26 Aralık 2016 Pazartesi
15 Temmuz 2016 darbesi üzerine…
24 Aralık 2016 Cumartesi
Çöküş
16 Aralık 2016 Cuma
6 Aralık 2016 Salı
İdeolojik kararlılığını unutmayacağız
"Hadi gidelim dostum, öcünü almak için haksızlıkların.
Asi yıldızlar parlasın alnımızda. Yenemezsek ölürüz, ne çıkar."
(Che Guevara)
Fidel baskıcı mı, diktatör mü, yasakçı mıdır? Evet, insanın insanı sömürmesini ülkesinde yasaklamış, insanların eğitim, sağlık gibi temel insani ihtiyaçları parayla satın almalarını ülkesinde yasaklayarak belki de bu yüzden hayatının son saatlerinde adının, portresinin enstitüler, sokaklar, parklar gibi kamu alanlarında kullanılmaması ve büstü ile heykelinin hiçbir zaman dikilmemesi konusunda ısrar etmesi "Size önemsizliği bırakıyorum"la herkese topyekun birer cevap niteliğini taşıyan birisi Fidel..
1 Kasım 2016 Salı
Şairler isyan edin..
Bilinir ki şairlerin hükümdar, büyücü, kutsayıcı, kahin vb. kimlikleri olduğu gibi: anarşist, zampara, iktidar karşıtı ya da işbirlikçisi, korkak ya da deli cesaretine sahip olma gibi özellikleri de elbet olmuştur. Yine içlerinde, diktatörlerin aracını bombalamaya çalışanları da vardır Alexandros Panagoulis gibi: arkadaşını ihbar edende... İspanya İç Savaşı’nda cephede yer alanı da vardır, Franco’nun faşistleri tarafından 38 yaşında öldürülen Federico García Lorca’da, Endülüs’ün raks eden tarafını görenler de.
Birde devletin örtülü ödeneğinden para alan Yahya Kemal’i, Necip Fazıl’ı, Peyami Safa’sı da vardır, ya da Samim Kocagöz’ü cuntacılara ihbar eden ve onu Çiğli Askeri Havaalanı’ndan, elinde telsizle uğurlayan muhbir şairi de vardır, hem de edebiyat dünyasının içinden.
Hakikaten, devlet neden şairlerin arasına istihbarat elemanı göndermiyor artık? Bu elemanlar çok ustalaştı da kendilerini deşifre mi etmiyorlar, yoksa şairler ve şairlik önemsizleşti de, bu nedenle tayini şiire çıkan polis kadroları maaş bordrolarından artık kaldırıldılar mı?
Yoksa kendilerine kıyak emeklilik yasası çıkaran milletvekilleri kendilerine maaş zammı yapınca, unutuldular mı?
Örneğin Haçlı Seferleri’ni örgütlemeye çalışan Lord Byron, örneğin Osmanlı’ya karşı zabit üniformasıyla bir Puşkin… Şöyle söylenebilir belki, üniformalı aydın, sanatçı, şair de çıkabilir / çıkabilmiştir de. Öyle ya Halide Edip’i onbaşı rütbesiyle görebiliyoruz, kınamamız mı gerekir onbaşı rütbesiyle Halide Edip’i, bilemiyorum?
Fakat yine de içinde Mayakovski’nin demir - çelik şiirlerini de görebiliriz ya da Nâzım’ın şiirlerinde koskoca bir Kuvay-i Milliye Destanı’nı ve/ya da proleterlere ithaf edilmiş şiirleri, tıpkı Aragon’un, ikinci emperyalist (paylaşım) savaşı döneminde kendi aşkından söz edenleri eleştirdiği Mutlu Aşk Yoktur şiirini. Ya da Gladkov’un Fabrikasını... Neruda’nın ve Brecht’in anti-militarist tavrını… Ahmed Arif’in Anadolu’sunu…
Sahi şair ne yapar, Ataol Behramoğlu, Nihat Behram, Nevzat Çelik, Yılmaz Odabaşı, Ahmet Telli?
Namık Kemal’in hükümette çekilen restini seveceğiz elbette ama Hilmi Yavuz, İsmet Özel nereye düşebilir durum olarak, iktidarın günahlarına ortak olmak mıdır şair, düşer mi sizce payına?
Bir şairin ırkçılığa yakın yerlerde dolaşması, onun şiirini değersizleştirir mi? Sahi sizinde işinize yarar mı şiir? Şair, sizin içinde değiştirebilir mi bi’şeyleri, yarar mı sizce işe?
Sizi bilemem ama bence şiir: halkların anadilidir, dünyada her şey susturulabilir, baskıya uğrayabilir ama kimsenin gücü yetmez şiire, Kur’an’da yeri vardır bildiğim kadarıyla, isyana sevk eder şiir, dinlenmesin - okunmasın, günahtır diye. Yeterlidir sanırım bu da.
Terimler masum değildir, sermayenin sınırsız tahakkümünün diğer adıdır neo-liberalizm, yani “suçlu” terimlerdendir. Demokrasiyi mecliste temsil tahakkümüne kapılıp, şairlik yapanlara hayır!
Şairler isyan edin! İsyan edin, isyan edin!
Monika Ertl ve bir Colt Cobra 38 Special marka silahın ardından
Monika Ertl, Nazilerin propaganda filmlerini çeken Hans
Ertl'in kızı olmanın dışında, Almanya’da fazlaca bilinen biri değildi. Ta ki, 1
Nisan 1971 saat 09:30'da Hamburg Bolivya konsolosluğunun kapısını çalana kadar.
Yer; Hamburg, Almanya, genç ve güzel 34 yaşındaki şık bir kadın Hamburg Bolivya konsolosluğuna girdiğinde saat 09:40, tarih 1 Nisan 1971 sabahıdır. Kabul edilmeyi beklerken ofisi süsleyen tablolara kayıtsızca bakar. Koyu renk, yünlü şık bir takım elbise giyen Bolivya konsolosu Albay Roberto Quintanilla, ofisine girer ve günler öncesinden röportaj talep eden, Avustralyalı (Avusturya halk oyunları öğretmeni olarak) olduğunu iddia eden bu kadının güzelliğinden etkilenerek onu selamlar.
Kısacık bir an için yüz yüze gelirler. İntikam, bu çekici kadının yüzünde somutlaşır. Gözlerinin içine dik dik bakar ve konuşmaksızın bir silah çeker, üç el ateş eder. Ne direnme ne karşı koyma ne de mücadele olur. Atış hedefe ulaşır. Kaçarken çantasını, bir peruk, bir Colt Cobra 38 Special marka silah ve üstünde İspanyolca “Victoria o muerta”, (Ya zafer ya ölüm – ELN) yazılı bir kağıt parçasını ardında bırakır.
18 Ekim 2016 Salı
‘We Can Do It!’ posterinin arkasındaki hikaye
Fotoğraf hemen sonra, savaş döneminde halka moral vermek amacıyla posterler yapmakla görevli sanatçı J. Howard Miller’a gönderildi. Miller ise fotoğraftan aldığı ilhamla, daha sonra efsane haline gelecek “We Can Do It!” posterini çıkardı. 6 milyon kadın bu çağrıya kulak vererek savaş zamanında iş gücüne dâhil olmuştur.
8 Mayıs 2016 Pazar
The Great Dictator / Büyük Diktatör: Kendinizi ümitsizliğe kaptırmayın!
İşte aşağıda okuyacağınız metin Charlie Chaplin'in Büyük Diktatör filminin finalinde yaptığı bu dört dakikalık konuşmasıdır. Bu arada, Chaplin'in “Büyük Diktatör” filminden sonra bir daha asla Şarlo karakterini canlandırmadığını da belirtelim. Kim bilir, belki de yukarıdaki sözünde de dediği gibi, Şarlo'nun İngilizce konuşarak tüm dünya yerine sadece İngilizler (ve İngilizce konuşanlar) tarafından anlaşılmasını istememiştir. Kim bilir, belki de bu yeni seslendirme teknolojisini Şarlo'nun o masumiyetini ve saflığını bozacak teknolojik bir unsur olarak görmüştür... Kim bilir?
“Üzgünüm ama ben imparator olmak istemiyorum. Bu benim işim değil. Ne kimseyi idare etmek ne de ülkeleri fethetmek istiyorum. Elimden gelse, herkese, ister Yahudi, ister zenci, ister beyaz olsun tüm insanlara yardım etmek isterim.
Hepimiz karşımızdakine yardım etmek isteriz. Bütün insanlar böyledir. Karşımızdakinin mutluluğunu görmek isteriz, üzüntüsünü değil. Birbirimizden nefret etmek ve birbirimizi hor görmek istemeyiz. Bu dünyada herkese yetecek yer var. Ve toprak hepimizin ihtiyacını karşılayacak kadar bereketlidir.
Hayatın bize çizdiği yol özgürlük ve güzelliklerle dolu olabilir, ama biz bu yolu yitirdik. Hırs insanların ruhunu zehirledi, dünyayı bir nefret çemberine aldı, hepimizi kaz adımlarıyla sefaletin ve kanın içine sürükledi. Hızımızı arttırdık ama bunun tutsağı olduk. Bolluk getiren makineleşme bizi yoksul kıldı. Edindiğimiz bilgiler bizi alaycı yaptı; zekâmızı ise katı ve acımasız. Çok düşünüyoruz ama az hissediyoruz.
Makineleşmeden çok insanlığa gereksinimimiz var. Zekâdan çok iyilik ve anlayışa gereksinimimiz var. Bu değerler olmasa hayat korkunç olur, her şeyimizi yitiririz.
Uçaklar ve radyo bizleri birbirimize yaklaştırdı. Bunlar, doğaları gereği, insanın içindeki iyiliği ortaya çıkarmaya, evrensel kardeşliği oluşturmaya ve hepimizin birleşmesini sağlamaya çalışmaktadır. Şu anda bile sesim dünyadaki milyonlarca insana, milyonlarca acı çeken kadın, erkek ve çocuğa, suçsuz insanları hapse atan, işkence eden bir sistemin kurbanlarına ulaşıyor. Beni işitenlere şunu söylemek istiyorum: “Kendinizi ümitsizliğe kaptırmayın!” Üstümüze çöken bela, vahşi bir hırsın, insanlığın gelişmesinden korkanların duyduğu acının bir sonucudur. İnsanlardaki bu nefret duygusu geçecektir, diktatörler ölecek ve halktan zorla aldıkları iktidar yine halkın eline geçecektir. İnsanlar ölmeyi bildikleri sürece özgürlük asla yok olmayacaktır.
Askerler! Sizleri aldatan, sizleri köle gibi kullanan, ne yapmanız gerektiğini, nasıl düşünmeniz gerektiğini ve nasıl ölmemiz gerektiğini söyleyen bu zalimlere asla boyun eğmeyin. Sizleri bir hayvan terbiye eder gibi şartlandırıp topun ağzına sürenlere boyun eğmeyin. Kafaları ve kalpleri bir makine gibi olan bu adamlara boyun eğmeyin. Sizler birer makine değilsiniz. Sizler insansınız! Kalbiniz insanlık sevgisiyle dolup taşmaktadır!
Nefret etmeyin! Yalnızca sevilmeyenler nefret eder... Sevilmeyenler ve anormal olanlar!
Askerler! Kölelik uğruna savaşmayın! Özgürlük için savaşın! St. Luke'un İncil'inin on yedinci bölümünde cennetin tek bir adamda ya da bir grup insanda değil tüm insanların içinde olduğu yazılıdır. Siz insanlar güçlüsünüz. Makineleri yapacak güce sahipsiniz. Mutluluğu yaratacak güç sizdedir! Bu hayatı özgür ve güzel kılacak güce sizler sahipsiniz. Bu hayatı olağanüstü bir maceraya çevirecek olan yine sizlersiniz. Öyleyse, demokrasi adına bu gücü kullanalım ve birleşelim. Yeni bir dünya için savaşalım.
Herkese çalışma şansı verecek, gençlere gelecek, yaşlılara güvenlik sağlayacak bir dünya için savaşalım.
Zalimler de böyle sözler vererek iktidara geldiler. Ama yalan söylediler! Sözlerini tutmuyorlar. Hiçbir zaman da tutmayacaklar! Diktatörler kendilerini kurtarır ama halkı köle gibi kullanır. Artık dünyanın özgürlüğü için savaşalım, hırstan, nefretten ve hoşgörüsüzlükten kendimizi arındıralım. Sağduyulu bir dünya için savaşalım, bilimin ve gelişmenin bizleri mutluluğa götüreceği bir dünya için savaşalım. Askerler, demokrasi adına birleşelim!
Hannah beni duyuyor musun? Nerede olursan ol, başını kaldırıp bak! Bak, Hannah. Bulutlar dağılıyor! Güneş çıkıyor! Karanlıktan aydınlığa çıkıyoruz! Yeni bir dünyanın eşiğindeyiz. İnsanların nefretten ve gaddarlıktan arındığı yepyeni bir dünyaya yaklaşıyoruz. Başını kaldırıp bak. Hannah! İnsan ruhu kanatlandı ve uçmaya başladı artık. Gökkuşağına doğru uçuyor, umut ışığına doğru uçuyor. Başını kaldırıp bir bak Hannah! Bir bak!” (Charles Chaplin, 1940 - Amerika, Komedi, Dram, Savaş)