30 Aralık 2019 Pazartesi

Antifa’nın kayıp tarihi - 2

Antifa'nın Engelmann Arena'da düzenlediği anti-faşist miting, 1932.
Hitler Almanya'sı 1945'in sonlarında ve 1946'nın başları çöktükten sonra Antifalar yaklaşık dört yıl boyunca Alman siyasi sahnesinden kaybolacaktı. Çoğu insanın terimi ilişkilendirdiği modern Antifa, adını aldığı hareketle pratik bir tarihsel bağlantıya sahip değildi, bunun yerine Batı Almanya'nın 1980’lerde gecekondu sahnesinin ve otonomist hareketin bir ürünü olarak gelişti. 1968'in kendine özgü bir büyümesi olan İtalyan direnişi (Ulusal Faşist Parti'ye karşı partizanlar ele alındığında) anti-faşist mevzilenmede meslektaşlarından daha endüstriyel işçi sınıfına yönelmişti. İlk Antifa, on binlerce aktif üyeyi temsil eden ve bazı Batı Alman metropollerinde tüm şehir bloklarını işgal edebilen otonomist bir hareketle Ulusal Demokrat Parti (NPD) gibi aşırı sağ gruplara karşı örgütlenmek için platformlar olarak işlev gördü.

En aşırı faşist sağ, 1990'ların başlarında çeşitli doğu yerlerinde sığınmacılara yönelik şok edici saldırılarla ifade edilen Berlin Duvarı'nın yıkılıp, Almanya'nın yeniden birleşmesinin ardından yeniden inşa edilmeye başladıkça, Antifa giderek kendi başına bir hareket haline geldi Antifaschistische Aktion ve Bundesweite Organizasyonu olarak.

Genç aktivistlerin daha geniş bir sosyalist ve politik sola ayrılmalarından ziyade, büyük şehirlerin dışındaki Antifalar genellikle şehirdeki tek politik oyun ve kendi moda stilleri, müzik sahneleri ve argo ile karşı-kültürel bir alan işlevi görüyor, daha geniş bir toplumda köklü bir kitle hareketinin bir bileşeni olmaktan çok 2001 yılında Antifaschistische Aktion ve Bundesweite Organizasyonu bölünmesinden sonra, Antifalar yerel ve bölgesel şekilde aşırı sağ gösterilere ve toplantılarına karşı çıkan anti-faşist ağları olarak çalışmaya; 1970’ler ve 1990’lar arasında inşa edilen çözülme ve altyapı kalıntılarıyla, radikal sol için önemli örgütlenme ve sosyalleşme alanları olarak hizmet etmeye devam etti.

Hareket, 1990'ların sonlarından bu yana sürekli olarak küçüldü, ideolojik çizgiler arasında parçalandı ve orijinal otonomist stratejilerini şehirleşme modellerine ve sağ popülizmin yükselişine göre ayarlayamadı. En umut verici (Dresden gibi şehirlerde neo-Nazi yürüyüşlerine karşı kitlesel seferberliklerin yanı sıra müdahaleci sol şeklinde yeni, belirgin bir otonomist akımın oluşması gibi) canlanma yerine bir ayrılışa işaret etti klasik Antifa stratejisini.

Bazıları, bugünden dolayı Avrupa tarzı neo-faşist hareketlerin Amerikan kıyılarına gelmesiyle, Avrupa Antifa taktiklerini de buna göre ithal etmenin zamanı geldiğini iddia ediyor olsa da, bugünün Antifa'sı, kendi gücümüzü çekebileceğimiz politik bir zaferin ürünü değil. Onlar sosyalizmin yenilgisiyle birlikte Nazizm’e ve dirilen küresel kapitalizme ve daha sonra otonomist hareketin ardından birçok Alman şehrinin neoliberal dönüşü ve kapsamlı soylulaştırılması karşısında konum alıyordu.

Antifa, gençliği radikalleştirmek için önemli cazibe kutupları olarak işlev görmeye devam etmesine ve aşırı sağın birçok Avrupa ülkesine nadiren kabul edilmediğini garanti etmesine rağmen, siyasi formu, kendi estetik ve retorik tarzında ve kitlelere erişilemeyen özel bir nitelikte.
Anifa’nın kuruluşuna önderlik eden Almanya Komünist Partisi (KPD) lideri Ernst Thälmann liderliğindeki KPD, Anti-Faşist Eylemi açıklamak ve destek aramak için birçok konferanslar ve de pek çok şehirde, grevler için birlik komiteleri, toplantı yerlerini korumak adına da Nazilere karşı kendini savunma, organizasyon binaları, mahalleler için toplantılar düzenledi ve o toplantılara da liderlik etti. Thälmann, 1924’te Reichstag (Parlemonta) üyesiydi. Sonrasında Almanya Komünist Partisi (KPD) başkanı oldu. Ağustos 1944’te Thälmann, Adolf Hitler’in emriyle Buchenwald Toplama Kampı’nda vuruldu. 

Elbette, Antifa'nın 1945'teki deneyimi, günümüz Trump döneminde yeniden dirilen bir savaşla nasıl savaşacağımız konusunda bize eşit derecede az da olsa somut ders sunmuyor değil. Sosyalist solun tarihine bakmak, yirmi birinci yüzyılda çoğaltılacak muzaffer formüllerin damıtılması değil, daha önceki nesillerin kendi tarihsel anlarımızı nasıl anladıklarını ve tepki olarak siyasi örgütleri nasıl inşa ettiklerini anlamakla ilgilidir.

Anti-faşizm, Trump'ın başkanlığı altındaki Amerikan solundaki tartışmaların ön planına çıktığı bugün Alman Antifa'sının taktik ve görsel stillerinin birçoğu Berkeley gibi şehirlerde ve başka yerlerde ortaya çıkıyor olmasının temelinde de işçi sınıfı temeli olmasa da aşırı sağ politikalar yatıyor.

Nihayetinde kökeni komiternin Doğu Avrupa’da başlattığı ırkçılık karşıtı direnişlere dayanmaktaydı. Antifa, anti-faşist kavramının karşılığı, kısaltılmaydı. 70'lerden bugüne ise kendine ‘anarşi’ ve ‘anarko-komünist’ yaftası yapıştıran pek çok kesimin dillendirdiği bir sözcük haline geldi. Her türlü ırkçılığa karşı olunması temel esastı. Son 10-15 yılda özellikle Avrupa ve Güney Amerika’da sol tribünlerde görmeye alıştığımız bir kelime artık Antifa.

Genel olarak Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerinde sol, sosyalist, komünist, anarşist siyaset ve kişilerin; ırkçılık yanlılarına, göçmen karşıtlarına, neo-Nazilere ve emperyalist organizasyonlara karşı doğrudan yer almak yerine kendilerini birleşik ve otonom bir yapı altında konumlandırdıkları mücadele biçimini kullanmasının biçimsel formülasyonu var.

Antifa, çıkış temeli ve doğası gereği hükümetlere, kapitalist sistemlere karşı; yöntemleri ise sıklıkla ana akım sol hareketlerden ziyade anarşistlerle bağdaştırılıyor olsa da günümüzde; Antifa mala zarar verme ve bazen fiziksel şiddet olmak üzere militanca protesto yöntemlerine yönelebiliyor. Amerika’da son dönemde adından söz ettirmeye başlayan anti-faşist aşırı sol örgüt konumuna gelmiş, kutuplaşan Amerika Birleşik Devletleri’de siyasi yelpazenin uçlarında bulunan grup hem internette hem de sokaklarda savaşıyor artık.

Amerika özelinde söyleyecek olursak Trump faşizmine geçit vermemeyi kafalarına koymuş, bu uğurda her şeyi göze almış olan, isimlerinin işaret ettiği gibi, Antifa’lar bu yüzden daha çok sol politikaları desteklemek yerine aşırı sağcı ideolojiyle mücadele etmek üzerine kuruluyorlar.

Trump’ın seçilmesi, Black Lives Matter (Siyahların Yaşamları Değerlidir) hareketi ve farklı anarşist gruplar ile ilişkili olan Antifa hareketi için bir mihenk taşı niteliğinde gibi görünüyor o yüzden.

Fakat anti-faşist ve anarşist, ‘It’s going down’ çöküyor isimli haber sitesini yönetenlerden James Anderson, Trump’ın seçilmesinden bu yana siteye ilginin arttığını, 2015’te günde 300 kez tıklanan internet sitesinin 10 ila 20 bin arasından tıklandığını belirtiyor olmasının kaynağı da belki de bu sebepler.

KPD'nin parti örgütü, Reichstag ateşini takip eden komünist tutuklama dalgası tarafından yok edildi. Binlerce parti görevlisi sözde ülkenin koruyucuları tarafından gözaltına alındı. Almanya Sosyalist Birlik Partisi (Sozialistische Einheitspartei Deutschlands, SED), Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin kurulduğu Ekim 1949 tarihinden Mart 1990 seçimlerine kadar iktidarda bulunan, geleneksel Marksist-Leninist ideolojiyi benimseyen bir komünist partiydi. Öncülü Almanya Komünist Partisi (KPD) ve Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD), ardılı Demokratik Sosyalizm Partisi (PDS)’ydi. 2007'de PDS daha sonra adeta hükümet tarafından yağmalanınca, yine aynı yıllarda WASG ile birleşerek Sol Parti (Die Linke) örgütüne dönüşür. Halihazırda günümüzde varlığını sürdüren Alman Komünist Partisi (Deutsche Kommunistische Partie, DKP) 1968 yılında tekrar kurulan partisidir.

Militan anti-faşizm ya da ‘Antifa’, bu günümüzde Amerika’da da aşırı sağ ile savaşmayı içeren toplumsal devrime dair radikal solcu siyasi görüş ve bu görüşü destekleyenler büyük oranda polisin ve de devletin beyazların üstünlüğü üzerinden uygulamalar geliştirmesini durdurmaya çalışan komünistler, sosyalistler ve anarşistlerden oluşuyor.

Bu üstünlük yerine, Charlottesville’de tanık olduğumuz gibi, faşizme karşı birlikte mücadeleyi savunuyorlar. Dünya çapında çeşitli Antifa grupları olmasına rağmen Antifa sosyalizm ideolojisi gibi birbiriyle uluslararası bağlamda ilişikli bir organizasyon değil.

Antifa, yerel neo-Nazilerin hareketlerini gözlemleyen ve buna göre konum alan özerk anti-faşist gruplardan oluşuyor. Yerel faşistleri komşularına ve işverenlerine teşhir ediyor, toplumsal eğitim kampanyaları düzenliyor, mültecileri destekliyor ve beyaz üstünlüğünü savunan yapılar ve organizasyonları engelliyorlar.

Anti-faşist örgütlenmenin büyük bir kısmı pasif. Fakat kendilerini ve diğerlerini beyazların üstünlüğünü savunan gruplardan fiziksel olarak savunmaya ve faşist örgütlenmeleri ölümcül hale gelmeden engellemeye istekli oluşları onları liberal ırkçılık karşıtlarından ayırıyor.

Anti-faşistler kölelik ve soykırım dehşetlerinden sonra beyazların üstünlüğünü savunanlara fiziksel şiddet uygulamanın hem etik olarak meşru hem de stratejik olarak etkili buluyor. Onlara göre; erdemler ve bunların arkasındaki bağlamların eksikliğinde, soyut olarak şiddetin etik konumunu tartışmamalıyız bunun yerine çok geç olmadan, geçmiş pratiklerinden Nazilere karşı savaşmak için etik açıdan tutarlı yöntemler sunuyorlar. 

Antifa, Trump’ın pervasız yükselişinden bu yana Amerika siyasetinde yeni bir güç olarak görünse de aslında anti-faşist gelenek yüz yıl daha geriye dayanıyor. Antifa’ların günümüzde ABD’de popüler olmaları, aşağı yukarı bir işaret gibi görünse de 1920’lerde Weimar Cumhuriyeti’ne yani Hitler’in şansölye olmasına kadar gidiyor. Bugün sadece Amerika’da değil genel olarak Avrupa çapında da ırkçı-faşist hareketlerin büyümesine karşı komünist bir taban tepkisi oluşuyor.
1945 Buchenwald toplama kampında anti-faşist miting.
İlk anti-faşistler İtalya kırsalında faşist Benito Mussolini’nin ‘Siyah Gömlekliler’ine karşı savaştı, Münih’in ara sokaklarında faşist Adolf Hitler’in ‘Kahverengi Gömleklileri’yle çatıştı ve Madrid’i faşist Francisco Franco’nun "Milliyetçi Ordusu"na karşı kendini savundu. Avrupa dışında da anti-faşizm, II. Dünya Savaşı sırasında Japonya emperyalizmine karşı çıkan Çinlilere ve Latin Amerika diktatörlüğüne direnenlere bir direniş oldu.

Bugünki Antifa siyasetinin izi ‘ksenofobi’ (yabancı düşmanlığı) ve Britanya’da 1970 ve 80’lerde oluşan Skinhead kültürlerinden doğru sürülebilir. Ayrıca Antifa’nın Almanya’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasının ardından devrimciler ve mülteciler tarafından oluşturulan öz savunma gruplarının da kökü var.

Aşırı sağ gibi, dünya çapındaki Antifa üyeleri farklı grupların bileşiminden oluşuyor, ancak en aktif olan gruplar ABD, İngiltere ve Almanya’da bulunuyor.

Yazının başlangıç bölümünde yer alan Antifa'nın kayıp tarihi başlıklı yazıda da belirttiğim gibi hızla yükselen Nazi Partisi'ne karşı koyacak aşırı solcu militan bir grup oluşturmak için Hitler’in parlamentonun kontrolünü sağlaması üzerine 1933 yılında dağıldı ve Berlin Duvarı’nın çökmesinden sonra 1980’lerde neo-Nazilere yanıt olarak yeniden ortaya çıkarak enternasyonalist bir harekete dönüşüyor.
Anti-faşist aktivistler Amerika’da Trump'ın “Başkan” seçilmesinin ardından giderek daha fazla harekete geçmiş durumda. Antifa’lar, otoriteye karşı şiddetin gerekli olduğunu düşünüyor ve mücadele etmenin dayanağında neredeyse hepsi de hem fikir.
Stuttgart, Braunschweig ve diğer yerlerdeki Antifalar, imkansız ihtimallerle karşı karşıya kaldı, ancak yine de dinlenmek isteyen radikalleştirici işçiler için bir dizi siyasi talep ve pratik bir örgütsel vizyon eklemeye çalıştı. Antifalar, görünüşte umutsuz tahminlere teslim olmayı reddediyor ve büyük hayaller kurmaya cesaret ettiriyor. Nihayetinde Amerika ve Kanada’da Irkçılık Karşıtı Hareket (ARA) aktivistleri, 1980’lerin sonundan 2000’lere kadar azimle Ku Klux Klanların (KKK)'ları, neo-Nazilerin ve diğer beyaz üstünlüğünü savunanların izini sürdü. Mottoları basit fakat davetkardı: "Onlar nereye giderse oraya gideriz." 

Eğer Nazi skinheadler Indiana’da bir punk konserinde "Hitler haklıydı" diye bir broşür dağıtırlarsa, Antifa onlara kapıyı göstermek için oradaydı. Eğer faşistler Edmonton’da çarşıda ırkçı posterler asarsa, Antifa onları yırtıyor ve yerine ırkçılık karşıtı sloganlar yazıyordu.

Küçük faşist gruplara verilen bu cevaplar bazılarına önemsiz görünebilir fakat Hitler’in ve Mussolini’nin yükselişi; direnişin doğrudan kriz anında gösterilebilen bir ‘kapatma düğmesi’ olmadığını göstermişti. Naziler ve faşist partiler hükümetin kontrolünü kazandığında imdat valfini çekmek için artık çok geçmiş görünse de; Antifa'lar diyalektik bir şekilde konum almayı bildi.

Anti-faşistler geçmişe baktıklarında Mussolini’ye eğer 1919'da henüz 100 kişilik bir çekirdek kadro iken müdahale edilseydi kazanımın çok daha kolay olacağını düşünüyor, onlara göre, aşırı sağcı Alman İşçi Partisi'de Hitler ilk toplantılarına katıldığında henüz 54 kişiyken, daha Hitler partiyi Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’ne (Nazi Partisi) çevirmeden müdahale edilseydi her şey daha kolay olurdu dese de fedakarca her zaman tavır almayı bildi.

Onları tepki göstermeye iten rejimler uzun süre önce yok olsa da anti-faşistler kendilerini ileride çekirdekten başlayıp daha büyük bir hareket veya rejim oluşturmasını muhtemel gördükleri küçük ırkçı ve Nazi gruplarla mücadele etmeye adadı.

Dolayısıyla bu isimlerin şu andaki taşıyıcıları doğrudan öncekilerden değil, isimlerini ve hedeflerini paylaşıyor ve onlardan türetilen sembolleri kullanıyor olması tesadüf değil.


Antifa’ları daha çok duyacağız gibi. Antifa’lar geçmişte sosyalizm mücadelesi yükseldiği için mücadelede bütünüyle kayboldu gibi görünse de Antifa’sız bir dönem bu yüzyılda tamamen artık sona erdi gibi görünüyor. 
***
Hitler faşizminden, Mussolini’ye, Franco’dan günümüz faşist diktatörlerine, kurşun ve şarapnel parçaları ile delik deşik olmuş duvarlara, sprey boyalarla ismi duvarlara yazılmış anti-faşistler anısına.

Yaşasın Antifa! 

Hiç yorum yok: