İşin açıkçası sabit fikir yürütenler üzerinde kimse durmadı. Bunlardan
biri Anayasa Başkanının görüşünü "İptal" kararından önce tarafını ve
tavrını belirlemesinin (deyim yerindeyse
kullanacağı oyu acıkça karşı "red" vereceğinin) üzerinde kimse
durmadı ya da durmak istemedi. Ve/ya da çok normal bir şeymiş gibi görünüp
"Demokrasi" diye algılandı bütün bunlar.
Sanki bu duygu patlamasını yaşayanlar neredeyse kendini tutamayıp
ağlayacaklar ve AKP’nin kapatılmasını bununla engelleyecekler sanırsınız ve daha dün ateşli bir şekilde AKP’nin savunuculuğunu yapmadılar sanki? Oysa
başından beridir, AKP’nin kapatılma olasılığının kapatılmama olasılığından daha
yüksek olacağı gün gibi ortadayken. Yargıtay’ın açmış olduğu kapatma davasının
Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK)’nden bağımsız olmadığını da dillendirmemize
rağmen, bu yasanın “Burjuva demokrasisi”ne dayandığını, bunun asal gücünün de
“Laiklik ilkesinin” hukuk ve yasalardan aldığı bir güçle olduğuna vurgu yaptık.
(Blog'u inceleyebilir
meraklı arkadaşlar, kaldı ki, fikir paylaştığımız birçok arkadaşla, hem onların
kendi sayfalarında hem de kendi yorum sayfalarımızda görüş belirttik.)
Papatya falı
AKP ya kapatılmayacak, ya da kapatılacak! Yani ya AKP ya
TSK!
Kaldı ki Kemalist ideolojinin temel kuralı, muhalifini her türlü
entrikayla bertaraf etmektir. Bunu şimdi AKP’de deniyor. Örnek mi Fikri
Sağlar’ın, BirGün Gazetesi’nde kaleme aldığı yazısında ki iddialar. Bütün
bu süreçlerden sonra gizli sevinenler olduğu kadar açıktan sevinenler de olacak.
Düşünmek bile istemiyorum ama düşünsenize bir Genelkurmay Başkanı atanmış ve (onların deyimiyle) dini bütün biri var
TSK'nın başında ve şu AKP'nin İslam'i açılımları ele alındığında, ona buna
özgürlük diyenlerin yüzlerini görmek isterdim. Şimdilik böyle bir şey yok. Ama
ya olsaydı?
Fakat AKP kapatılmasa da, kapatılsa da sevineceğim. Bu her iki olgu da
Türkiye'nin gerçek anlamda demokratikleşme sürecini hızlandıracaktır diye
düşünmemden kaynaklanmakta. Dolayısıyla bu hesaplaşma (ya da iç çatışmada) işin açıkçası ben gizli sevinenlerden değilim,
hiçbir zamanda olmadım, doğama da aykırı zaten gerici bir zihniyete alkış
tutmak, aksine açıktan sevinen ve hatta bunun için büyük puntolarla yeniden ve
yine yazıp - çizen “Sevinenlerdenim!” Şükürler olsun!
Hiçbir programı olmayan, stratejisini ve taktiğini belirleyememiş, pratiği
sadece söylevlerde yazılı kalan “Mücadele edin”den öteye gitmeyen ve kavram
kargaşası yaşayan dostları görünce net bir duruşun ve de nitelikli bir söylevin, pratiğin ve teorinin anlamını bugün insan daha iyi anlıyor. Ne de olsa köşe
başlarını tutmuş seviyeli döneklerden oluşturulmuş bir sol furya var.
Bir de dönekliğini ideolojik seviyede tutmak isteyenler var. Onların çoğu
bildiğim kadarıyla Bay Fetullah Gülen’in gazetelerinde bilemediniz eklerinde
yazıyorlar. Birkaç yaramazlık yaptıktan sonra yuvalarına dönüyorlar. Bir de
seviyesiz dönekler var. Onlar kendilerini ispatlama derdindedirler.
Oturabilecekleri tek koltuk var oda sistemin koltuğu. Orası çok sıcaktır. Ne de
olsa sistemin kucağıdır. Bunlar dün düşman ilan ettikleri hâkim kuvvetlere
kendilerini affettirme ruh hali içinde kendilerinden beklenenin çok ötesinde
bir gayretkeşlik yarışına girerek dillerini efendileri için kullanırlar.
Oportünizme kapılmış, parti ve partizanlığı karıştıran bir silsileden söz
ediyorum. Kömür dağıtıp, kömürü dağıttığını gurur ve şerefle dillendiren daha
sonra da inkâr edenlerden söz ediyorum! Kaldı ki, dün aymaz bir şekilde
demokrasinin gereğiymiş gibi duruş ve tavır şekliyle Erdoğan kadar
bile olamayanları görünce Erdoğan’ı anlıyor insan. Sürüler
psikolojisine kapılmış, bir demokrasi havariliğiyle “Özgürlük”lerden dem
vurmanın adı budur sanırım. Zaten onlarla da bunlar yapılır. Beklenende budur..
Emeğinde aşkında
yarısı kadındır
Kadını özgürleştireceğini sanan “şekilcilik”le ve
“simge”lerle dolu görüngülerle (tabii bir de ‘kadını takip et’ kuralı vardır,
ancak bu erkek egemen bakış bize yakışmaz) siyasetin en ama en evrensel değeri
neyse onu yerine getirdiğini düşünen oysa aslında bu (tür) siyasetin de evrensel kuralıdır. Görevini yerine getirir ki,
konu laiklikle, Kürtlükle sınırlı olsa iş kolay alıştığımız ve yabancısı
olmadığımız bir konu. Ama işin içine “din” girdiğinde gevezeliğinden ödün
vermeyenler korkularından olsa gerek susmayı yeğlerler. İşin içinde biraz da
mevki, kariyer, para da varsa söz konusu bile olamaz bu. Tıpkı Tv kanalarının
son gözdesi olan “desti izdivaç” programlarının, başı açık ve evlenme
meraklısı, yaşı geçkin gezmeye meraklı kadıncıkların çağdaşlığını da bir yere
kadar elden bırakmayan ama 8 trilyonluk kocayı duyunca artık bir saatten sonra
“Örtünmemin zamanı geldi, mümkünse Hac’a gidebilirim sizinle" diyenleri
anımsatıyor şu yaşananlar.
İşte bütün kapitalist alemde olduğu gibi, bizim memlekette de paranın yönünü takip ettiğimizi de göz önüne alırsak ve her daim benimseyin, benimsemeyin her defasında sistemin ve o büyük sermayenin ve onun o kademedeki siyasi işbirlikçilerine, uşaklarına, yakın korumalarına, tetikçilerine (bade bıyıklı kodaman devlet yöneticilerine) ulaşırsınız.
İşte bütün kapitalist alemde olduğu gibi, bizim memlekette de paranın yönünü takip ettiğimizi de göz önüne alırsak ve her daim benimseyin, benimsemeyin her defasında sistemin ve o büyük sermayenin ve onun o kademedeki siyasi işbirlikçilerine, uşaklarına, yakın korumalarına, tetikçilerine (bade bıyıklı kodaman devlet yöneticilerine) ulaşırsınız.
İşçilere, emekçilere kimseden hayır yok, bunu anlamamız gerekli en azından
bu sistemde. AKP, sermayenin partisi, afişleri Avrupalarda hazırlanan, BOP’un
eş zamanlı “Ilımlı” partisi. Kendisi gibi düşünmeyene özgürlük tanıyacağı da
yok. Kendi gibi “İbadet etmeyen”lere de “İnanç” hakkı ve “Saygı”sı yok. Kaldı ki
bunu 800 yıl önce kanıtladılar. Referansları güçlü. Birincisi Camel (Deve) Savaşı, ikincisi de bir çoğunluğu
kendini İslam dinini yadsımadan bu dinin içinde buldu ama bir mezhepten
geliyordu, öylesine iktidar hırsı bürümüştü ki gözlerini, “Kerbela'da 'Ehl-i
Beyt' soyundan Peygamer'in torunu olan İmam Hüseyin'i ve 72 yandaşını
katlederek" gösterdiler. Bunun anlamı kim olursa olsun kendi iktidarı ve çıkarı
söz konusu olduğu sürece Peygamber'in ailesi (evlatları) olsa bile gözdağı verilecekti.
Öyle yüzsüzleştiler ki Fetullah kliği İmam Hüseyin'in adaletli ve
haksızlıklara karşı başkaldırdığını da bildiğinden: "Biz İmam Hasan'ın
yolunu benimsiyoruz ama İmam Hüseyin'in yolunu benimsemiyoruz" diyordu
yıllar önce. Örneğin kendine ait oluşturulmuş web sayfalarında Yezid'i vb. lerini
salya sümük gözyaşlarıyla aklamaya çalışıyorlar tıpkı akPartileri gibi. İlk
adını onlar koydular kendi mezheplerinin ve taraflarını seçtiler zenginler
sofrasında. Ellerine aldıkları mızrakların uçlarına Kur’an yapraklarını takarak
savaşa gittiler, karşısındakiler elini bile kaldırmadı ve öldürüldüler. Sonra
da biz bunu Peygamberimiz ve dinimiz için yaptık dediler. Tarih bu anlatılarla
dolu. Sayfalar daha dolacağa benziyor. Kuşkusuz bir de laikçiler var. Ancak
onlardan da hayır yok.
Sistemin altı ya da
üstü olabilmek
Son söz; türban iptali duyulur duyulmaz ne diyordu NTv’de
Star Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Karaalioğlu: “Savaş başlamıştır…”
Yine onlar belirlediler ve adını koydular. Siyasi ve toplumsal kavgalarda
“kader, kısmet, alın yazısı” ve mücadelenin kendisi tayin ediyor, ideolojik,
politik, örgütsel gücü ve bağımsızlığı olan kazanıyor. Yani halihazırda ilk
önce Mustafa Karaalioğlu gibilerin ve tabii ki bizim gibilerin işi zor
görünüyor. Belki inanmayacaksanız ama bu memleketi kadınıyla erkeğiyle işçi sınıfı kurtaracaktır.
Özgürlükte onlarla gelecek.
Bu yüzden kuşkusuz bu yolda demokrasi ve laiklik mücadelesi şarttır, ama
öyle dandik demokrasiye ve naylon laikliğe “Sahip çıkmak” veya fit olmak için
değil, kendi usulünce bir demokrasiyi ve laikliği kurmak amacıyla. Üstelik
kimsenin yedeğine takılmadan, kazanılması gerekenleri kazanarak, tüm ezilenleri
ve yoksulları peşinden sürükleyerek, topluma önderlik ederek. Dine
indirgemeyerek. Hem de öyle ekmek parası için değil, fırına el koymak amacıyla.
Bu yüzden ya sistemin altındasınızdır ya da üstünde. Ne demiştik daha
önce: “Bu sistemin her dediğine inanmayın” ve “Mücadeleyi bırakmayın” ve ne
diyordu Nazım “Burjuvazi bizi kavgaya davet etti", öyleyse "Davetleri kabulümüzdür.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder