2 Kasım 2009 Pazartesi

Menşevikliğin hızlı kokusu ve TKP’de Menşevikliğin hortlaması

Öncelikle bu yazıyı kaleme almadan önce, belirtmek istediğimiz gayet tabii ki, herkes istediği gibi istediği bir partiyle ilişki kurabilir. Kiminle ilişki kurulacağı bireyin özgür kararına bağlıdır. Sadece bilgilendirmek ve SİP'in (TKP’nin) gidişat yolunun ne taraf olduğunu olurken de tavır ve tarafını belirlemek isteyenlere bir bilgi mahiyetindedir bu yazı. Bayrak tartışmalarından sonra TKP'nin (SİP) Irak işgali sırasında İskenderun limanına gelen ABD savaş gemilerinin üzerine hem SİP / TKP hem de Türk bayrağı asamadığı için bugün bayrak asma (taşıma) iddiaları yerini almış oluyor. Bu yazı bayrak tartışmalarından çok; SİP ve TKP dönemlerinin birer özeti mahiyetindedir.
Şu legal TKP’cilerin yayınladığı fikir kırıntılarını okudukça bir garip oluyorum. Partimizdeki en Menşevik fikirliler bile bunlar gibi yazmazdı. Sovyetler tek kurşun atmadan çöktüğünden beri dünya sınıf mücadelesinde dengeler değiştiği için, bunlar da yeni dengelere uydular. Eski, köhnedikçe köhneleşen görüşleri en çıplak, en utanmaz biçimleriyle pervasızca savunmaya başladılar. Yurtseverlik böyle bir konu. Devletçilik desen keza. Ya “Ülke çıkarlarının savunması”na gösterdikleri hassasiyete ne demeli? “Ülkeyi böldürmeyiz” türünden açıklamalarını, “Yeni” şeyler yaratacaklarına ilişkin döktürdükleri de cabası. Bu arkadaşların dilleri, üslupları, her şeyleri komünizme yabancı! Legal TKP’cilerin kendi görüşlerini ortaya atmalarına, kendilerine ortak aramalarına fazlaca itirazımız yok. Zaten olamaz, çünkü herkes kendi bildiklerini savunur. Tabii, sol, sosyal demokrat, ilerici vb. kılıf altında her bir görüşü savunabilirler de, kendilerine “Komünist” dedikleri zaman durum ayıp olmuyor. Buna izin vermemek gerekir. 

Çünkü legal TKP’cilerin “Komünist” kılıf altında kendi görüşlerini kamuya yutturmaya çalışmaları gerçekten sahtekârlıktır. İleri sürdükleri abuk sabuk görüşlere Marks’ı ortak etmeye çalışıyorlar. Yaptıkları Marksizm kalpazanlığıdır.


Bu süreç neden ilgilendiriyor. Amaç uzun bir dönemdir yolunu legal-reformist bir çizgide çizmiş olan Sosyalist İktidar Partisi’nin, (isim değiştirerek TKP adını alan) gidişatı ve bu gidişatın genç komünistlerin kafa bulanıklarını gidermek olduğunu ama belirttiğimiz üzere yolunu çizmiş olan SİP / TKP Merkezi’ne sıkılmadan ve nakarat edercesine bunu tekrarlamaktır. Bunu bir yükümlülük olarak gördüğümüz için böylesi bir girişim içindeyiz. Ama onlar bunu önemsemeyip değerlendirmeyip üzerinde durmayabilirler. Durmasınlar...


Yine geçen süreç içerisinde birçok kez SİP / TKP adına yazılar yayımlandı, biliyoruz ki yayımlanmaya da devam edecek… Zira burjuva basın haberlerinde bile, Yunanistan Komünist Partisi (YKP)’nin ve Türkiye Komünist Partisi (TKP)’nin kuruluşlarından beri uluslararası düzlemde SİP / TKP’yi kardeş parti ilan etmelerinden tutalım da bu vb. birçok haber yayımlandı.

Ama öncelikle SİP / TKP’nin “SİP’iken TKP’leşmesi” üzerine kısa bir vurgu yapacak ama “Özelinde bildiğimiz gibi SİP / TKP yöneticilerinin biz bu tartışmalar da yokuz vs. vb. gibi çoğaltarak bu tür söylevler içine yine gireceklerini gayet de biliyoruz ama SİP / TKP MK’sının cevap verip-vermeyeceği o kadar da işin aslı ilgilendirmiyor ve sırf devrimci kamuoyuna açıklama yapılsın diye yazılmadı bu yazı.” SİP / TKP’lilerin (tabanlarının) asıl buna karşı nasıl bir cevap vereceği ve yukarıdaki notumuzda da olduğu gibi bulundukları örgütlerde bunları sorgulamaları olup / olmayacağıdır.

Şimdi gelinen aşamada da SİP’in TKP ismini alması ve bu yapılanmanın parti anayasasında “Yargıtay”ca da yerinin olup olmadığıdır… Yani faşist bir rejimi aratmayan bu sistemde -yani TC’de- ne “Faşist” ne de “Komünist” sıfatlarıyla siyasi ve legal bir parti oluşumuna gidemezsiniz, ilginç ama kabul edelim etmeyelim bu böyle.. Bu ayrı bir tartışma konusu, yine ayrıca SİP MK’sının sadece bir MK’sının aldığı kararla SİP adını TKP yapması ve bunu da sanki genel bir TKP MK’sının aldığı kararla SİP’in, TKP’leştiğ
i gerçeğini saklamaları ve tabanlarına bunu yansıtmaları… Yani tabanlarına “bu TKP MK’sının genel bir kararıdır..” vb. gibi olay yansıtılmıştır. Oysa sadece bir TKP’li MK’sının kendi başına aldığı bir karar bulunmakta, yine diğer bir boyutsa KKTC’de TKP’nin (o dönemde ki adı SİP) AKEL’in talimatıyla KKTC’nin AB’ne alınması için dağıtılan bildiriler… Ne de olsa AKEL’i dünyanın en büyük komünist partisi olarak görüyorlar… Şimdi de tıpkı İşçi Partisi gibi eski ordu mensuplarını kendi içlerinde barındırıp kürsülerde konuşmalar yaptırıyorlar…

Yani onların savunduğu ve söyleye geldiği “T…… Komünist Partisi” özelde genç komünistlerde, komünist sözcüğünün getirmiş olduğu kafa bulanıklığı ve bu gücün farkında olmaları ve ilgiyi kendilerine kanalize etme ve bürokrasi yoluyla siyaset yapmada tam bir liberalizm örneği sergiliyorlar… Özetle TKP sistem tarafından halkların, işçisinin-genç komünistlerin kısacası toplumun her kesiminin kafasını bulandırmak için gerçekleştirilmiş bir harekettir… Dikkat edin “Parti” değil “Hareket”tir! diyoruz. Çünkü gelinen aşamada SİP / TKP’nin her ne kadar kendini bir “Parti” olarak adlandırsa da adının içinde bu sıfat geçse de sadece ve sadece bir “Hareket” olarak Türkiye’de toplumsal olarak bir aydınlanma hareketinin olacağıdır. “Hareket” dememiz bundan kaynaklanmaktadır. Hatırlanacağı gibi sahte TKP’nin bundan birkaç ay önceki genel sekreteri Kemal Okuyan 2000 yılında (bu konuda Ürün dergisinin Kemal Okuyan’la yaptığı röportaja bakılabilir) Yunanistan Komünist Partisi Radyo ve Televizyonu ile SİP’i temsilen yaptığı söyleşide neden TKP değil de KP adını aldıkları sorusuna verdiği yanıtta: “TKP’nin devamı gibi gözükmek istemiyoruz”, “Bu partinin adı Türkiye’deki sosyalist mücadelenin mirasını temsil etmez”, “Bu ad Kürt ve Türk emekçilerinin aynı örgütte örgütlenmesine engeldir”, “Mevcut engeller karşısında kurulacak bir komünist parti; majestelerinin partisi olacaktır”, “TKP adı altında bir kavgaya katılmıyoruz, partimiz SİP’in belirli bir siyasal çizgisi var. Biz bunu terk etmeyeceğiz.”… “TKP hiç bir zaman milliyetçi ön yargılardan kurtulamamıştır” (yani enternasyonalist değildir) diyordu.

SİP “TKP” adıyla sadece kendini aldatmaktadır
2001 Aralık tarihinde Radikal gazetesine ve Yunanistan Komünist Partisi Radyo Televizyonu’na verdiği açıklamasında Rasim Öz şöyle diyor SİP / TKP için: “Evrensel olarak bilindiği gibi; Türkiye Komünist Partisi, TKP 10 Eylül 1920′de yalnızca bir defa Mustafa Suphi önderliğinde kuruldu. Zaman zaman burjuvazinin yoğun saldırıları ve bazı hainlerinin teslim olmaları karşısında durağanlıklar yaşasa da “Nerede bir komünist varsa TKP oradadır” sloganı ile özetlenebilecek anlayış partinin hep var olmasını sağladı. TKP ve TKP’liler 81 yıllık parti tarihi boyunca legal / illegal süreçlerde zindanlar, sürgünler, zulümler ve ölümler yaşayarak çok ağır bedeller ödediler. 12 Eylül sonrasında iki bini aşkın TKP üye ve yöneticisi yargılandı kimileri Mustafa Hayrullahoğlu, Ahmet Fevzioğlu gibi yargılanmadan katledildiler. Sözde yargılananlar yargısız infazlarla zindanlarda zulüm çektiler. Yargılanan partililerden bini aşkın insanımızın avukatlığını yapmış olmanın onurunu taşıyor aynı zamanda savunmanları sıfatıyla onların sesi ve isyanlarını yansıtmaya kendimi yetkili görüyorum.

Bilindiği gibi komünist partilerin temel dayanağı işçi sınıfıdır. Komünist partiler de bunun için işçi sınıfının öncü partileridir. Oysa SİP son iki yılda yoğunlaşmak üzere giderek sosyalist ilkeleri terkle, burjuvaziye ödünler verip teslimiyet çizgisine gelerek varlığını koruma çırpınışına girmiştir. SİP’in yayın organı “Gelenek” dergisinde en yetkili partililer ağzından aşağıdakileri okuyoruz.

1) Umutlarını kestikleri işçi sınıfının “Kapitalizme karşı bilinçlenmesinin boş bir beklenti olduğu”nu söyleyerek işçi sınıfının tarihsel misyonunu reddetmektedirler.

2) Devamla “İşçi sınıfı ve emekçi kitleleri antikapitalizmle harekete geçirmenin imkansız olduğu”nu söyleyerek bilimsel sosyalist teoriyi ve işçi sınıfını yok saymaktadırlar.

3) “Emek sermaye çelişkisinin sosyalist devrime yol açmayacağı”nı söyleyerek sınıf mücadelesini ve emek sermaye çelişkisini reddetmektedirler.

4) “Emek sermaye çelişkisinin sosyalist öğretiye uymadığını” söyleyerek umutlarını burjuvazinin resmi ideolojisine bağlamaktadırlar.

5) “Sosyalizmin ideolojik mücadelesi işi emek sermaye çelişkisine indirgemek değildir” diyerek emek sermaye çelişkisini yok saymaktadırlar.

6) “Türkiye kapitalizmi bağımsız olmadan edemez ve bunu yitirmekten ölesiye korkar” diyerek Türkiye burjuvazisinin emperyalist kapitalizmle ortaklığını yok sayarak, burjuva milliyetçiliğine sığınmaktadırlar.

7) “Militarizmin anti-emperyalist olduğu”nu söyleyerek, emperyalizmle mücadeleyi Mc Donald’s ile mücadeleye indirgemekte ve “Yanlış yolların buluştuğu kavşakta anti-Kemalizm yatmaktadır” diyerek de, Şevket Süreyya TKP’ciliğini benimsediklerini açığa dökmüş, burjuvazinin resmi ideolojisine sığınmışlardır.

8 ) SİP genel başkanı TKP adını gasp girişiminden sonra yaptığı açıklamada “TKP’nin kapatılması halinde başkaları gibi ülkemizi yabancılara şikayet etmeyiz” diyerek bir yandan Türkiye’nin, AB ile yürüttüğü süreçten yararlanmak amacıyla KP adına sığınırken öte yandan “Sizi diğerleri gibi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine şikâyet etmeyiz” diyerek burjuvaziye göz kırpmaktadır.

Bunu yaparken, işkence tezgahlarında can verenlerin, sakat bırakılanların, çarmıha gerilen, yaralarına kan emici böcekler salınan TKP MK üyesi Ayhan Bulutgil, zulme karşı direnme hakkını kullandıkları için katledilen TKP MK üyesi Mustafa Hayrullahoğlu, (Deniz) Ahmet Fevzioğlu ve adlarını sayamayacağımız yüzlerce insanımızın haklarını burjuva hukuk düzeni içinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde aramak zorunda kalmasını suç gibi göstererek TKP adına nasıl talip olunur?

Sadece TKP’liler mi? 12 Eylül faşizmi boyunca ve halen yapılan işkence, baskı ve zulme karşı bu düzen içinde hak arama özgürlüğü bulunmayan yedi yüz bini aşkın ilerici, sosyalist, komünisti kendilerine zorla dışkı yedirilenleri, yaşadıkları zulmü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine şikayet ettikleri için faşistler gibi vatan haini ve kendilerini böylece vatansever sayanlardan TKP’li olur mu?

Oysa Ocak-Şubat 2000 tarihinde yaptığımız “Türkiye Komünist Partisi üzerindeki yasağın kaldırılmasına yönelik platform” çağrımızı kabul etmeyerek hemen akabinde SİP içinde bir grubu görevlendirerek “Komünist parti” adlı bir tabela partisi kurdurdular. SİP uzunca bir zamandan beri TKP MK üyesi olarak ölen “Sevdalınız komünist” ozan Nazım Hikmet’i baş siyasi malzemesi haline getirerek, onun saygınlığını ve tıpkı bir süreden beri burjuvazinin Nazım ve Che’yi sömürdüğü, ticari ve siyasi çıkarlarına alet olarak kullanmaya kalkıştığı gibi kullanmaya kalkışmıştır. Senesine varmadan ve adını gasp etmeye giriştiği güne kadar değin küfrettiği TKP adını alması hangi etik ve siyasal kuralla bağdaşır?

Majestelerinin partisi hangi adı alırsa alsın Ziya Paşa’nın özdeyişinde olduğu gibi kırk yıllık “Yani”nin “Kani” olmayacağını söylediği gibi aynı özü muhafaza etmektedir. Devlet Bahçeli’nin, adını değiştirerek Viladimir İlyiç Lenin adını alması onu ne kadar Lenin yaparsa SİP’in isim değişikliği de onu o kadar TKP yapacaktır. Bu gerçek tüm Türkiye komünistlerince bilinmektedir, dünya komünistleri de bilecektir. SİP’in merkezindeki cunta ne tabanındaki ve ne de dışındaki komünistleri değil yalnızca kendisini aldatacaktır ” diyor Rasim Öz YKP ve Radikal gazetesinde.

Zira SİP / TKP’nin “Komünist” kisvesi adı altında, ortalıkta bunu bir nevi zikir etmesi ve sözüm ona dünya partisi fikrini sözde kabul eden SİP / TKP’li baylar pratiğe gelince onu unutuyorlar. Uluslararası komünist bir önderliğin yaratılması fikri ya da bunun gerekliliği bizlerin tahayyülünden ileri gelmemektedir. Dünya üzerinde örgütlenmiş bir komünist önderliğe olan ihtiyaç nesnel bir gerçekliktir.. Bu yadsınamaz… Dünya işçi sınıfına yol gösterecek, dönemeç noktalarını öngörebilecek, devrimci strateji ve taktiklerle donanmış, dünya ölçeğinde hem ülkemizde hem de dünya ülkelerinde ortak devrimci bir programa sahip uluslararası komünist önderlik olmadan işçi sınıfının mücadelesi parçalanmaktan, dağılmaktan kurtulamayacaktır.

Yine biz dünya komünist hareketi içerisinde bir komünist partisinin başka bir komünist partisini desteklemesini anlamlı buluyoruz ama bunun ilk şartı bağımsız siyaset üretme (maddi boyutta) ve bağımsız kalmanın koşullarının olmasıdır, bağımsızlaşmak için siyaset üretmeniz-gündem yaratmanız gerekir, bağımsız temelde özgürleşmek için. Ne var ki gelin görün ki, şu yasal-sistem sevici TKP’ye bakıldığında buna soyunmuş arkasına da almış (onlara göre dünyanın en büyük komünist partisi) Yunanistan’daki AKEL’i… Küba’ya yanaşmış, Türk bürokrasisi-siyasetinin-burjuvazinin içinde ve ortalıkta bir “Komünist parti” yasal-yasal gezinmekte.

Oysaki bu topraklarda Kurtuluş Savaşı sırasında var olan ve daha TC Devleti’nin kurulmadığı dönemlerde var olan ilk komünist partisi olan 1920′lerde kurulan Türkiye Komünist Partisi (TKP)’dir. TKP’nin bu topraklarda ilk komünist partisi olması ve Mustafa Suphi ve on dört önder yoldaşın Kemalist Hükümet tarafından katledilmesi ve farklı geleneklerden gelen akımların 1920 TKP’sini sahiplenmesi doğal olarak ki, Kemalizm’e karşı gelmesinin de yanında TKP geleneğiyle bağ kurmuşlar ve bu geleneği savunmuşlardır. Mustafa Suphi yoldaşların TKP’si siyasal çizgisinde asal olarak irdelenmesi gereken yön, Şefik Hüsnü’nün de adını zikir eden bazı siyasi yapıların olmasıdır. Tıpkı İşçi Partisi gibi, bunların başında tabii ki, yazınında başlığından anlaşılacağı gibi günümüz TKP’si gelmektedir.

Ya da Mustafa Suphi yoldaşın TKP’si geleneğini savunanların deyimiyle SİP yani TKP’dir.

Dolayısıyla Mustafa Suphi TKP’siyle Şefik Hüsnü arasındaki kopukluğu sergilemek ve yazı boyunca da bu ayrımı somut ortaya serebilmek adına SİP / TKP demeyi doğru buluyoruz.

1920′ler döneminde Şefik Hüsnü ve arkadaşları tarafından kurulan İşçi Çiftçi Sosyalist Fırkası (İÇSF) Kemalizm’i benimseyen ve bu çizgide giden (bugünkü Aydınlık dergisinin ve İşçi Partisi’nin savuna geldikleriyle aynı program ve vb. gibileri) görüşteydiler. Yani onlar bağımsız bir mücadele yürüteceklerine Kuvay-i Milliye Hareketi’ni desteklemişler ve bundan yana olmuşlardır. Şefik Hüsnü 1920′de TKP kurulurken kuruluş kongresine davet edilmiş ve yönetime tabi olmuştur. Fakat Şefik Hüsnü TKP kurulmadan önce bu (Menşevik) görüşlerini Aydınlık’ta gündeme getirmiş olan Şefik Hüsnü ve arkadaşlarının yine bu görüşlerini mahkûm eden TKP’nin programı içerisine kabul etmeyen görüşleri TKP’de benimsenmedi ve de Şefik Hüsnü ve arkadaşları kabul edilmeyen Menşevik görüşlerini kendi İÇSF’nı kurduklarında burada program olarak kullanmaya karar verdiler. 10 Eylül 1920′de kurulan ve bugün 85 yaşında olan TKP, doğrudan doğruya proletarya diktatörlüğünü savunur. Yani önünde ki hedef Sovyetlerde gerçekleşmiş olan “Proleter devrim”e uymaya çalışmış ve de bunu benimsemiştir.

Özetle burjuva partiler kurulmadan Bolşeviklerin desteğiyle kurulan TKP, bu ayaklanmaya önderlik edebilmek için işçi - köylü şuralarıyla güzergahını belirlemiştir. Sınıf uzlaşmacılığından, parlamentarizmden, legallizm ve reformizminden ilk kopuş Kaypakkaya yoldaşın çıkışı, Kemalizm kuyrukçuluğundan ilk devrimci kopuş olmuştur. Bu ayrımı tahlil eden ve bunu ilk ortaya koyan İbrahim Kaypakkaya aynı zamanda Türkiye Devrimci Hareketi (TDH) içinde Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkını kayıtsız şartsız savunusunu da öne çıkarmıştır. Dolayısıyla İbrahim Kaypakkaya ve onun geleneğinin ardılları ve görüşlerinin savunucuları dün olduğu gibi bugünde “Kemalizm hastalığına” en güzel cevabı Kaypakkaya yoldaşın güzergahında durarak vermektedir. Zira bugün İbrahim Kaypakkaya’nın görüşleri gerisine düşülmemesi gereken bir güzergah bir yol oluşturmaktadır. Bugünkü SİP / TKP’nin bulunduğu nokta 17 Ekim devriminden önce bile 1905 Menşeviklerini aratmayacak ve "Siyasal oportünizm" onu geçmiş pozisyonu durumundadır.

SİP / TKP ve TKP’nin Kürt sorununa bakışı
SİP / TKP’nin Kürt Sorunu’na bakış açısına geçecek olursak, bir gazetecinin, ezilen azınlık olarak durumlarının iyileşmesini uman Türkiye’deki Kürtlerin Avrupa Birliği (AB)’ne üyeliğine taraftar olduğunu söylemesi üzerine, Kürtler için de sınıfsal sorunun önemini belirterek Yunanistan Komünist Partisi (YKP) MK’sı olan Aleka Papariga Türkiye’yi ziyaretinde şöyle dile getirmiştir: “Kürtlerin birliği yoktur. Kürtler arasında küçük bir işveren grubu vardır ki, bunlar şimdiden Türk meslektaşlarıyla şahane anlaşmaktadırlar.” Fakat Kürt halkının çoğunluğu için ise Türkiye’nin AB’ye girmesiyle durumun değişmeyeceğini gayet iyi biliyoruz… İşin aslı bir ütopya.” Yani Aleka Papariga, Avrupa Kürt sorununda daha çok hak verileceğini ve burada söz konusu olanın yalnız neoliberal sistemin çerçevesinde olan küçük kültürel tavizler olduğunu, ama Kürt halkının üzerinde ki sömürünün ve baskının kaldırılmasını söz konusu olmadığını açıklamış ve eğer AB’ye giriş çerçevesinde Kürt Parti’lerinin seçimlere girmesine müsaade edilirse, yeni kurulan partilerin çoğunun AB’nin emperyalist sisteminin destekçisi olacağından emin olunabileceğini belirtmiş…

Ve devamla; “… Bildiğimiz gibi, reel sosyalizmin dağılmasıyla komünist hareket büyük bir yara almıştır. Kimi partiler tamamen sağa savruldu, kimileri ad değiştirdi. Türk burjuvazisi bir yandan bu yasağı sürdürürken, diğer bir yandan da TKP ve Sovyet karşıtı güçlerin TKP adı altında örgütlenmelerine göz yumdu. Tarihte de olduğu gibi, 1920′lerde TC kendi eliyle sahte bir TKP kurdu, ama bu tutmadı. Şimdi ki 2000′li yılların TC’sinde olduğu gibi. Günümüz SİP (Sosyalist İktidar Partisi) Türkiye solunda da Troçkist ve TKP karşıtları olarak bilinen bir partinin yöneticileri, Kutlu ve çevresinin sağa kayışını ve fiili likidasyonunu fırsat bilerek bir gecede, yangından mal kaçırır gibi partilerinin ismini bırakıp TKP adını aldılar. (O dönemki TKP Genel Sekreteri Haydar Kutlu, Gorbaçov yönetiminin de desteğiyle Türkiye İşçi Partisi (TİP) ile birleşerek Türkiye Birleşik Komünist Partisi (TBKP)’ni oluşturdu. TBKP birleşmesinde karşı olanların gücü bunu engelleyememiş, TBKP Türkiye’de legal çalışmak için başvurmuş ve devlet kuruluşlarından beri gizli (illegal) koşullarda savaşıma zorlanan TKP’yi tanımadığı halde, legal (yasal) koşullarda çalışacağını beyan eden ve bizce de bir sağa kayış olan TBKP Hareketi’ni o dönem tanımamış ve yasaklamıştır. – bn.)

Oysa her demokratik ve sol örgütün önünde durduğu gibi, kendisine SİP diyen, önünde TKP ve diğer parti ve örgütler üzerindeki yasağın kalkması için mücadele etmek gibi demokratik bir görev duruyordu. Ama bunu yapacağına SİP’li dostlar bir gecede hem de kendi MK’larından bihaber olacak şekilde tek başına bir kişinin kararıyla TKP’ye büründüler ve TKP adı altında kendilerine mal ederek faaliyet yürütmeye başladılar” diyor Savaş Yolu dergisinin Temmuz sayısında N. Yelkenci ve Ş. Durmaz imzalı yazıda.

“Yine hatırlanacağı üzere burjuva basında, Ankara’da dönemin Yargıtay Başsavcısı (Sabih Kanadoğlu), Türk televizyonlarından yaptığı açıklamada bu yeni “TKP’yi kuranların eski TKP ile bir bağları olmadığını, kuranların “Masum” insanlar olduğunu ve yasalarla ayrılıklarının bulunmadığını belirterek” onlara meşrutiyet kazandırmış ve böylece de TC gerçek TKP üzerindeki yasağı da perçinlemiş olmuş oldu. Dolayısıyla bu girişim Türk egemen çevrelerinin Türkiye Komünist Hareketi’ne ideolojik ve politik saldırılarından başka bir şey değildir. Her ne kadar bunu kabul etmeseler de bu girişimin eninde sonunda fiyaskoyla sonuçlanacağını ve gerçek sahiplerine yeniden kavuşacağını biliyoruz...

Ne burjuvazinin yasakları nede bu gibi provokasyonlar partinin (partimizin) ilk başkanı Mustafa Suphi ve on dört yoldaşından beri günümüze kadar gelen bir savaş geleneğini yaşatmaya çalışan ve Marksist-Leninist ilkeleri ardıcıl olarak savunan TKP’lileri savaştan alıkoymayacaktır. Bu dönemin olağanüstü bir dönem olduğunu ve geçeceğini de biliyoruz. TKP tarihsel bir zorunluluk olarak doğdu ve bu zorunluluk bugün de halen geçerliliğini korumaktadır.” (YKP Merkez Komitesi’ne Mektup, N. Yelkenci, Ş. Durmaz, Savaş Yolu, 22 Temmuz 2005, Sf. 15-16-24)

Biz yine dönelim konuya SİP / TKP’nin Kürt ulusuna bakış açısına, onlar SİP / TKP Kürt sorunuyla ilgili olarak şunu diyorlar: “Kürt sorunu her şeyden önce yoksul Kürt emekçilerinin daha ağır bir sömürüye maruz kalmalarından kaynaklanan bir sorundur… Kürt emekçilerinin sorunları da Türk emekçilerinin sorunları toplumun çok küçük bir azınlığını oluşturan sermaye sahiplerinin iktidarda olmasından kaynaklanmaktadır… kurutuluşu da sosyalizmdedir.”

O dönem yani 1923′lerde bakın Kürt sorununa nasıl bakıyor Mustafa Suphi’nin TKP’si: ‘‘Doğu illerinin ekonomik açıdan geri kalışı ve sanayinin hemen hemen olmayışı yüzünden Kürt fukarasının her zaman oradaki gericiliğin, hilafetçiliğin ve emperyalizmin timsali olan şeyh ve ağaların tesiri altında kalmış olduklarını biliyoruz. Bugün de, Kürt yoksulu bizzat kendi çıkarlarının aleyhine gericilerin maşası rolünü oynamaktadır. Devlet kuvvetleriyle, ordu ve jandarma esasen mevcut baskı ne kadar arttırılırsa arttırılsın, bu tür harekete ne Kürdistan’da nede başka yerde çözüm getirmek Kemalist diktatoryası için mümkün değildir.

‘‘Oradaki derebeylerin ve büyük arazi sahiplerinin zulüm ve sömürüsüne son vermek ve ellerindeki toprakları, diğer mülkleri alıp fakir ve topraksız köylüye bedelsiz olarak dağıtmak gereklidir. Ayrıca, burjuva demokratik inkılabının en önemli meselelerinden biri olan ulusal sorunun da halledilmesi gerekir. Türkiye’deki bütün ulusal azınlıkların ve bu meyanda Kürtlerin kendi kaderlerine kendilerinin hakim olması temin edilmelidir. Fakat bütün bunları, emperyalizmin önünde boyun eğmeye ve şehirde gerici büyük burjuvazi ile köyde ağalar ve derebeyleri ile kaynaşmaya başlayan Kemalist burjuvazinin bütün bu meseleleri halletmesi mümkün değildir. Ancak diğer birçok işlerde beraber bu iki önemli ana sorunu da Türkiye isçi ve köylü hükümeti halledecektir. İşte biz komünistler bu şiar altında köylüyü kendi tarafımıza çekmeye, devrimcileştirerek verdiği mücadelenin gerçek düşmanlarına karşı olmasını ve en iyi şekilde idaresine gayret etmeliyiz.” (TKP Tarihi - VII, Kürt ulusunun haklı direnişini kazanacaktır, Nazım Çelik)

Yukarıdaki yazıda da görüldüğü gibi, TKP Kürt Ulusal Sorunu’nu ilk kuruluş yıllarından beri gündeme getirmiş ve bugün kendini bu mirasın savunucusu olduğunu iddia eden SİP / TKP gibi değil, bu sorunun çözümlenmesinin tek yolunun devrimci mücadele ile ve nihayetinde devrimle çözümleneceğini vurgulamıştır.

Bugün Kürt halkının haklı mücadelesi (her ne kadar M-L çizgisini terk edip Batı emperyalistlerini kendine yol arkadaşı olarak görsellerde) Türkiye burjuvazinin ve emperyalizmin azgınca ve sinsice saldırılarına karşı tabanı daha da genişleyerek sürmektedir. Bugün SİP / TKP’nin hem söylev biçiminde ki dili, üslupları, her şeyleri komünizme yabancıdır (!) legal (SİP) TKP’cilerin kendi görüşlerini ortaya atmalarına, kendilerine ortak aramalarına fazlaca itiraz olmayabilir. Zaten olmazda, olmamalı da…

Zira aşağıda vereceğimiz yazıda da görüleceği gibi Kaypakkaya yoldaşın TKP değerlendirmesi devam eden yazımız içerisinde yer alacaktır. Ama şunu söyleyebiliriz: sosyalizme düşman olan bir Kemalist sistemde sosyalizmi gerçekleştirme iddiası ne kadar reelse bugünün TKP’sinin sosyal oportünizmi de o kadar reeldir. Eleştiri olunca, söyledikleri de aynen şudur: “İşi gücü olmayan adamlar onlar, işleri güçleri TKP üzerinden siyaset yapma”dır. Ve bu olunca da tabii, sol, sosyal demokrat, ilerici vb. kılıf altında her bir görüşü savunabilirler de, kendilerine “Komünist” dedikleri zaman durum ayıp olmuyor da SİP / TKP’li bayları eleştirince ayıp olmaktadır. Buna izin vermemek gerekir.

Çünkü legal TKP’cilerin “Komünist” kılıf altında kendi görüşlerini kamuoyuna yutturmaya çalışmaları gerçekten siyasal oportünizmin göstergesidir. İleri sürdükleri abuk sabuk görüşlere Marx’ı ortak etmeye çalışıyorlar. Marx, size komünizmin ne olduğunu, sosyalizmin ne olmadığını, neden sosyalist (komünist) toplumda devletten, metadan, değerden, sınıftan, kısaca siyasetten söz edilemeyeceğini bir daha hatırlatıyor Komünist Manifesto’da hem de Kapital’in sayfalarında. Okuyucu bir daha kavrıyor ki, toplumun kapitalizmden komünizme geçeceği bir devrimci dönüşümler dönemi, mutlak zorunluluk olan bir geçiş dönemi vardır ve bu geçiş dönemini Marksizm proletarya diktatörlüğü olarak adlandırır. Bu yüzdendir ki, proletarya diktatörlüğünü kurma hedefini önüne koymayan, bizatihi proletarya diktatörlüğünün programı olan Komünist Manifesto’yu kendi siyasal programının temel direği yapmayan herhangi bir “Sol” hareket Marksist, komünist değil sahtekar, burjuva bir harekettir.

17 Ekim devriminden alıntılar yapılıyor: dergilerinde, bildirilerinde, konuşmalarında, seminerlerinde ve parti MK’larında… Marx-Lenin bunu dedi diye… Ama Troçki’de diyor gibi belli olmayan “Sosyalist Devrim” görüşleri… Oysaki John Reed’in kitabını ve aynı adla devrim sinemasının bir klasiği olan “Dünyayı sarsan ongün” filmini izleseler birbirlerine ajite çekeceklerine… Baksınlar 17 Ekim’in koşulları süreci nasıl gelişmiş. Ve Lenin ne yapmış diye…

Zira bilindiği gibi, tarih “Tek ülkede sosyalizmin kurulabileceğini” teorisini haklı çıkarmıştır ve SSCB, sosyalizmi kurmakla direnerek, aslında emperyalizme karşı destek üssü inşa etmiştir. Faşizmin yenilgiye uğratılması, Çin devrimi, Doğu Avrupa devrimleri, sömürgelerin kurutuluşu, Afrika ve Latin Amerika’daki devrimler, SSCB’nin önemli bir ağırlığa sahip olduğu kuvvet ilişkileri tablosunda gerçeklemiştir. Troçkizmin “Enternasyonalizmi” ise, bir tek ülkenin halkına bile iktidar sağlayamadı. Aksine, enternasyonalizmle bir ülkenin emekçileri arasına kama soktu… Troçkizm: CIA’nin hizmetinde sosyalist ülkelere karşı hizmet etti! Devrim Troçki’nin belirttiği üzere “Muzaffer proletaryanın ülkesinin devrimi kızıl süngülerle başka ülkelere taşıması” şeklinde ihraç edilemez. Ve “Troçki, (hizipçilik yapmama) kisvesi altında özellikle kesin ilkelerden yoksun olan ve SSCB’deki işçi sınıfı hareketinde hiçbir temeli bulunmayan yurtdışındaki bir grubun çıkarlarını savunmaktadır.” (V. İ. Lenin, aktaran George Thomson.)

Engels’inde dediği üzere, dünya dönmeye devam ettikçe sosyalizm gelecektir hatta komünizm bile. Ama devrimin kazanılması içinde partizan kliğinin TKP adına davranmaya, konuşmaya parti açısından örgütsel hakkı olmadığı gibi, işçi sınıfı açısından da hiçbir hakkı bulunmadığı gibi bu ve vb. gibiler de olmayacaktır süreç içerisinde… Neden Türkiye Komünist Partisi adlı yazısında Bekir Karayel, Ürün dergisinde de yayımlanan yazısında özetle şöyle demektedir: “Türkiye Komünist Partisi’nin yerini tutabilecek başka bir parti kurma teşebbüsleri, Türkiye işçi sınıfının devrim davasına hiçbir katkı sağlamadı şimdiye kadar. Bundan sonra fayda sağlayacağına inanmak da, bu davaya sahip çıkanların harcı değildir, olmamalıdır. Çünkü bu ve buna benzer tutumlar, bazı komünistleri öz partisinden, bazılarını da birbirinden soğutmak gibi, hiç de arzu edilmeyen sonuçlar doğurmaktadır. Art niyetli olmayanlar, işçi sınıfı davasına samimi olarak inananlar için bu durum gerçekten üzücü olmaktadır” diyerek haklı bir görüş sergilemektedir.

Şefik Hüsnü ve Mustafa Suphi çizgisinin iki ayrım noktası İbrahim Kaypakkaya
“Seçme Yazılar”ın da İbrahim Kaypakkaya şöyle demektedir: “TKP hakkında, şahsi görüşlerim şunlardır: TKP, Mustafa Suphi yoldaşın önderliği altındayken Leninist bir partiydi. Mustafa Suphi yoldaşın Kemalistler tarafından hunharca katledilmesinden sonra, partinin önderliği revizyonistlerin eline geçmiştir. Şefik Hüsnü, otuz yıllık önderliği boyunca, revizyonist bir çizgi izlemiştir. Şefik Hüsnü’nün önderliğindeki TKP, bir müddet, Türkiye’de devrimi “Sosyalist Devrim” olarak tespit etmiş ve bunu da Kemalist iktidardan beklemiştir. Daha sonra “Sosyalist Devrim” şiarından vazgeçmiş, fakat bu kez de aynen Menşeviklerin mantığıyla, Kemalist iktidarın demokratik devrimin görevlerini tamamlamasını ve sosyalist devrim için yolu düzlemesini beklemeye koyulmuştur. TKP, köylülerin devrimci rolünü reddetmiştir. İşçi sınıfı önderliğinde, köylülere dayanarak demokratik halk devrimini başarmayı ve durmadan sosyalizme geçmeyi, yani Marksist-Leninist kesintisiz ve aşamalı devrim teorisini reddetmiştir. Ülkemizin somut gerçeği ile Marksizm-Leninizm’in teorisini birleştirememiştir.

İşçi-köylü ittifakı yerine, sürekli olarak burjuvaziyle ittifakı ön plana çıkarmıştır. Silahlı mücadele yolunu reddetmiştir. Kemalist iktidara kölece bir bağlılık göstermiştir. Refik Saydam hükümetini destekleyecek kadar Marksizm-Leninizm’den uzaklaşmıştır. Kemalist iktidarın, bütün azınlık milliyetlere, özellikle Kürt milletine uyguladığı amansız milli baskıyı, hatta kitle katliamlarını tasviple karşılamıştır. Mustafa Suphi yoldaşın ölümünden sonraki otuz yıllık dönemde TKP, bir reform partisi olmaktan ileri gidememiştir. Şefik Hüsnü’nün yazıları, Marksizm-Leninizm’in alfabesi sayılacak en ilkel gerçekleri bile çiğnemektedir.” (Bkz. Seçme Yazılar, Şefik Hüsnü, Aydınlık Yayınları)

TKP’nin çökertilmesi, revizyonist çizgisinin kaçınılmaz sonucudur. Yakup Demir, Mihri Belli, Hikmet Kıvılcımlı gibi kaşarlanmış revizyonistlerle Mustafa Suphi yoldaşın ölümünden sonra TKP’nin izlediği çizgi arasında hiç bir fark yoktur. Gerek ideoloji ve politikası itibarıyla, gerekse örgütsel olarak TKP, Y. Demir, M. Belli, Hikmet Kıvılcımlı revizyonistlerinde devam etmektedir. Yakup Demir kliği, Mustafa Suphi yoldaşın önderliğindeki TKP’nin çizgisine gerçekten ihanet etmiştir, ama TKP’nin daha sonraki çizgisini olduğu gibi devam ettirmektedir. TKP mirasçılığı havada bir iddiadır. Bir komünist hareket, Mustafa Suphi yoldaşın önderliğindeki TKP’nin mirasçısı olur, TKP saflarındaki militan işçi, köylü, aydın üyelerin kafalarında ve yüreklerinde taşıdıkları komünizm davasına derin inancın mirasçısı olur ama TKP önderliğinin revizyonist çizgisinin mirasçısı olamaz.” (İbrahim Kaypakkaya, Seçme Yazılar, Sf: 68-69, Ocak Yayınları)

Belirttiğimiz gibi, Troçki, Şefik Hüsnü bir yanda... Mustafa Suphi ve on dört yoldaşı bir yanda… Marks-Engels-Lenin-Stalin bir yanda... Marksizm ve Leninizm’i terk ederseniz tabii ki, gelirsiniz geçmişinize küfür etmeye, şimdi M-L perspektifini savunanlar bu konuda samimi olmayanlar gelecektir bu noktaya, tarihte bunun örnekleri bulunmaktadır. Tıpkı Troçki gibi.

Şimdi biz hiçbir tartışmada yokuz diyen TKP’li baylar eminiz ki, diğer illegal Sosyalist-Marksist yapılar için 1917 Nisan’ında Menşevik Bogdanov’unda dediği gibi; “Bunlar saçmalıklar, bir delinin saçmalamaları” diyecekler.

Diyebilirler...

Hem TKP’ye hem de TKP üyesiyim diyen ama asla ve asla “Komünizm” için mücadele etmediği gibi çoğunluğunun da bu ruha sahip olmadığı o arkadaşlara: Lenin’in, Ne Yapmalı? ve Nisan Tezleri’ni okumalarını öneriyoruz... Şefik Hüsnü ve Mustafa Suphi çizgisinin iki ayırım noktası “Siyasal Oportünizm” ya da “Marksizm ve Leninizm” güzergahıdır bundan dolayı Şefik Hüsnü çizgisi terk edilmeden Mustafa Suphi TKP’sine sahip çıkılamaz, bunun şartı İbrahim Kaypakkaya’nın güzergahıdır.

Hatırlatmada fayda var: Bu çizgi komünizme en büyük ihanet çizgisidir!

» Benzer yazılar:
» Toplumsal zorunluluklar ve TKP
» TKP bölündü
Bu yazı daha önceden Erhan Kalan imzasıyla Devrimci Halkın Birliği dergisinde yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok: