Yargıtay’ın AKP’ye açmış olduğu kapatma davasından sonra, ortada bir “demokrasi mücadelesi verildiğinden” söz eden birçok siyasetçi, birçok köşe yazarı, birçok burjuva aydını var. Ve birçokta hukukçu.
Örneğin…
Atina demokrasisi
Çoğulcu demokrasi
Çoğunlukçu demokrasi
Doğrudan demokrasi
Liberal demokrasi
Marksist demokrasi
Oydaşmacı demokrasi
Parlamenter demokrasi
Plebisitçi demokrasi
Sosyal demokrasi
Temsili demokrasi
Demarşi
Bütün bu “demokrasi” modellerinden sonra, duygulara yol açan sebebin, hissizliğin nedenleri üzerine de durabiliriz. Ama önce “demokrasi” kavramları üzerinde durmalıyız. Örneğin wikipedia, yukarıda (özgür ansiklopediden) vermiş olduğumuz “demokrasi” sayısı tam anlamıyla toplam on iki (12)’dir. Bizim gibi ülkelerin savunduğu demokrasi biçimiyse, düpedüz “burjuva demokrasisi” olduğundan dolayı wikipedia’nın vermiş olduğu bu sayıyı artırabiliriz. Yani on iki (12) değil de, toplamında on üç (13) hatta “İslam demokrasisi”ni de eklersek bu sayı on üç (13)’ten, on dört (14)’e, “demokratik cumhuriyet” kavramını da eklersek bu sayıyı on beş (15)’te yapabiliriz.
Yine de wikipedia da “demokrasinin tanımı” tartışması günümüzde hala devam eden bir tartışmadır. Bunun sebepleri: ülkelerdeki bazı kurumların görüşlerini haklı çıkartmak adına demokrasi tanımını kullanmaları, demokratik olmayan devletlerin kendilerini demokratik olarak tanıtma çabaları ve aslında genel bir kavram olan demokrasinin tek başına kullanılması (anayasal demokrasi, sosyal demokrasi, liberal demokrasi vb.) gibi sebepler gösterilebilir.
Bütün bunlardan sonra işin aslı ortada bir demokrasi mücadelesi falan olmadığını düşünüyorum. Aslında bizim hikayemiz Aziz Nesin’in Zübük kitabında anlatılanlardır. Bin bir numara ve dalavereler çeviren hükümet, laikliğe aykırılıktan mahkemelik. Hükümeti kanlı-kansız tertiplerle alaşağı etmek isteyenler darbecilik ve çetecilikten karakolluk. Aslında hepsi derin devletini kurmuş (söz aramızda bu kavrama da inanmıyorum ki, devletin derini-merini olmaz, devlet devlettir ve Engels’in tabiriyle: “eli silahlı bir grup tarafından” korunmaktadır, devletin biçimi de misyonu da budur ve burada eli silahlı grup diye tarif edilense polis, yani devletin kolluk kuvvetleridir) bu yüzden kime minnet edeceğimiz belli olmayan belirsiz bir meçhulün içindeyiz.
Dolayısıyla AKP vb. partilerin kapatılması “burjuva demokrasisi” ele alındığında, normaldir. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin kutsalı olarak ta nitelendireceğimiz laik “burjuva hukuku” bu tip demokrasilerin dinamosudur. Yargının dokunulmazlığı, kutsallığı, her şeyin üstünde oluşu vb. gibi her şeydir.
Demokrasinin icabı
“Demokrasi” çoğunluğun yönetimi diye tabir edilir ama bizim gibi ülkelerde öyle değildir. Örneğin %47 oy alan bir parti, demokrasiden aldığı sandığı bir gücü kendine göre biçimlendiriyor ve yönlendiriyor, yorumluyor, anlam yüklüyor. Gerektiğinde “demokrasi”yi tarih boyunca Erdoğan gibi bir araç, gerektiğindeyse inilecek bir tren olarak görenler oldu-oluyor.
Başka bir örnek vermek gerekirse Hitler’de Erdoğan gibi “demokrasi” hakkında şöyle diyor II. Dünya Savaşı sonrası Almanya’da iktidara geldiğinde, “Bugünkü batı Avrupa’da demokrasi, Marksizm’in bir müjdesidir. Kanaatince Marksizm’i, demokrasiz tasavvur etmek imkansızdır. Bence demokrasi bu dünya vebası için bir çoğalma alanıdır."
Bu durumda demokratik kurumlar nasyonel sosyalist devletlerin hareket yeteneğini kısıtlar, bu nedenle de demokrasi, ırkçı devletlerin çalışmasını engelleyen bir siyasal düzenden başka bir şey değildir. Nasyonel-sosyalizm, ana kavramlarını faşizmden almıştır. Ama devlet konusunda temelde aynı görüşleri savunmalarına karşı kurumsal alanda iki ayrı biçimde devleti yorumlarlar. Faşizmde devlet her şeyin üzerinde bir kavram olarak amaç biçiminde ele alınırken, nasyonal-sosyalizmde devlet ırkın bekası için bir araç olarak ele alınıp değerlendirilmektedir. Hitler, nasyonel-sosyalist devlet anlayışını şu biçimde dile getiriyor: “Devlet, bir gayeye ulaşmanın vasıtasıdır. Gayesi gerek fizik ve gerek ahlak bakımından bir olan insanların gelişmesi ve bu gelişmenin devamlılığını sağlamaktadır.”
Alman nasyonel-sosyalizminin İtalyan faşizminden ayrıldığı nokta bu duruma göre yalnız ırkçılık konusunda kalmaktadır. Çünkü devlet kavramı üzerindeki kuramsal ayrılık gerçek anlamda bir ayrılık değildir. Devlet ve birey ilişkisi her ikisinde de kaba kuvvet felsefesine dayanmaktadır. Buna karşılık Alman nasyonel-sosyalizminin İtalyan faşizminden alıp daha ileri götürüp geliştirdiği önderlik (Führer) felsefesi vardır. Sanırım yakında da bir (Erdoğan) felsefesi oluşacak ve yaptıkları örnek olsun diye üniversiteler de okutulacak.
Çünkü Hitler, Almanya’da iktidara geldiğinde 1932 yılının Nisan ayında Cumhurbaşkanlığı seçimleri yapıldı. Bu seçimlerde Hindenburg 19.4 milyon oy alarak cumhurbaşkanı oldu. En büyük siyasi parti olduğunu gösterdi. Fakat Hitler’de 19 milyon oy alarak en büyük ikinci parti olduğunu kanıtladı. İç siyasette hakim olan Hitler faaliyetlerini arttırdı. Kasım ayında yenilenen seçimde Hitler iki milyon oy kaybetmesine karşın birinci parti konumuna gelmişti. 1933’te Hindenburg, Hitleri Başbakan, Fon Papen’i Hitleri dizginler diye başbakan yardımcısı olarak atadı.
Hitleri ilk tanıyan Avrupa oldu, çünkü seçimlerle iktidara gelmişti, şirin görünüyorlardı ve yasalardı. Daha sonrasını biliyoruz. İlk Polonya işgalinden sonra Hitler, Avrupa’nın birçok ülkesini işgal etti. Avrupa’da dahil çoğunluğu Yahudi olan birçok insanı, insanlık dışı uygulamalarla öldürdü. Bence Hitlerin bu katliamlarının ortağı bir nebze de olsa Avrupa’dır. Öyle ki, Hindenburg, Fon Papen’i, Hitleri dizginler diye başbakan yardımcısı olarak atadı ama bırakın Hitlerin dizginlemeyi kendini dizginleyemeyerek, Ağustos 1980’li yıllarda Türkeş’in girişimiyle kurulan ilk Ülkücü Komando Kamplarında eğitim verilmek üzere eski bir Nazi subayı olarak Türkiye’ye getirildi. Bununda sonrasını biliyoruz.
Merak insanı devrimci kılar
Bu sistem her yaşadığı krizi nasıl olsa aşacakmış gibi bir yanılsama yaratma konusunda da epey başarılı(dır.) Fakat iki yüz yıl insanlığın bu gezegendeki macerası için de kısa sayılacak bir süre söz konusu. Daha önce yaşanan kapitalist kıyametlerin muhaliflerce yeterince değerlendirilememiş olması bu durumun böyle devam edeceği izlenimini pekiştirmiş olabilir.
Bu gezegenin dört yanında “yeniden devrim”in nasıl olacağını şiddetle merak eden devrimciler yaşamaktadırlar. Üstelik Ekim devrimini yapmış olan dedelerinin, ninelerinin anlattıkları devrim hikayeleri daha zihinlerde tazedir. Devrimi, yeni bir dünyayı merak ediyorlar. Merak kışkırtıcı bir duygudur, insanı devrimci kılar. Çünkü merak bilginin de kaynağıdır. Bugün işçiler, yoksul halk kesimi, emekçiler aldıkları her darbe ile sendeleşmişlerse de aynı zamanda öfke de biriktirmişlerdir.
Son söz: hayvanlar kobay olarak değil, halkı aşağılayan, istismar eden faşistler kullanılsın. Nazlanırlarsa onları ikna etmek için elimizden geleni yapmaktan kaçınmayalım.
✱ Yakuza: Japon mafyası. Polisle işbirliği içinde çalışır. Sokaklarda ve suç dünyasında düzeni sağlama ve denetim dışı işleri önleme karşılığında her türlü suçu işleme ayrıcalığına sahiptir. Üyelerini şoven milliyetçi, aşırı sağcı gençlerden devşirir.
2 yorum:
Sevgili YN,
Guzel bir analiz.
Bazi acilimlar yapmak istedim.
Tanimladiginiz 15 tur demokrasi modeli demokrasinin nasil calisacagini tarif etmenin cesitleridir.
Yani;
sifat + demokrasi
***
Demokrasi nedir?
En basit tanimi ile "Her bir bireyin temel hak ve ozgurluklerini kayitsiz sartsiz olarak yasiyabildigi toplumsal sistemidir".
Sifatlar nelerdir?
Devlet bir sistem (mekanizmalar grubu) ise o sistemin parcalarinin nasil calistigi, demokrasiyi nasil isledigi elbette cok onemli. Buna gorede onune bazi "sifat"lar geliyor. Eger sosyal bir devlet ise ve demokrasiyi uyguluyorsa bu sosyal demokrasi (isvec). Yok liberal ekonomiyi uygulayan bir sisteme sahipse bu liberal demokrasi olur (ABD). vs...
***
Sistem modelinin (sifatinin) ne olacagi mutlaka cok onemli ancak daha onemlisi onundeki sifat'lari koymadan onceki -demokrasi- yi oturtmak gerekir.
Ornegin; Turkiyede anasiyla falanca lisani konusan cocugun alnina "bu lisani konusamazsin yassak!" yada "dinine benim dedigim sekil inanacaksin" diyen ortam var. Iste bu ortak zeminde bulusmak gerekir.
Sonrasi biraz daha kolay.
Sevgili Haydar arkadaş,
Sunduğunuz katkılar üzerine söylenecek fazla söz yok ama "demokrasi"yi kendine göre yorumlayan hükümütler -ya da iktidarların- dünya üzerinde gerçek anlamda bir demokrasi uyguladıklarını sanmıyorum, gerçek anlamda bir tek örneği de yok diyebiliriz.
Süreçi birlikte takip ediyoruz, ortak zeminse şimdilik zor.. Hepimizin temennisi ama "temenniden de öteye geçmiyor" geçmeyecek, buna kimse (iktidarlar) izin vermez.. Burjuva ve ya liberal devlet anlayışın bünyesi böylesi birşeyi kaldırmaz..
Yorumunuz için teşekkürler...
Saygılarımla.
Yorum Gönder