Çünkü legal TKP’cilerin “Komünist” kılıf altında kendi görüşlerini kamuya yutturmaya çalışmaları gerçekten sahtekârlıktır. İleri sürdükleri abuk sabuk görüşlere Marks’ı ortak etmeye çalışıyorlar. Yaptıkları Marksizm kalpazanlığıdır.
Bu süreç neden ilgilendiriyor. Amaç uzun bir dönemdir yolunu legal-reformist bir çizgide çizmiş olan Sosyalist İktidar Partisi’nin, (isim değiştirerek TKP adını alan) gidişatı ve bu gidişatın genç komünistlerin kafa bulanıklarını gidermek olduğunu ama belirttiğimiz üzere yolunu çizmiş olan SİP / TKP Merkezi’ne sıkılmadan ve nakarat edercesine bunu tekrarlamaktır. Bunu bir yükümlülük olarak gördüğümüz için böylesi bir girişim içindeyiz. Ama onlar bunu önemsemeyip değerlendirmeyip üzerinde durmayabilirler. Durmasınlar...
Yine geçen süreç içerisinde birçok kez SİP / TKP adına yazılar yayımlandı, biliyoruz ki yayımlanmaya da devam edecek… Zira burjuva basın haberlerinde bile, Yunanistan Komünist Partisi (YKP)’nin ve Türkiye Komünist Partisi (TKP)’nin kuruluşlarından beri uluslararası düzlemde SİP / TKP’yi kardeş parti ilan etmelerinden tutalım da bu vb. birçok haber yayımlandı.
Ama öncelikle SİP / TKP’nin “SİP’iken TKP’leşmesi” üzerine kısa
bir vurgu yapacak ama “Özelinde bildiğimiz gibi SİP / TKP yöneticilerinin biz
bu tartışmalar da yokuz vs. vb. gibi çoğaltarak bu tür söylevler içine yine
gireceklerini gayet de biliyoruz ama SİP / TKP MK’sının cevap verip-vermeyeceği
o kadar da işin aslı ilgilendirmiyor ve sırf devrimci kamuoyuna açıklama
yapılsın diye yazılmadı bu yazı.” SİP / TKP’lilerin (tabanlarının) asıl buna karşı nasıl bir cevap vereceği ve
yukarıdaki notumuzda da olduğu gibi bulundukları örgütlerde bunları
sorgulamaları olup / olmayacağıdır.
Şimdi gelinen aşamada da SİP’in TKP ismini alması ve bu yapılanmanın parti anayasasında “Yargıtay”ca da yerinin olup olmadığıdır… Yani faşist bir rejimi aratmayan bu sistemde -yani TC’de- ne “Faşist” ne de “Komünist” sıfatlarıyla siyasi ve legal bir parti oluşumuna gidemezsiniz, ilginç ama kabul edelim etmeyelim bu böyle.. Bu ayrı bir tartışma konusu, yine ayrıca SİP MK’sının sadece bir MK’sının aldığı kararla SİP adını TKP yapması ve bunu da sanki genel bir TKP MK’sının aldığı kararla SİP’in, TKP’leştiği gerçeğini saklamaları ve tabanlarına bunu yansıtmaları… Yani tabanlarına “bu TKP MK’sının genel bir kararıdır..” vb. gibi olay yansıtılmıştır. Oysa sadece bir TKP’li MK’sının kendi başına aldığı bir karar bulunmakta, yine diğer bir boyutsa KKTC’de TKP’nin (o dönemde ki adı SİP) AKEL’in talimatıyla KKTC’nin AB’ne alınması için dağıtılan bildiriler… Ne de olsa AKEL’i dünyanın en büyük komünist partisi olarak görüyorlar… Şimdi de tıpkı İşçi Partisi gibi eski ordu mensuplarını kendi içlerinde barındırıp kürsülerde konuşmalar yaptırıyorlar…
Şimdi gelinen aşamada da SİP’in TKP ismini alması ve bu yapılanmanın parti anayasasında “Yargıtay”ca da yerinin olup olmadığıdır… Yani faşist bir rejimi aratmayan bu sistemde -yani TC’de- ne “Faşist” ne de “Komünist” sıfatlarıyla siyasi ve legal bir parti oluşumuna gidemezsiniz, ilginç ama kabul edelim etmeyelim bu böyle.. Bu ayrı bir tartışma konusu, yine ayrıca SİP MK’sının sadece bir MK’sının aldığı kararla SİP adını TKP yapması ve bunu da sanki genel bir TKP MK’sının aldığı kararla SİP’in, TKP’leştiği gerçeğini saklamaları ve tabanlarına bunu yansıtmaları… Yani tabanlarına “bu TKP MK’sının genel bir kararıdır..” vb. gibi olay yansıtılmıştır. Oysa sadece bir TKP’li MK’sının kendi başına aldığı bir karar bulunmakta, yine diğer bir boyutsa KKTC’de TKP’nin (o dönemde ki adı SİP) AKEL’in talimatıyla KKTC’nin AB’ne alınması için dağıtılan bildiriler… Ne de olsa AKEL’i dünyanın en büyük komünist partisi olarak görüyorlar… Şimdi de tıpkı İşçi Partisi gibi eski ordu mensuplarını kendi içlerinde barındırıp kürsülerde konuşmalar yaptırıyorlar…
Yani onların
savunduğu ve söyleye geldiği “T…… Komünist Partisi” özelde genç komünistlerde,
komünist sözcüğünün getirmiş olduğu kafa bulanıklığı ve bu gücün farkında
olmaları ve ilgiyi kendilerine kanalize etme ve bürokrasi yoluyla siyaset
yapmada tam bir liberalizm örneği sergiliyorlar… Özetle TKP sistem tarafından
halkların, işçisinin-genç komünistlerin kısacası toplumun her kesiminin
kafasını bulandırmak için gerçekleştirilmiş bir harekettir… Dikkat edin “Parti”
değil “Hareket”tir! diyoruz. Çünkü gelinen aşamada SİP / TKP’nin her ne kadar
kendini bir “Parti” olarak adlandırsa da adının içinde bu sıfat geçse de sadece
ve sadece bir “Hareket” olarak Türkiye’de toplumsal olarak bir aydınlanma
hareketinin olacağıdır. “Hareket” dememiz bundan kaynaklanmaktadır.
Hatırlanacağı gibi sahte TKP’nin bundan birkaç ay önceki genel sekreteri Kemal
Okuyan 2000 yılında (bu konuda Ürün
dergisinin Kemal Okuyan’la yaptığı röportaja bakılabilir) Yunanistan Komünist
Partisi Radyo ve Televizyonu ile SİP’i temsilen yaptığı söyleşide neden TKP
değil de KP adını aldıkları sorusuna verdiği yanıtta: “TKP’nin devamı gibi
gözükmek istemiyoruz”, “Bu partinin adı Türkiye’deki sosyalist mücadelenin
mirasını temsil etmez”, “Bu ad Kürt ve Türk emekçilerinin aynı örgütte
örgütlenmesine engeldir”, “Mevcut engeller karşısında kurulacak bir komünist
parti; majestelerinin partisi olacaktır”, “TKP adı altında bir kavgaya
katılmıyoruz, partimiz SİP’in belirli bir siyasal çizgisi var. Biz bunu terk
etmeyeceğiz.”… “TKP hiç bir zaman milliyetçi ön yargılardan kurtulamamıştır” (yani enternasyonalist değildir) diyordu.
SİP “TKP” adıyla
sadece kendini aldatmaktadır
2001 Aralık tarihinde Radikal gazetesine ve Yunanistan Komünist
Partisi Radyo Televizyonu’na verdiği açıklamasında Rasim Öz şöyle diyor SİP /
TKP için: “Evrensel olarak bilindiği gibi; Türkiye Komünist Partisi, TKP 10
Eylül 1920′de yalnızca bir defa Mustafa Suphi önderliğinde kuruldu. Zaman zaman
burjuvazinin yoğun saldırıları ve bazı hainlerinin teslim olmaları karşısında
durağanlıklar yaşasa da “Nerede bir komünist varsa TKP oradadır” sloganı ile
özetlenebilecek anlayış partinin hep var olmasını sağladı. TKP ve TKP’liler 81
yıllık parti tarihi boyunca legal / illegal süreçlerde zindanlar, sürgünler,
zulümler ve ölümler yaşayarak çok ağır bedeller ödediler. 12 Eylül sonrasında
iki bini aşkın TKP üye ve yöneticisi yargılandı kimileri Mustafa Hayrullahoğlu,
Ahmet Fevzioğlu gibi yargılanmadan katledildiler. Sözde yargılananlar yargısız
infazlarla zindanlarda zulüm çektiler. Yargılanan partililerden bini aşkın
insanımızın avukatlığını yapmış olmanın onurunu taşıyor aynı zamanda
savunmanları sıfatıyla onların sesi ve isyanlarını yansıtmaya kendimi yetkili
görüyorum.
Bilindiği gibi komünist partilerin temel dayanağı işçi sınıfıdır.
Komünist partiler de bunun için işçi sınıfının öncü partileridir. Oysa SİP son
iki yılda yoğunlaşmak üzere giderek sosyalist ilkeleri terkle, burjuvaziye
ödünler verip teslimiyet çizgisine gelerek varlığını koruma çırpınışına
girmiştir. SİP’in yayın organı “Gelenek” dergisinde en yetkili partililer
ağzından aşağıdakileri okuyoruz.
1) Umutlarını kestikleri işçi sınıfının “Kapitalizme karşı
bilinçlenmesinin boş bir beklenti olduğu”nu söyleyerek işçi sınıfının tarihsel
misyonunu reddetmektedirler.
2) Devamla “İşçi sınıfı ve emekçi kitleleri antikapitalizmle
harekete geçirmenin imkansız olduğu”nu söyleyerek bilimsel sosyalist teoriyi ve
işçi sınıfını yok saymaktadırlar.
3) “Emek
sermaye çelişkisinin sosyalist devrime yol açmayacağı”nı söyleyerek sınıf
mücadelesini ve emek sermaye çelişkisini reddetmektedirler.
4) “Emek
sermaye çelişkisinin sosyalist öğretiye uymadığını” söyleyerek umutlarını
burjuvazinin resmi ideolojisine bağlamaktadırlar.
5)
“Sosyalizmin ideolojik mücadelesi işi emek sermaye çelişkisine indirgemek
değildir” diyerek emek sermaye çelişkisini yok saymaktadırlar.
6) “Türkiye
kapitalizmi bağımsız olmadan edemez ve bunu yitirmekten ölesiye korkar” diyerek
Türkiye burjuvazisinin emperyalist kapitalizmle ortaklığını yok sayarak,
burjuva milliyetçiliğine sığınmaktadırlar.
7)
“Militarizmin anti-emperyalist olduğu”nu söyleyerek, emperyalizmle mücadeleyi
Mc Donald’s ile mücadeleye indirgemekte ve “Yanlış yolların buluştuğu kavşakta
anti-Kemalizm yatmaktadır” diyerek de, Şevket Süreyya TKP’ciliğini
benimsediklerini açığa dökmüş, burjuvazinin resmi ideolojisine sığınmışlardır.
8 ) SİP genel
başkanı TKP adını gasp girişiminden sonra yaptığı açıklamada “TKP’nin
kapatılması halinde başkaları gibi ülkemizi yabancılara şikayet etmeyiz”
diyerek bir yandan Türkiye’nin, AB ile yürüttüğü süreçten yararlanmak amacıyla
KP adına sığınırken öte yandan “Sizi diğerleri gibi Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesine şikâyet etmeyiz” diyerek burjuvaziye göz kırpmaktadır.
Bunu yaparken, işkence tezgahlarında can verenlerin, sakat
bırakılanların, çarmıha gerilen, yaralarına kan emici böcekler salınan TKP MK
üyesi Ayhan Bulutgil, zulme karşı direnme hakkını kullandıkları için katledilen
TKP MK üyesi Mustafa Hayrullahoğlu, (Deniz) Ahmet Fevzioğlu ve adlarını
sayamayacağımız yüzlerce insanımızın haklarını burjuva hukuk düzeni içinde
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde aramak zorunda kalmasını suç gibi göstererek
TKP adına nasıl talip olunur?
Sadece TKP’liler mi? 12 Eylül faşizmi boyunca ve halen yapılan
işkence, baskı ve zulme karşı bu düzen içinde hak arama özgürlüğü bulunmayan
yedi yüz bini aşkın ilerici, sosyalist, komünisti kendilerine zorla dışkı
yedirilenleri, yaşadıkları zulmü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine şikayet
ettikleri için faşistler gibi vatan haini ve kendilerini böylece vatansever
sayanlardan TKP’li olur mu?
Oysa Ocak-Şubat 2000 tarihinde yaptığımız “Türkiye Komünist
Partisi üzerindeki yasağın kaldırılmasına yönelik platform” çağrımızı kabul
etmeyerek hemen akabinde SİP içinde bir grubu görevlendirerek “Komünist parti”
adlı bir tabela partisi kurdurdular. SİP uzunca bir zamandan beri TKP MK üyesi
olarak ölen “Sevdalınız komünist” ozan Nazım Hikmet’i baş siyasi malzemesi
haline getirerek, onun saygınlığını ve tıpkı bir süreden beri burjuvazinin
Nazım ve Che’yi sömürdüğü, ticari ve siyasi çıkarlarına alet olarak kullanmaya
kalkıştığı gibi kullanmaya kalkışmıştır. Senesine varmadan ve adını gasp etmeye
giriştiği güne kadar değin küfrettiği TKP adını alması hangi etik ve siyasal
kuralla bağdaşır?
Majestelerinin partisi hangi adı alırsa alsın Ziya Paşa’nın
özdeyişinde olduğu gibi kırk yıllık “Yani”nin “Kani” olmayacağını söylediği
gibi aynı özü muhafaza etmektedir. Devlet Bahçeli’nin, adını değiştirerek Viladimir
İlyiç Lenin adını alması onu ne kadar Lenin yaparsa SİP’in isim değişikliği de
onu o kadar TKP yapacaktır. Bu gerçek tüm Türkiye komünistlerince
bilinmektedir, dünya komünistleri de bilecektir. SİP’in merkezindeki cunta ne
tabanındaki ve ne de dışındaki komünistleri değil yalnızca kendisini
aldatacaktır ” diyor Rasim Öz YKP ve Radikal gazetesinde.
Zira SİP / TKP’nin “Komünist” kisvesi adı altında, ortalıkta bunu
bir nevi zikir etmesi ve sözüm ona dünya partisi fikrini sözde kabul eden SİP /
TKP’li baylar pratiğe gelince onu unutuyorlar. Uluslararası komünist bir
önderliğin yaratılması fikri ya da bunun gerekliliği bizlerin tahayyülünden
ileri gelmemektedir. Dünya üzerinde örgütlenmiş bir komünist önderliğe olan
ihtiyaç nesnel bir gerçekliktir.. Bu yadsınamaz… Dünya işçi sınıfına yol
gösterecek, dönemeç noktalarını öngörebilecek, devrimci strateji ve taktiklerle
donanmış, dünya ölçeğinde hem ülkemizde hem de dünya ülkelerinde ortak devrimci
bir programa sahip uluslararası komünist önderlik olmadan işçi sınıfının
mücadelesi parçalanmaktan, dağılmaktan kurtulamayacaktır.
Yine biz dünya komünist hareketi içerisinde bir komünist
partisinin başka bir komünist partisini desteklemesini anlamlı buluyoruz ama
bunun ilk şartı bağımsız siyaset üretme (maddi boyutta) ve bağımsız kalmanın
koşullarının olmasıdır, bağımsızlaşmak için siyaset üretmeniz-gündem yaratmanız
gerekir, bağımsız temelde özgürleşmek için. Ne var ki gelin görün ki, şu
yasal-sistem sevici TKP’ye bakıldığında buna soyunmuş arkasına da almış (onlara göre dünyanın en büyük komünist
partisi) Yunanistan’daki AKEL’i… Küba’ya yanaşmış, Türk
bürokrasisi-siyasetinin-burjuvazinin içinde ve ortalıkta bir “Komünist parti”
yasal-yasal gezinmekte.
Oysaki bu topraklarda Kurtuluş Savaşı sırasında var olan ve daha
TC Devleti’nin kurulmadığı dönemlerde var olan ilk komünist partisi olan
1920′lerde kurulan Türkiye Komünist Partisi (TKP)’dir. TKP’nin bu topraklarda
ilk komünist partisi olması ve Mustafa Suphi ve on dört önder yoldaşın Kemalist
Hükümet tarafından katledilmesi ve farklı geleneklerden gelen akımların 1920
TKP’sini sahiplenmesi doğal olarak ki, Kemalizm’e karşı gelmesinin de yanında
TKP geleneğiyle bağ kurmuşlar ve bu geleneği savunmuşlardır. Mustafa Suphi
yoldaşların TKP’si siyasal çizgisinde asal olarak irdelenmesi gereken yön,
Şefik Hüsnü’nün de adını zikir eden bazı siyasi yapıların olmasıdır. Tıpkı İşçi
Partisi gibi, bunların başında tabii ki, yazınında başlığından anlaşılacağı
gibi günümüz TKP’si gelmektedir.
Ya da Mustafa Suphi yoldaşın TKP’si geleneğini savunanların
deyimiyle SİP yani TKP’dir.
Dolayısıyla Mustafa Suphi TKP’siyle Şefik Hüsnü arasındaki
kopukluğu sergilemek ve yazı boyunca da bu ayrımı somut ortaya serebilmek adına
SİP / TKP demeyi doğru buluyoruz.
1920′ler döneminde Şefik Hüsnü ve arkadaşları tarafından kurulan
İşçi Çiftçi Sosyalist Fırkası (İÇSF) Kemalizm’i benimseyen ve bu çizgide giden
(bugünkü Aydınlık dergisinin ve İşçi Partisi’nin savuna geldikleriyle aynı
program ve vb. gibileri) görüşteydiler. Yani onlar bağımsız bir mücadele
yürüteceklerine Kuvay-i Milliye Hareketi’ni desteklemişler ve bundan yana
olmuşlardır. Şefik Hüsnü 1920′de TKP kurulurken kuruluş kongresine davet
edilmiş ve yönetime tabi olmuştur. Fakat Şefik Hüsnü TKP kurulmadan önce bu
(Menşevik) görüşlerini Aydınlık’ta gündeme getirmiş olan Şefik Hüsnü ve
arkadaşlarının yine bu görüşlerini mahkûm eden TKP’nin programı içerisine kabul
etmeyen görüşleri TKP’de benimsenmedi ve de Şefik Hüsnü ve arkadaşları kabul
edilmeyen Menşevik görüşlerini kendi İÇSF’nı kurduklarında burada program
olarak kullanmaya karar verdiler. 10 Eylül 1920′de kurulan ve bugün 85 yaşında
olan TKP, doğrudan doğruya proletarya diktatörlüğünü savunur. Yani önünde ki
hedef Sovyetlerde gerçekleşmiş olan “Proleter devrim”e uymaya çalışmış ve de
bunu benimsemiştir.
Özetle burjuva partiler kurulmadan Bolşeviklerin desteğiyle
kurulan TKP, bu ayaklanmaya önderlik edebilmek için işçi - köylü şuralarıyla
güzergahını belirlemiştir. Sınıf uzlaşmacılığından, parlamentarizmden,
legallizm ve reformizminden ilk kopuş Kaypakkaya yoldaşın çıkışı, Kemalizm
kuyrukçuluğundan ilk devrimci kopuş olmuştur. Bu ayrımı tahlil eden ve bunu ilk
ortaya koyan İbrahim Kaypakkaya aynı zamanda Türkiye Devrimci Hareketi (TDH)
içinde Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkını kayıtsız şartsız savunusunu da
öne çıkarmıştır. Dolayısıyla İbrahim Kaypakkaya ve onun geleneğinin ardılları
ve görüşlerinin savunucuları dün olduğu gibi bugünde “Kemalizm hastalığına” en
güzel cevabı Kaypakkaya yoldaşın güzergahında durarak vermektedir. Zira bugün
İbrahim Kaypakkaya’nın görüşleri gerisine düşülmemesi gereken bir güzergah bir
yol oluşturmaktadır. Bugünkü SİP / TKP’nin bulunduğu nokta 17 Ekim devriminden
önce bile 1905 Menşeviklerini aratmayacak ve "Siyasal oportünizm" onu geçmiş
pozisyonu durumundadır.
SİP / TKP ve
TKP’nin Kürt sorununa bakışı
SİP / TKP’nin Kürt Sorunu’na bakış açısına geçecek olursak, bir
gazetecinin, ezilen azınlık olarak durumlarının iyileşmesini uman Türkiye’deki
Kürtlerin Avrupa Birliği (AB)’ne üyeliğine taraftar olduğunu söylemesi üzerine,
Kürtler için de sınıfsal sorunun önemini belirterek Yunanistan Komünist Partisi
(YKP) MK’sı olan Aleka Papariga Türkiye’yi ziyaretinde şöyle dile getirmiştir:
“Kürtlerin birliği yoktur. Kürtler arasında küçük bir işveren grubu vardır ki,
bunlar şimdiden Türk meslektaşlarıyla şahane anlaşmaktadırlar.” Fakat Kürt
halkının çoğunluğu için ise Türkiye’nin AB’ye girmesiyle durumun
değişmeyeceğini gayet iyi biliyoruz… İşin aslı bir ütopya.” Yani Aleka
Papariga, Avrupa Kürt sorununda daha çok hak verileceğini ve burada söz konusu
olanın yalnız neoliberal sistemin çerçevesinde olan küçük kültürel tavizler
olduğunu, ama Kürt halkının üzerinde ki sömürünün ve baskının kaldırılmasını
söz konusu olmadığını açıklamış ve eğer AB’ye giriş çerçevesinde Kürt
Parti’lerinin seçimlere girmesine müsaade edilirse, yeni kurulan partilerin
çoğunun AB’nin emperyalist sisteminin destekçisi olacağından emin
olunabileceğini belirtmiş…
Ve devamla; “… Bildiğimiz gibi, reel sosyalizmin dağılmasıyla
komünist hareket büyük bir yara almıştır. Kimi partiler tamamen sağa savruldu,
kimileri ad değiştirdi. Türk burjuvazisi bir yandan bu yasağı sürdürürken,
diğer bir yandan da TKP ve Sovyet karşıtı güçlerin TKP adı altında
örgütlenmelerine göz yumdu. Tarihte de olduğu gibi, 1920′lerde TC kendi eliyle sahte
bir TKP kurdu, ama bu tutmadı. Şimdi ki 2000′li yılların TC’sinde olduğu gibi.
Günümüz SİP (Sosyalist İktidar Partisi)
Türkiye solunda da Troçkist ve TKP karşıtları olarak bilinen bir partinin
yöneticileri, Kutlu ve çevresinin sağa kayışını ve fiili likidasyonunu fırsat
bilerek bir gecede, yangından mal kaçırır gibi partilerinin ismini bırakıp TKP
adını aldılar. (O dönemki TKP Genel
Sekreteri Haydar Kutlu, Gorbaçov yönetiminin de desteğiyle Türkiye İşçi Partisi
(TİP) ile birleşerek Türkiye Birleşik Komünist Partisi (TBKP)’ni oluşturdu. TBKP
birleşmesinde karşı olanların gücü bunu engelleyememiş, TBKP Türkiye’de legal
çalışmak için başvurmuş ve devlet kuruluşlarından beri gizli (illegal)
koşullarda savaşıma zorlanan TKP’yi tanımadığı halde, legal (yasal) koşullarda
çalışacağını beyan eden ve bizce de bir sağa kayış olan TBKP Hareketi’ni o
dönem tanımamış ve yasaklamıştır. – bn.)
Oysa her demokratik ve sol örgütün önünde durduğu gibi, kendisine
SİP diyen, önünde TKP ve diğer parti ve örgütler üzerindeki yasağın kalkması
için mücadele etmek gibi demokratik bir görev duruyordu. Ama bunu yapacağına
SİP’li dostlar bir gecede hem de kendi MK’larından bihaber olacak şekilde tek
başına bir kişinin kararıyla TKP’ye büründüler ve TKP adı altında kendilerine
mal ederek faaliyet yürütmeye başladılar” diyor Savaş Yolu dergisinin Temmuz
sayısında N. Yelkenci ve Ş. Durmaz imzalı yazıda.
“Yine hatırlanacağı üzere burjuva basında, Ankara’da dönemin
Yargıtay Başsavcısı (Sabih Kanadoğlu),
Türk televizyonlarından yaptığı açıklamada bu yeni “TKP’yi kuranların eski TKP
ile bir bağları olmadığını, kuranların “Masum” insanlar olduğunu ve yasalarla
ayrılıklarının bulunmadığını belirterek” onlara meşrutiyet kazandırmış ve
böylece de TC gerçek TKP üzerindeki yasağı da perçinlemiş olmuş oldu.
Dolayısıyla bu girişim Türk egemen çevrelerinin Türkiye Komünist Hareketi’ne
ideolojik ve politik saldırılarından başka bir şey değildir. Her ne kadar bunu
kabul etmeseler de bu girişimin eninde sonunda fiyaskoyla sonuçlanacağını ve
gerçek sahiplerine yeniden kavuşacağını biliyoruz...
Ne burjuvazinin yasakları nede bu gibi provokasyonlar partinin
(partimizin) ilk başkanı Mustafa Suphi ve on dört yoldaşından beri günümüze
kadar gelen bir savaş geleneğini yaşatmaya çalışan ve Marksist-Leninist
ilkeleri ardıcıl olarak savunan TKP’lileri savaştan alıkoymayacaktır. Bu
dönemin olağanüstü bir dönem olduğunu ve geçeceğini de biliyoruz. TKP tarihsel
bir zorunluluk olarak doğdu ve bu zorunluluk bugün de halen geçerliliğini
korumaktadır.” (YKP Merkez Komitesi’ne Mektup,
N. Yelkenci, Ş. Durmaz, Savaş Yolu, 22 Temmuz 2005, Sf. 15-16-24)
Biz yine dönelim konuya SİP / TKP’nin Kürt ulusuna bakış açısına,
onlar SİP / TKP Kürt sorunuyla ilgili olarak şunu diyorlar: “Kürt sorunu her
şeyden önce yoksul Kürt emekçilerinin daha ağır bir sömürüye maruz
kalmalarından kaynaklanan bir sorundur… Kürt emekçilerinin sorunları da Türk
emekçilerinin sorunları toplumun çok küçük bir azınlığını oluşturan sermaye
sahiplerinin iktidarda olmasından kaynaklanmaktadır… kurutuluşu da sosyalizmdedir.”
O dönem yani 1923′lerde bakın Kürt sorununa nasıl bakıyor Mustafa
Suphi’nin TKP’si: ‘‘Doğu illerinin ekonomik açıdan geri kalışı ve sanayinin
hemen hemen olmayışı yüzünden Kürt fukarasının her zaman oradaki gericiliğin,
hilafetçiliğin ve emperyalizmin timsali olan şeyh ve ağaların tesiri altında
kalmış olduklarını biliyoruz. Bugün de, Kürt yoksulu bizzat kendi çıkarlarının
aleyhine gericilerin maşası rolünü oynamaktadır. Devlet kuvvetleriyle, ordu ve
jandarma esasen mevcut baskı ne kadar arttırılırsa arttırılsın, bu tür harekete
ne Kürdistan’da nede başka yerde çözüm getirmek Kemalist diktatoryası için
mümkün değildir.
‘‘Oradaki derebeylerin ve büyük arazi sahiplerinin zulüm ve
sömürüsüne son vermek ve ellerindeki toprakları, diğer mülkleri alıp fakir ve
topraksız köylüye bedelsiz olarak dağıtmak gereklidir. Ayrıca, burjuva
demokratik inkılabının en önemli meselelerinden biri olan ulusal sorunun da
halledilmesi gerekir. Türkiye’deki bütün ulusal azınlıkların ve bu meyanda
Kürtlerin kendi kaderlerine kendilerinin hakim olması temin edilmelidir. Fakat
bütün bunları, emperyalizmin önünde boyun eğmeye ve şehirde gerici büyük burjuvazi
ile köyde ağalar ve derebeyleri ile kaynaşmaya başlayan Kemalist burjuvazinin
bütün bu meseleleri halletmesi mümkün değildir. Ancak diğer birçok işlerde
beraber bu iki önemli ana sorunu da Türkiye isçi ve köylü hükümeti
halledecektir. İşte biz komünistler bu şiar altında köylüyü kendi tarafımıza
çekmeye, devrimcileştirerek verdiği mücadelenin gerçek düşmanlarına karşı
olmasını ve en iyi şekilde idaresine gayret etmeliyiz.” (TKP Tarihi - VII, Kürt ulusunun haklı direnişini kazanacaktır, Nazım
Çelik)
Yukarıdaki yazıda da görüldüğü gibi, TKP Kürt Ulusal Sorunu’nu ilk
kuruluş yıllarından beri gündeme getirmiş ve bugün kendini bu mirasın
savunucusu olduğunu iddia eden SİP / TKP gibi değil, bu sorunun çözümlenmesinin
tek yolunun devrimci mücadele ile ve nihayetinde devrimle çözümleneceğini
vurgulamıştır.
Bugün Kürt halkının haklı mücadelesi (her ne kadar M-L çizgisini
terk edip Batı emperyalistlerini kendine yol arkadaşı olarak görsellerde)
Türkiye burjuvazinin ve emperyalizmin azgınca ve sinsice saldırılarına karşı
tabanı daha da genişleyerek sürmektedir. Bugün SİP / TKP’nin hem söylev
biçiminde ki dili, üslupları, her şeyleri komünizme yabancıdır (!) legal (SİP)
TKP’cilerin kendi görüşlerini ortaya atmalarına, kendilerine ortak aramalarına
fazlaca itiraz olmayabilir. Zaten olmazda, olmamalı da…
Zira aşağıda vereceğimiz yazıda da görüleceği gibi Kaypakkaya
yoldaşın TKP değerlendirmesi devam eden yazımız içerisinde yer alacaktır. Ama
şunu söyleyebiliriz: sosyalizme düşman olan bir Kemalist sistemde sosyalizmi
gerçekleştirme iddiası ne kadar reelse bugünün TKP’sinin sosyal oportünizmi de
o kadar reeldir. Eleştiri olunca, söyledikleri de aynen şudur: “İşi gücü
olmayan adamlar onlar, işleri güçleri TKP üzerinden siyaset yapma”dır. Ve bu
olunca da tabii, sol, sosyal demokrat, ilerici vb. kılıf altında her bir görüşü
savunabilirler de, kendilerine “Komünist” dedikleri zaman durum ayıp olmuyor da
SİP / TKP’li bayları eleştirince ayıp olmaktadır. Buna izin vermemek gerekir.
Çünkü legal TKP’cilerin “Komünist” kılıf altında kendi görüşlerini
kamuoyuna yutturmaya çalışmaları gerçekten siyasal oportünizmin göstergesidir.
İleri sürdükleri abuk sabuk görüşlere Marx’ı ortak etmeye çalışıyorlar. Marx,
size komünizmin ne olduğunu, sosyalizmin ne olmadığını, neden sosyalist (komünist)
toplumda devletten, metadan, değerden, sınıftan, kısaca siyasetten söz
edilemeyeceğini bir daha hatırlatıyor Komünist Manifesto’da hem de Kapital’in
sayfalarında. Okuyucu bir daha kavrıyor ki, toplumun kapitalizmden komünizme
geçeceği bir devrimci dönüşümler dönemi, mutlak zorunluluk olan bir geçiş
dönemi vardır ve bu geçiş dönemini Marksizm proletarya diktatörlüğü olarak
adlandırır. Bu yüzdendir ki, proletarya diktatörlüğünü kurma hedefini önüne
koymayan, bizatihi proletarya diktatörlüğünün programı olan Komünist
Manifesto’yu kendi siyasal programının temel direği yapmayan herhangi bir “Sol”
hareket Marksist, komünist değil sahtekar, burjuva bir harekettir.
17 Ekim devriminden alıntılar yapılıyor:
dergilerinde, bildirilerinde, konuşmalarında, seminerlerinde ve parti MK’larında…
Marx-Lenin bunu dedi diye… Ama Troçki’de diyor gibi belli olmayan “Sosyalist
Devrim” görüşleri… Oysaki John Reed’in kitabını ve aynı adla devrim
sinemasının bir klasiği olan “Dünyayı sarsan ongün” filmini izleseler
birbirlerine ajite çekeceklerine… Baksınlar 17 Ekim’in koşulları süreci nasıl
gelişmiş. Ve Lenin ne yapmış diye…
Zira bilindiği gibi, tarih “Tek ülkede sosyalizmin
kurulabileceğini” teorisini haklı çıkarmıştır ve SSCB, sosyalizmi kurmakla
direnerek, aslında emperyalizme karşı destek üssü inşa etmiştir. Faşizmin
yenilgiye uğratılması, Çin devrimi, Doğu Avrupa devrimleri, sömürgelerin
kurutuluşu, Afrika ve Latin Amerika’daki devrimler, SSCB’nin önemli bir
ağırlığa sahip olduğu kuvvet ilişkileri tablosunda gerçeklemiştir. Troçkizmin
“Enternasyonalizmi” ise, bir tek ülkenin halkına bile iktidar sağlayamadı.
Aksine, enternasyonalizmle bir ülkenin emekçileri arasına kama soktu… Troçkizm:
CIA’nin hizmetinde sosyalist ülkelere karşı hizmet etti! Devrim Troçki’nin
belirttiği üzere “Muzaffer proletaryanın ülkesinin devrimi kızıl süngülerle
başka ülkelere taşıması” şeklinde ihraç edilemez. Ve “Troçki, (hizipçilik
yapmama) kisvesi altında özellikle kesin ilkelerden yoksun olan ve SSCB’deki
işçi sınıfı hareketinde hiçbir temeli bulunmayan yurtdışındaki bir grubun
çıkarlarını savunmaktadır.” (V. İ. Lenin,
aktaran George Thomson.)
Engels’inde dediği üzere, dünya dönmeye devam ettikçe sosyalizm
gelecektir hatta komünizm bile. Ama devrimin kazanılması içinde partizan
kliğinin TKP adına davranmaya, konuşmaya parti açısından örgütsel hakkı
olmadığı gibi, işçi sınıfı açısından da hiçbir hakkı bulunmadığı gibi bu ve vb.
gibiler de olmayacaktır süreç içerisinde… Neden Türkiye Komünist Partisi adlı
yazısında Bekir Karayel, Ürün dergisinde de yayımlanan yazısında özetle şöyle
demektedir: “Türkiye Komünist Partisi’nin yerini tutabilecek başka bir parti
kurma teşebbüsleri, Türkiye işçi sınıfının devrim davasına hiçbir katkı
sağlamadı şimdiye kadar. Bundan sonra fayda sağlayacağına inanmak da, bu davaya
sahip çıkanların harcı değildir, olmamalıdır. Çünkü bu ve buna benzer tutumlar,
bazı komünistleri öz partisinden, bazılarını da birbirinden soğutmak gibi, hiç
de arzu edilmeyen sonuçlar doğurmaktadır. Art niyetli olmayanlar, işçi sınıfı
davasına samimi olarak inananlar için bu durum gerçekten üzücü olmaktadır”
diyerek haklı bir görüş sergilemektedir.
Şefik Hüsnü ve
Mustafa Suphi çizgisinin iki ayrım noktası İbrahim Kaypakkaya
“Seçme Yazılar”ın da İbrahim Kaypakkaya şöyle demektedir:
“TKP hakkında, şahsi görüşlerim şunlardır: TKP, Mustafa Suphi yoldaşın önderliği
altındayken Leninist bir partiydi. Mustafa Suphi yoldaşın Kemalistler
tarafından hunharca katledilmesinden sonra, partinin önderliği revizyonistlerin
eline geçmiştir. Şefik Hüsnü, otuz yıllık önderliği boyunca, revizyonist bir
çizgi izlemiştir. Şefik Hüsnü’nün önderliğindeki TKP, bir müddet, Türkiye’de
devrimi “Sosyalist Devrim” olarak tespit etmiş ve bunu da Kemalist iktidardan
beklemiştir. Daha sonra “Sosyalist Devrim” şiarından vazgeçmiş, fakat bu kez de
aynen Menşeviklerin mantığıyla, Kemalist iktidarın demokratik devrimin
görevlerini tamamlamasını ve sosyalist devrim için yolu düzlemesini beklemeye
koyulmuştur. TKP, köylülerin devrimci rolünü reddetmiştir. İşçi sınıfı
önderliğinde, köylülere dayanarak demokratik halk devrimini başarmayı ve
durmadan sosyalizme geçmeyi, yani Marksist-Leninist kesintisiz ve aşamalı
devrim teorisini reddetmiştir. Ülkemizin somut gerçeği ile Marksizm-Leninizm’in
teorisini birleştirememiştir.
İşçi-köylü ittifakı yerine, sürekli olarak burjuvaziyle ittifakı
ön plana çıkarmıştır. Silahlı mücadele yolunu reddetmiştir. Kemalist iktidara
kölece bir bağlılık göstermiştir. Refik Saydam hükümetini destekleyecek kadar
Marksizm-Leninizm’den uzaklaşmıştır. Kemalist iktidarın, bütün azınlık
milliyetlere, özellikle Kürt milletine uyguladığı amansız milli baskıyı, hatta
kitle katliamlarını tasviple karşılamıştır. Mustafa Suphi yoldaşın ölümünden
sonraki otuz yıllık dönemde TKP, bir reform partisi olmaktan ileri
gidememiştir. Şefik Hüsnü’nün yazıları, Marksizm-Leninizm’in alfabesi sayılacak
en ilkel gerçekleri bile çiğnemektedir.” (Bkz.
Seçme Yazılar, Şefik Hüsnü, Aydınlık Yayınları)
TKP’nin çökertilmesi, revizyonist çizgisinin kaçınılmaz sonucudur.
Yakup Demir, Mihri Belli, Hikmet Kıvılcımlı gibi kaşarlanmış revizyonistlerle
Mustafa Suphi yoldaşın ölümünden sonra TKP’nin izlediği çizgi arasında hiç bir
fark yoktur. Gerek ideoloji ve politikası itibarıyla, gerekse örgütsel olarak
TKP, Y. Demir, M. Belli, Hikmet Kıvılcımlı revizyonistlerinde devam etmektedir.
Yakup Demir kliği, Mustafa Suphi yoldaşın önderliğindeki TKP’nin çizgisine
gerçekten ihanet etmiştir, ama TKP’nin daha sonraki çizgisini olduğu gibi devam
ettirmektedir. TKP mirasçılığı havada bir iddiadır. Bir komünist hareket, Mustafa
Suphi yoldaşın önderliğindeki TKP’nin mirasçısı olur, TKP saflarındaki militan
işçi, köylü, aydın üyelerin kafalarında ve yüreklerinde taşıdıkları komünizm
davasına derin inancın mirasçısı olur ama TKP önderliğinin revizyonist
çizgisinin mirasçısı olamaz.” (İbrahim
Kaypakkaya, Seçme Yazılar, Sf: 68-69, Ocak Yayınları)
Belirttiğimiz gibi, Troçki, Şefik Hüsnü bir yanda... Mustafa Suphi
ve on dört yoldaşı bir yanda… Marks-Engels-Lenin-Stalin bir yanda... Marksizm ve
Leninizm’i terk ederseniz tabii ki, gelirsiniz geçmişinize küfür etmeye, şimdi
M-L perspektifini savunanlar bu konuda samimi olmayanlar gelecektir bu noktaya,
tarihte bunun örnekleri bulunmaktadır. Tıpkı Troçki gibi.
Şimdi biz hiçbir tartışmada yokuz diyen TKP’li baylar eminiz ki,
diğer illegal Sosyalist-Marksist yapılar için 1917 Nisan’ında Menşevik
Bogdanov’unda dediği gibi; “Bunlar saçmalıklar, bir delinin saçmalamaları”
diyecekler.
Diyebilirler...
Hem TKP’ye hem de TKP üyesiyim diyen ama asla ve asla “Komünizm”
için mücadele etmediği gibi çoğunluğunun da bu ruha sahip olmadığı o
arkadaşlara: Lenin’in, Ne Yapmalı? ve Nisan Tezleri’ni okumalarını öneriyoruz... Şefik Hüsnü ve Mustafa Suphi çizgisinin iki ayırım noktası “Siyasal Oportünizm”
ya da “Marksizm ve Leninizm” güzergahıdır bundan dolayı Şefik Hüsnü çizgisi terk
edilmeden Mustafa Suphi TKP’sine sahip çıkılamaz, bunun şartı İbrahim
Kaypakkaya’nın güzergahıdır.
Hatırlatmada fayda var: Bu çizgi komünizme en büyük ihanet
çizgisidir!
» Benzer yazılar:
» Toplumsal zorunluluklar ve TKP
» TKP bölündü
» Benzer yazılar:
» Toplumsal zorunluluklar ve TKP
» TKP bölündü
Bu yazı daha önceden Erhan Kalan imzasıyla Devrimci Halkın Birliği dergisinde yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder