Ece Temelkuran oldu hatta hızını alamayıp bunun üzerine bir kitap bile yazdı… Baştan sona melankoli bir şekilde menopozlu kadın rolünde “Bağdat, Bağdat” diye kendini paralayıp duruyor. Oysa biz doğuştan ve doğamız gereği Ortadoğulu değiliz, olmadıkta böyle bir saçmalığa sadece ortada kalanlar inanabilir.

Siz bakmayın kıvıranlara onlar bildikleri en iyi işi yapıyorlar. Herkes bilmeli ki, Türkiye’de ki devrimci bir kıvılcım Ortadoğu’yu hatta Batı’nın o muhteşem medeniyetini değiştirebilir.