9 Kasım 2011 Çarşamba

Komünist propaganda ya da Taksim anıtı

“Kendimiz fakir olsak da Türkiye’ye maddi yardımda bulunabiliriz.” (Lenin, 1921-22, -İlk Sovyet Türkiye büyükelçisinin anılarında Pontus Rumları- adlı çalışmasından aktaran tarihçi Vasily Chenkelidis)

Neredeyse son çeyrek yüzyıldır sosyalizm bitti yaygarasıyla ortaya çıkanlar olmuştur, halende varlar. İlginçtir, bitti dedikleri ideolojiye halende çok yoğun bir şekilde saldırmaya devam ediyorlar. Nedendir bilinmez (aslında biliyoruz), bitti dedikleri şeye saldırırlar, varın onu da siz kendinizce yorumlayın?!

Elbette dünya da bu işin fikir babası emperyalistlerdir ve NATO'nun himayesinde olan ülkeler vardır, SSCB’ye karşı anti-komünist propagandayı güdenler de özellikle de Amerikan emperyalizminin kara propagandasını yapan ve onların her ülkede var olan, yerli ve yabancı ideologları-işbirlikçileridir. Bitmeyecek gibi görünüyorlar.

Bitmesinler de çünkü sosyalist ve komünist ideolojiyi de var edenler kendileri, bu yüzden bunlar her zaman ve her yerde görevlerine amadedirler.

Tıpkı bizde de olduğu gibi. Örneğin 1939-1944 yılları arasında Türkiye’de Alman büyük elçiliği de yapan, 1980’li yılların Ağustos aylarında kurulan Ülkücü Komando Kampları’nda faşizmin Türkiye’deki dönemin milliyetçi temsilcisi Türkeş’in emriyle, o kamplarda “insan en iyi şekilde nasıl öldürülür” eğitimini veren Franz von Papen gibi. Tarihte bunlar olmuştur… 

İşte bundandır ki, Türkiye’de bunu bir ara Türk-İslam sentezinin bir unsuru olan ülkücü-faşist cenah yapıyordu (gerçi pekte değişen bir şey yok, AKP’den fırsat buldukça ve akıllarına geldikçe yine yapmaya çalışıyorlar) keza şimdi bu işi yine aynı sentezin dini boyutu daha da ağır yönü olan mevcut iktidar partisi yapıyor.

Zaten faşizm Türkiye’de sadece İslam boyutuyla yükselebilirdi ve onlarda bunu yapıyorlar.

Bakın şu liberal gazetelerden tutunda Zaman’a kadar uzanan çizgide ve Akit vb. gibi gazeteciklerin mutlaka bir sayfası ya da köşe yazısı buna ayrılmıştır. Öyle bir telaşla yazıyorlar ki, yazıların çıktığı yere bakıyorsunuz aynı yuvalardan besleniyorlar. Hele ki şu liberallerin olduğu gazeteler. Solculukla ilgileri yok ama sola akıl vermeye kadar da pervasızca akıl veriyorlar. Sol şöyle yapsın, böyle yapsın gibi. Hakikaten komik bir durum…

Öyle iğrenç bir durumları var ki, solla ilişkilendirilmemek içinde ellerinden geleni de artlarına koymuyorlar. Sanırım kendilerini kirletilmiş sanıyorlar. Aynen Cengiz Çandar ve Oral Çalışlar misali. İşte böylesine bir pervasızlık ve aymazlık mevcut.

Mesela geçenlerde İzmir – Bornova Belediyesi belgesel fotoğraf sergisi düzenlemiş. Belediyenin davet afişinde Lenin’in de fotoğrafı var. Zaman gazetesi de boş durur mu kıyameti koparmış; “Lenin nasıl Cumhuriyet kahramanı ilan edilir, nasıl Atatürk’le aynı kefeye konur” diye vermiş verdirmiş... Sanırsın, Atatürk karşıtlığını onlar değil de başka gazeteler sergiliyor(!) Öyle ya Lenin milyonlarca insanı katletmişti!

Biz söyleyelim: Lenin ‘Cumhuriyet’e, Kurtuluş Savaşı’nda 37 bin tüfek, 44 bin fişek, 324 makineli tüfek, 66 top, 200 bin top mermisi ve 11 top kamasıyla katılmıştır... Cumhuriyet’in inşası sırasında pek çok kurumun inşasına, fabrikanın kurulumuna insan, malzeme ve para kaynağı sağlamıştır... Örneğin meşhur Taksim Anıtı’nda Atatürk’ün arkasında iki Sovyet generali bugün bile duruyor, isimleri de General Mihail Vasilyeviç Frunze ve Mareşal Kliment Yefremoviç Voroşilov.

General Mihail Vasilyeviç Frunze, Sovyetler Birliği tarihi içinde önemli bir yere sahip Bolşevik Parti üyesi ve Kızıl Ordu Başkumandanı Troçki tarafından Doğu Cephesi’nin komutanlığına getirilen birisi 1920 yılında da Güney Cephesi’nin başına geçiyor. Hani bilin istiyoruz aslında General Frunze, bizim tarihimiz açısında da önemli bir yere sahiptir

Lenin’in özel talimatıyla, olağanüstü elçi sıfatıyla 13 Aralık 1921’de Ankara’ya gelip,onuruna düzenlenen mitingde yaptığı konuşma büyük etki yaratıyor. Millet Meclisi’nde konuşma yapıyor. Öyle ki Atatürk’le yakın ilişki kuruyor. Sakarya cephesini geziyor, 5 Ocak 1922 günü ardından iyi duygular bırakarak ülkesine dönüyor.

Peki diğer Sovyet general (?) yani Mareşal Kliment Yefremoviç Voroşilov, 5. Kızıl Ordusu’nu kuran ve 1925-1940 arasında Halk Savunma Komiserliği yapan Voroşilov, II Dünya Savaşı’nda Leningrad savunmasını yaparak Hitler’in kenti ele geçirmesini önlüyor. Savaş sonunda mareşalliğe yükseltilip, 1947’de Politbüro üyesi oluyor. Mareşal Voroşilov’un bizim için önemi ise: Ulusal kurtuluş savaşının sürdüğü yıllarda askeri bilgisiyle savaşın taktik ve stratejisine katkıda bulunması amacıyla Ankara’ya gönderilen birisi. İşte Sovyetlerin o günlerde yaptığı yardımları unutmayan Atatürk, bir jest olarak bu iki generalin heykelinin de anıtta yer almasını istiyor.

Yani şöyle söyleyeyim esasen Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nda Lenin’in bir manivela oluşturduğunu belirtmek gerekir. Ki, 1917 Büyük Ekim Devrimi, Marksizm’den hareketle sınıf mücadeleleri ve devrimlerin en büyük pratiği olarak, önceki bütün devrim ve sınıf mücadelelerini aşan, kapitalizmin tarihsel sınırlarına ulaştığını gösteren ve dünya-tarihsel süreçleri belirleyen bir devrim olmuştur.

Şimdi tarihin, kitlelerin hareketinin, kapitalizmin bunalımı ve emperyalizmin dünyayı paylaşım güdülerinin, savaşların, sınıfsal-toplumsal kurtuluş ve bu tarihselliğe tabi ulusal kurtuluş bakiyelerinin başka bir evresindeyiz. Çünkü emperyalizmin ideologları ısrarla ideolojilerin bittiğinden özellikle de sosyalizm bittiğinden dem vuruyor. Onların ve onların yerli işbirlikçilerinin anlayamadığı konuda bu, emperyalist bir abluka (işgal) karşısında her ne güçle olursa olsun ve kim olursa olsun sosyalist solcuların - komünistlerin doğası buna karşı durmaktır. Tıpkı Amerika’nın Irak işgalinde olduğu gibi, çünkü Irak işgali başta olmak üzere Abdurrahman Dilipak gibi sahte savaş karşıtların tek derdi ırklar ve dinlerin var olan gerçekliğidir.

Çünkü biliyorum ki (yanlışta hatırlamıyorsam o gün orada bulunan, NATO ve BUSH karşıtı birlikte yer alan biri olarak) Irak işgalinin 2. ya da 3. yılında kürsüye birlikte çıktığı Mihri Belli’yle birlikte Dilipak Irak Müslüman bir ülke olduğu için kendinden fedakarlık yapıp o kürsüye çıkıp, başı örtülü birkaç genç kıza nutuk atmıştı. Bugünse Libya özelinde olduğu gibi Ortadoğu’da emperyal politikalar devam ederken, adının ve seceresinin olmayışıdır. Yarın emperyalistlerin olası Suriye ve İran müdahalesinde de meydanlarda olmayacağı gibi.

O yüzden başta liberaller olmak üzere, Erdoğan’ın peşine takılıp olmayan demokrasinin ahlakı ardına takılan bu omurgazsılara ve siyaseti kendi çıkarları için kullanan (ben bunun için, siyasi orospu çocukları terimini kullanmayı daha doğru buluyorum), Ortadoğu’da daralan İsrail politikalarını genişletmeye çalışanlara inatla ve bir kez daha şunu söylemek isterim. Komünizmin propagandası kendileri ve ardılları var oluncaya tek devam edecek.

O yüzden Ekim Devrimi, kendi özgünlüğü ve tarihselliği ile birlikte yeni devrimler çağına birçok önemli teorik, ideolojik, siyasal deneyim bırakarak tarih içindeki etkin yerini bırakarak yol göstermeye devam ediyor. Tıpkı günümüzde sadece Ortadoğu coğrafyasına sahip çıkan Latin Amerika kıtasındaki nitelikli ideolojiler gibi.

Çünkü komünist propaganda “Ezilenlerin özgürlüğüne yoğunlaşın” der. 

Hiç yorum yok: