7 Haziran 2008 Cumartesi

“Bizim Taraf”dan olmak

Memleketin dört bir yanını sardı, “Anayasa Mahkemesi”nin “Türban iptali” kararı, herkes tutuştu (sözüm ona gerçek bir demokrasi varmış gibi) “Demokrasi” elden gidiyor, "Cübbeliler darbe” yaptı diye. Şimdilik kimse üstüne almıyor. Efendim biz şu koca harflerle yazılan “Demokrasi”den yanaydıklarla geçiştirilenlerden sonrada, aslında kabullenmeseler de Anayasa Mahkemesi’nin “Türban’ı iptal kararı” o gün için “Üniversitelerde türbana serbestlik vereceğini sanan saf diller, sonradan rotayı değiştirip deyim yerindeyse, “Görüyor musunuz şu yaşananları, bu bir yargı darbesidir" bazıları da ahkam keserek "Bizde birer soğuk duş etkisi yaratmadı bütün bunlar, kaldı ki biz böyle olacağını biliyorduk” söylevleriyle günü kurtarmaya çalışıyorlar.

İşin açıkçası sabit fikir yürütenler üzerinde kimse durmadı. Bunlardan biri Anayasa Başkanının görüşünü "İptal" kararından önce tarafını ve tavrını belirlemesinin (deyim yerindeyse kullanacağı oyu acıkça karşı "red" vereceğinin) üzerinde kimse durmadı ya da durmak istemedi. Ve/ya da çok normal bir şeymiş gibi görünüp "Demokrasi" diye algılandı bütün bunlar.

Sanki bu duygu patlamasını yaşayanlar neredeyse kendini tutamayıp ağlayacaklar ve AKP’nin kapatılmasını bununla engelleyecekler sanırsınız ve daha dün ateşli bir şekilde AKP’nin savunuculuğunu yapmadılar sanki? Oysa başından beridir, AKP’nin kapatılma olasılığının kapatılmama olasılığından daha yüksek olacağı gün gibi ortadayken. Yargıtay’ın açmış olduğu kapatma davasının Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK)’nden bağımsız olmadığını da dillendirmemize rağmen, bu yasanın “Burjuva demokrasisi”ne dayandığını, bunun asal gücünün de “Laiklik ilkesinin” hukuk ve yasalardan aldığı bir güçle olduğuna vurgu yaptık. (Blog'u inceleyebilir meraklı arkadaşlar, kaldı ki, fikir paylaştığımız birçok arkadaşla, hem onların kendi sayfalarında hem de kendi yorum sayfalarımızda görüş belirttik.)

Papatya falı
AKP ya kapatılmayacak, ya da kapatılacak! Yani ya AKP ya TSK!

Kaldı ki Kemalist ideolojinin temel kuralı, muhalifini her türlü entrikayla bertaraf etmektir. Bunu şimdi AKP’de deniyor. Örnek mi Fikri Sağlar’ın, BirGün Gazetesi’nde kaleme aldığı yazısında ki iddialar. Bütün bu süreçlerden sonra gizli sevinenler olduğu kadar açıktan sevinenler de olacak. Düşünmek bile istemiyorum ama düşünsenize bir Genelkurmay Başkanı atanmış ve (onların deyimiyle) dini bütün biri var TSK'nın başında ve şu AKP'nin İslam'i açılımları ele alındığında, ona buna özgürlük diyenlerin yüzlerini görmek isterdim. Şimdilik böyle bir şey yok. Ama ya olsaydı?

Fakat AKP kapatılmasa da, kapatılsa da sevineceğim. Bu her iki olgu da Türkiye'nin gerçek anlamda demokratikleşme sürecini hızlandıracaktır diye düşünmemden kaynaklanmakta. Dolayısıyla bu hesaplaşma (ya da iç çatışmada) işin açıkçası ben gizli sevinenlerden değilim, hiçbir zamanda olmadım, doğama da aykırı zaten gerici bir zihniyete alkış tutmak, aksine açıktan sevinen ve hatta bunun için büyük puntolarla yeniden ve yine yazıp - çizen “Sevinenlerdenim!” Şükürler olsun!

Hiçbir programı olmayan, stratejisini ve taktiğini belirleyememiş, pratiği sadece söylevlerde yazılı kalan “Mücadele edin”den öteye gitmeyen ve kavram kargaşası yaşayan dostları görünce net bir duruşun ve de nitelikli bir söylevin, pratiğin ve teorinin anlamını bugün insan daha iyi anlıyor. Ne de olsa köşe başlarını tutmuş seviyeli döneklerden oluşturulmuş bir sol furya var.

Bir de dönekliğini ideolojik seviyede tutmak isteyenler var. Onların çoğu bildiğim kadarıyla Bay Fetullah Gülen’in gazetelerinde bilemediniz eklerinde yazıyorlar. Birkaç yaramazlık yaptıktan sonra yuvalarına dönüyorlar. Bir de seviyesiz dönekler var. Onlar kendilerini ispatlama derdindedirler. Oturabilecekleri tek koltuk var oda sistemin koltuğu. Orası çok sıcaktır. Ne de olsa sistemin kucağıdır. Bunlar dün düşman ilan ettikleri hâkim kuvvetlere kendilerini affettirme ruh hali içinde kendilerinden beklenenin çok ötesinde bir gayretkeşlik yarışına girerek dillerini efendileri için kullanırlar.

Oportünizme kapılmış, parti ve partizanlığı karıştıran bir silsileden söz ediyorum. Kömür dağıtıp, kömürü dağıttığını gurur ve şerefle dillendiren daha sonra da inkâr edenlerden söz ediyorum! Kaldı ki, dün aymaz bir şekilde demokrasinin gereğiymiş gibi duruş ve tavır şekliyle Erdoğan kadar bile olamayanları görünce Erdoğan’ı anlıyor insan. Sürüler psikolojisine kapılmış, bir demokrasi havariliğiyle “Özgürlük”lerden dem vurmanın adı budur sanırım. Zaten onlarla da bunlar yapılır. Beklenende budur..

Emeğinde aşkında yarısı kadındır
Kadını özgürleştireceğini sanan “şekilcilik”le ve “simge”lerle dolu görüngülerle (tabii bir de ‘kadını takip et’ kuralı vardır, ancak bu erkek egemen bakış bize yakışmaz) siyasetin en ama en evrensel değeri neyse onu yerine getirdiğini düşünen oysa aslında bu (tür) siyasetin de evrensel kuralıdır. Görevini yerine getirir ki, konu laiklikle, Kürtlükle sınırlı olsa iş kolay alıştığımız ve yabancısı olmadığımız bir konu. Ama işin içine “din” girdiğinde gevezeliğinden ödün vermeyenler korkularından olsa gerek susmayı yeğlerler. İşin içinde biraz da mevki, kariyer, para da varsa söz konusu bile olamaz bu. Tıpkı Tv kanalarının son gözdesi olan “desti izdivaç” programlarının, başı açık ve evlenme meraklısı, yaşı geçkin gezmeye meraklı kadıncıkların çağdaşlığını da bir yere kadar elden bırakmayan ama 8 trilyonluk kocayı duyunca artık bir saatten sonra “Örtünmemin zamanı geldi, mümkünse Hac’a gidebilirim sizinle" diyenleri anımsatıyor şu yaşananlar.

İşte bütün kapitalist alemde olduğu gibi, bizim memlekette de paranın yönünü takip ettiğimizi de göz önüne alırsak ve her daim benimseyin, benimsemeyin her defasında sistemin ve o büyük sermayenin ve onun o kademedeki siyasi işbirlikçilerine, uşaklarına, yakın korumalarına, tetikçilerine (bade bıyıklı kodaman devlet yöneticilerine) ulaşırsınız.

İşçilere, emekçilere kimseden hayır yok, bunu anlamamız gerekli en azından bu sistemde. AKP, sermayenin partisi, afişleri Avrupalarda hazırlanan, BOP’un eş zamanlı “Ilımlı” partisi. Kendisi gibi düşünmeyene özgürlük tanıyacağı da yok. Kendi gibi “İbadet etmeyen”lere de “İnanç” hakkı ve “Saygı”sı yok. Kaldı ki bunu 800 yıl önce kanıtladılar. Referansları güçlü. Birincisi Camel (Deve) Savaşı, ikincisi de bir çoğunluğu kendini İslam dinini yadsımadan bu dinin içinde buldu ama bir mezhepten geliyordu, öylesine iktidar hırsı bürümüştü ki gözlerini, “Kerbela'da 'Ehl-i Beyt' soyundan Peygamer'in torunu olan İmam Hüseyin'i ve 72 yandaşını katlederek" gösterdiler. Bunun anlamı kim olursa olsun kendi iktidarı ve çıkarı söz konusu olduğu sürece Peygamber'in ailesi (evlatları) olsa bile gözdağı verilecekti.

Öyle yüzsüzleştiler ki Fetullah kliği İmam Hüseyin'in adaletli ve haksızlıklara karşı başkaldırdığını da bildiğinden: "Biz İmam Hasan'ın yolunu benimsiyoruz ama İmam Hüseyin'in yolunu benimsemiyoruz" diyordu yıllar önce. Örneğin kendine ait oluşturulmuş web sayfalarında Yezid'i vb. lerini salya sümük gözyaşlarıyla aklamaya çalışıyorlar tıpkı akPartileri gibi. İlk adını onlar koydular kendi mezheplerinin ve taraflarını seçtiler zenginler sofrasında. Ellerine aldıkları mızrakların uçlarına Kur’an yapraklarını takarak savaşa gittiler, karşısındakiler elini bile kaldırmadı ve öldürüldüler. Sonra da biz bunu Peygamberimiz ve dinimiz için yaptık dediler. Tarih bu anlatılarla dolu. Sayfalar daha dolacağa benziyor. Kuşkusuz bir de laikçiler var. Ancak onlardan da hayır yok.

Sistemin altı ya da üstü olabilmek
Son söz; türban iptali duyulur duyulmaz ne diyordu NTv’de Star Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Karaalioğlu: “Savaş başlamıştır…” Yine onlar belirlediler ve adını koydular. Siyasi ve toplumsal kavgalarda “kader, kısmet, alın yazısı” ve mücadelenin kendisi tayin ediyor, ideolojik, politik, örgütsel gücü ve bağımsızlığı olan kazanıyor. Yani halihazırda ilk önce Mustafa Karaalioğlu gibilerin ve tabii ki bizim gibilerin işi zor görünüyor. Belki inanmayacaksanız ama bu memleketi kadınıyla erkeğiyle işçi sınıfı kurtaracaktır. Özgürlükte onlarla gelecek.

Bu yüzden kuşkusuz bu yolda demokrasi ve laiklik mücadelesi şarttır, ama öyle dandik demokrasiye ve naylon laikliğe “Sahip çıkmak” veya fit olmak için değil, kendi usulünce bir demokrasiyi ve laikliği kurmak amacıyla. Üstelik kimsenin yedeğine takılmadan, kazanılması gerekenleri kazanarak, tüm ezilenleri ve yoksulları peşinden sürükleyerek, topluma önderlik ederek. Dine indirgemeyerek. Hem de öyle ekmek parası için değil, fırına el koymak amacıyla.

Bu yüzden ya sistemin altındasınızdır ya da üstünde. Ne demiştik daha önce: “Bu sistemin her dediğine inanmayın” ve “Mücadeleyi bırakmayın” ve ne diyordu Nazım “Burjuvazi bizi kavgaya davet etti", öyleyse "Davetleri kabulümüzdür.”

Hiç yorum yok: