30 Ocak 2010 Cumartesi

Hayat kadınları bile bu kadından daha onurludur

“1974 affıyla anarşistleri sokağa salıvermiş, 12 Mart’ın Türün Paşasına, Elverdi Paşasına faşist damgası vurulmuş, kontrgerilla iddiaları ile etraf bulandırılmış, (…) İşte12 Eylül, Türk milletinin meşru müdafaaya geçtiği gündür. İdamlar bu meşru müdafaanın bir neticesidir. (…) 1972’de Deniz Gezmiş’e, Yusuf Aslan’a, Hüseyin İnan’a Meclis’te oylarıyla sahip çıkanların Kızıldere’de Mahir Çayan ve arkadaşlarının öldürülmesini ‘devlet terörü’ olarak vasıflandıranların artık sesi soluğu kesilmiştir.” (Nazlı Ilıcak, 10 Ekim 1980, Tercüman)

Bu satırlar, Sabah gazetesi yazarı Nazlı Ilıcak'a ait. 1942 doğumlu olan Ilıcak, 30 yıl önce, yani tam 38 yaşındayken askeri darbeler hakkında böyle düşünüyordu...

Tarih: 28 Ocak 2010... Taraf gazetesinde yayımlanan bir habere dayanarak "Balyoz" adlı darbenin "tutuklanacaklar listesinde" yer aldıklarını öne süren 26 gazeteci, Grand Cevahir Otel'de basın toplantısı düzenleyerek, "darbeciler hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını" açıkladılar...

Grubun sözcüsü, 12 Eylül darbesini en ateşli biçimde savunmuş olan Nazlı Ilıcak'tı...

Ilıcak'ın ''27 Mayıs 1960'da başlayan süreç, 50 sene geçmiş olmasına rağmen hala sona ermedi. 21'inci asra adım attığımız yıllarda da askerin yoğun bir şekilde siyasete müdahalesinden kurtulamadığımız peş peşe ortaya çıkan belgelerden anlaşılıyor'' diye konuştuğu basın toplantısına Mehmet Altan, Abdurrahman Dilipak, Cengiz Çandar, Ekrem Dumanlı, Hasan Celal Güzel, Ali Bayramoğlu, Sadık Albayrak, Etyen Mahçupyan da katıldı.

Kendisine 12 Eylül sonrası yazdığı övgü yazıları hatırlatılması üzerine de, "bunla ilgili cevabımı yarınki yazımda açıklıyorum" diyerek, bu yazıların darbe sonrası ortamda bir bakıma dengeyi bulmak adına zorunlu yazılar olduğunu savundu.

Yazılarından bir örnek daha: "13 ilde sıkıyönetim yürürlüğe girdi. Huzura susamış milletimiz yürekten sesleniyor: Merhaba Asker.” (Nazlı Ilıcak, 17 Aralık 1978, Tercüman)

Hâlbuki Ilıcak'ın darbe tefçisi tavrı 12 Eylül sonrasında ortaya çıkan bir zorunluluk değildir. Ilıcak; 12 Eylül'e giden süreçte darbeyi meşrulaştıran zemini hazırlayan yazılara imza atmıştır. Nazlı Ilıcak; Kenan Evren'in habercisidir.

Sanırım Tayyip Erdoğan’ın yanlışlarının olabileceği fakat kendisinin karizmatik bir "lider" olduğu üzerine bir ara yazılarda yazıyordu. Neyse. Sonra büyük ihtimalle beynini hiç kullanmadığına karar verdim. Çünkü bu kadından beyin dışında her şey var.

Yazılarını çaycıya yazdırıyor olabilir mi (tüm çaycılardan özür dileriz…) bilinmez ama bir köşe yazısında "bıkmadınız mı hoca efendi ile uğraşmaktan" diyordu hanımefendi..

Gazetecilikte, bir insandan bahsederken adı, soyadı ya da lakabı kullanılır. Nazlı Ilıcak yazısında "hoca efendi" deyince, bir zaman sonra benim de "hoca efendi”m oluyor çünkü. Ayrıca bir gazeteci için "bıkmak" nasıl bir kelimedir? Murat Demirel 11 kez soyduğu bankanın kapısından 12. kez elinde çuvallarla çıktığında "yine mi lan, bıktım bu adamı haber yapmaktan" mı diyecek acaba?

Zamanında Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer için ben onun oruç tutuğundan da şüpheliyim diye ortam geren şahıs, meyhanede önünde viski bardağı, dansöz oynatmakta, başka yanda da oğlu striptizcileri kendi elleriyle soymaktadır.

Dediğimiz gibi, bu kadın gazetecilikten anlamıyor. kapitalist sağ mı desek, yoksa oportünist mi desek ne desek. Fikriyle zikri tutmayan şahıs, dindarın, dini bütünüz lafları altında reklam yapan kadın. Tam bir sıfat var ana - oğul ikisi için, hukuken sakıncalıdırlar.

23 Ocak 2010 Cumartesi

Tayyip'in servetinde gözümüz var

Daha önceden yazmış olduğum 'Tıkırrr, tıkır' başlıklı yazıyı yetersiz bulduğum için yeniden TEKEL işçilerini anlatan bir yazının olması gerekliliğinden dolayı bu blokta böyle bir yazı yazma kararı aldım. Çünkü TEKEL işçileri direniyor ve direnirken de yeni bir kuşağa kararlığı öğretiyor, her ne kadar 40 - 45’li yaşlarda da olsa TEKEL işçileri Türkiye’de işçi sınıfının bilinci yoktur söylevini reddeder gibi bize yol gösteriyorlar.

Keza TEKEL işçilerine, “Açız diye ajitasyon yapıyorlar” diye saldıran Erdoğan “İki yıldır bunları çalışmadan maaşlarını ödeyerek görevlerinde tuttuk” diye konuşurken sanki marifetmiş gibi böbürleniyor ya onlarda direnerek cevap veriyor. Kasımpaşalılığı elden bırakmayan ve her fırsatta işçileri tehdit eden Tayyip Erdoğan bunları söylüyor ya bir devletin görevi nedir diye sormak lazım Erdoğan’a diyerek yazmaya devam ediyorum…

Şimdi gelelim soruya(?) gerçekten devletin tanımı nedir?

Bunu örneklendirmek çok kolay nedeniyse devletin biçiminin egemenliğin kaynağına göre değişmesi, örnekleri şöyle sıralamak mümkün;

Monarşik devlet, Oligarşik devlet, Teokratik devlet, Demokratik devlet…

Bizde 'Toplumculuk' olmadığına göre AKP iktidarıyla birlikte devletin şuan ki tanımı oligarşiye ve teokratik devlete daha yakın, her ikisinde de “Egemenliğin belli bir sınıf veya gruba ait olduğu devlet biçiminin” ve yine “Egemenlik kaynağının dine daha yakın ve dayandığı devlet biçimi” şekli var. Yani İslami motiflerle örülü tek adam ve tek partili dönem arzusu içinde “Gizli faşizm”in niteliği var şuan ki iktidar (devletinin) biçiminde.

Oysa Türkiye gerçek anlamda bir sosyal devlet olsaydı ve toplumculuk ön planda olsaydı, Erdoğan yukarıda ki sözü söyleme cüretini bulamayacaktı kendinde. Çünkü iktidar ve üretim araçlarının halk tarafından kontrol edildiği bir toplum fikrine dayanan bir düşünce sistemi hâkim olacaktı ve Erdoğan gibilerde burada saçmalamayacaktı. . (Venezüella örneğine bakılabilinir) evrimle örgütlü bir emekçi sınıfın kurulmasına sosyalizm diyoruz ama TEKEL direnişinde de hemen hemen kolektif bilincin gün yüzüne çıktığını görebiliyoruz. Türk ve Kürt işçiler hep bir arada 100 yıllık bir dostluğu resim ediyorlar bize.

Tayyip Erdoğan’ın Amerikan masalarında hazırlanmış ve nihayetinde de yüzüne – gözüne bulaştırdığı ve beceriksiz “Açılım”ına da bir şekilde cevapta veriyor şuan TEKEL işçileri. Fabrikaları bir imzayla ve 1 milyar 720 milyon dolara BAT (British American Tobacco)’ya satılırken sırtları sıvazlanmış ve birden kendilerini 4-C denilen kölelik dayatmasıyla karşı karşıya bulunca TEKEL işçisinin direnişi kuşkusuz umut vaat ediyor bu saatten sonra bizler için. İşçi sınıfı hareketinin Türkiye’deki tarihinden habersiz olan Erdoğan ve şürekâsına kendi kaynağından cevap veriyor. Devrimci gelenekte söz sırası şimdi. . Yani TEKEL işçilerinde!

Hani şu Erdoğan’ın TEKEL işçileri için “İdeolojik bakıyorlar” sözüne atıfta bulunuyorlar: “Senin ideolojin yok mu?” Öyleyse al sana ideoloji… Bu ekmeğin ideolojisi işte!

Bu yüzden burası Türkiye! Yani TV kanallarınca gece gündüz program yaptırılıp şu katillerin cezaevlerinden alınıp beş yıldızlı otellere yerleştirildiği, sırtlarının sıvazlandığı katillerin otogarlarda (Hrant Dink cinayetinden önce) ümmetçi polislerce karşılandığı ve bayraklar karşısında resimlerin çekildiği, iktidar bir gece de değişince sakalı koyup, türbanı takıp yine bir gecede jeeplere binip köşe edinenlerin ülkesi.

Yani Türkiye adında bir ülkenin sözüm ona liderliğini yapan, dünyanın en güçlü Müslüman zenginleri arasında beşinci ama dünya liderleri arasında da yedinci olan Tayyip Erdoğan'ın Türkiyesinden söz ediyorum, TEKEL işçilerini kastederek kendi işçilerine söylediği 'Tüyü bitmemiş yetimin hakkını kimseye yedirmem' sözüne karşılık, şimdi bu ülkede emeğiyle çalışanlar ve karşılığını alamayanlar adına üniversite bitirip de iş bulamayanlar, işsizler, emekli maaşıyla kıt kanat geçinenler, asgari ücreti bile bulamayıp her boka vergi vermek zorunda olanlar ve TEKEL işçileri adına bir kez daha soruyorum Tayyip’in serveti işe yarar mı?

Peki ala yarar, neo liberal politikalar çerçevesinde “Sağlığın ticarileştirilmesi” sonucunda halk sağlığı uzmanlarına göre ise, bir sağlık ocağının maliyeti 50 bin dolar civarında. Yani bu parayla 77 milyar 550 bin TL!... Buna göre, Tayyip’in servetiyle 26 bin Sağlık Ocağı yapabilir, yine Tayyip’in servetiyle 40 bin çocuğun bakımı ve 60 bin çocuk okutabilir, yeni iş sahaları açılabilinir. Evet Tayyip'in serveti bal gibi işe yarar, bu yüzden Tayyip’in servetinde gözümüz var!

Not: Tayyip’in serveti ne işe yarar istatistik bilgileri soL. org.tr’den alınmıştır.

7 Ocak 2010 Perşembe

Tıkırrr, tıkır...

2010 yılına sonuna girdik değişen hiç bi’bok yok, istikrarsızlığı ülkenin diplerde hatta çok aşağılarda. İktidar işi gücü bırakmış “Kurumlar çatışmıyor” mesajı veriyor boyalı kutularından, saçma sapan birkaç danışman – stratejinin stratejisiz uzmanları açıklama yapıyor; “Kaygan zemindeyiz”, bir toz duman havası illa da çizilecek ya. Hep bir kuşku duyulacak işte.

Paranoyanın çekingen ipuçları
Zamanın bu saatten sonra üzerinize bocalanıyormuş hissi veren bu ülkede yaşamak artık cidden tat vermiyor, çivisini çıkarttılar el birliğiyle ülkenin. Askeri – Sivili – İlahiyatçısı – Sanatçısı aynı teraneden bol bol pudralanmış yüzleriyle emir veriyorlar: “Şöyle yapmayın, böyle yapın bu makbuldür” derken bile inanın yüzlerinde artık o eski mimikler bile yok. Neticede yıllarca bizleri o mimiklerle kandırmamışlar mıydı ve o yüzden sağıtılmamış mıydık?

Rahat adam sıfatıyla karşısındakileri salak yerine koymayı çok sever zaten bu ülkenin siyasetçileri, askeri, gazetecisi ve bilumum sokaktaki esnafı, sağıtılmamıza biraz da onlar el birliğiyle yardımcı olmuşlar mıydı?

E eldeki materyal Başbakan olunca ve onun bitmek bilmez duyguları, tripleri kötüye çalan ne kadar zırvalığı ve saçmalığı varsa bizim toplumumuz ondan mutlaka kendine bi’şey yontacak. Yonttular da!

Örneğin ülkeye istikrar geldi, demokrasinin merkezindeyiz ve her şey yolunda gidiyor diye bunu kanıtlama çabası içine girdi iş dünyasının patronları, öyle ki o kodamanlarımıza artık reklâm çektiriliyor: “Tıkırrr, tıkır…”

Bu reklâmla artık çakıldı köklerimiz ülkenin her bir yerine, sabah oluyor, uyanıyorsun en derin acılarınla… Netice de tıkır tıkır işliyor düzen.

Yine de “Tıkırrr, tıkır işleyen bir çarka çomak sokmak” istiyor insan, içine edeyim çarkınıza da, düzeninize de, şavşatalı yaşamınıza da olmayan ama varmış gibi gösterdiğiniz ahlakınıza da.

Bu ülkenin bütün aşağılık siyasi komplekslerine Süpermen’i aratmayacak şekilde direnen TEKEL işçilerini soğukta, yağmurda, çamurda "Provokasyon olacak" diye suya döken, tehdit eden, ellerindeki gazı böcek ilacı sıkar gibi insanların üstüne sıkan bilumum polis zevatına, onların amirlerine, bakanlarına, milletvekillerine ve tüm o suya dökülen, gazlanan adamların - kadınların ahlarıyla, okudukları beddualar diliyorum.

Neyse gitmeden şunu da söyleyeyim, her şeye zam yapan fahiş fiyat uygulayıcısı fahişenin torunlarını da buna katmak istiyorum.

E ne yaparsınız tutma ihtimalli pek yok ama metafizikten medet ummak bazen yersiz değildir...

1 Ocak 2010 Cuma

Suikast

“Dünyayı bağ aşağı bir çalkalayın. 
Ne kadar köksüz, soysuz varsa 
Amerika’ya düşer.”
(Frank L. Wright)

Türkiye'de ciddi bir demokrasi sorunu var bütün yaşananlar ve mesajlar şuan ülkede bunun göstergesi, TC’nin tarihinde görülmemiş bir şey başlatıldı, Seferberlik Tetkik Kurulu'nda (yani şu ismini yeni duymaya başladığımız Kozmik Oda’da) arama da yapıldı, malum suçlanan askerlerde sorguya alındı ve serbest bıraktırıldı, bunu zaten biliyorsunuzdur. Sebep ise Bülent Arınç’a suikast iddiası, bütün bürokratlar taş kesildi, bazıları ise taş kesilmek için gayret içinde. Oysa canı bahasına inanmış birçok kişi (özellikle ‘samimi’ sosyalistler) “Kontrgerilla” dağıtılsın diye çalışmalar ve eylemlikler yaparken bugünün demokrat liberalleri düşünmenizi mutlaka isterim. Çünkü öyle Kontrgerilla’yla uğraşma gibi hevesleri yoktu, çünkü başka iktidarlar olduğundan başka işlerle meşgullerdi. Kimse de aslında o zaman ciddiye almadı ya da tınlamadı ama olsun şunu da söylemek isterim ki, Allah’tan Marksistler varda bu sis yığınında önümüzü az çok görebiliyoruz, hakikaten iyiler işlerinde.

Emperyalizm kendi lehine çözer
Şimdi düşünüyorum da; gülüyorum açıkçası bütün bu yaşananlara.

Ki başından itibaren bas bas bağırarak söylemeye çalıştığımız Amerika’dan bağımsız bu ülke topraklarında hiçbir şey ama hiçbir şeyin yapılamayacağı gibi ve darbe de dahil onlardan izinsiz kimse yapamaz söylevleriydi. Biliyorum inkar edenler çok, onlarında kendi pencerelerinde haklıkları var, köşe edinecekler, yer edinecekler, çıkar sağlayacaklar. Ama bakılan pencere bence çok önemlidir, haklılığını görüyorsun fakat rezililiğini de görebiliyor musun temel meselesinde yatmaktadır olay.

Çünkü darbe - marbe falan kötü her ne olay varsa bu birebir emperyalistler tarafından karar alınarak yapılır ve yaptırılır. Eğer buna inanmayan birisi varsa, bu kişi ya kapitalizmin farkında değildir ya da emperyalizmi çözümlememiştir ve bu her iki olgunun iyi bi’şey olduğunu sanıyor olmasındandır diyorum. Çünkü sözünü ettiğimiz bütün NATO ülkeleri bununla yükümlüdür, yükümlüğüyse ekonomiyle sınırlıdır. Yani emperyalizm kendi lehine çözer her ne çözerse.

Her neyse karakterlerinin temeli orada yatmaktadır zaten, yatmakla yükümlüdür. Ne dedik; sermaye çelişkisi, kapitalizm, sınıf ve emperyalizm!

Ha birde burjuvazinin ahlakı burada temeldir.

Bundan sonra sanırım daha da çok zırvalık duyacağız bunlardan, evet yanılacağız ama kapılarımızda çalınacak, Tayyip “Hamdolsun!” her dediğinde.

Pandoranın kutusu
Neyse Arınç suikastında iddia edilenleri kendine yontanlar “Kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkasına da yapmayacaksın” öğretisinden yola çıkarak yorumlamıyorlar, hani burada istenen söz onları ırgalamıyordur çünkü...

Öreğin: Şamil Tayyar ve Taraf yazarı Mehmet Baransu hapis istemiyle mahkemeye sevk edilince, Zaman gazetesi avazı çıktığı kadar bağırdı “Basına özgürlük!”

Ne gariptir ki Mustafa Balbay ve yine Ergenekon üzerine yazan 106 gazeteci yargılanırken, Aydınlık dergisi kapatılıp yazarları gözaltına alınırken, sırf düşüncelerinden ötürü "Roj TV kapatılmasın" mesajıyla Rasmussen'e mektup gönderen DTP'li 53 belediye başkanı dahil, yargılanıp tepkiyle karşılanırken Zaman gazetesi o dönemde avazı çıktığı kadar dev puntolarla yine bağırıyordu; “Yargıya saygı!”

Yoksa ona ne Güneydoğu’da katledilenlerden, metropollerde işçi olarak emeğinin karşılığını alamayan TEKEL işçilerinden. Ne diyelim kapitalizm ve nimetleri işte.

Bu yüzden en çok bizim ülkemizde çoktur komprador güçler ve klikler. Çünkü bizim ülkemiz ve bizimle birlikte birçok ülke deney (kobay) ülkesidir, her şey bizde denenir, buna son günlerin moda gribi “Domuz gribi aşısı”nı da ekleyebilirsiniz..

Birçoğumuz hatırlar “Marshall Planı”nı, Türkiye dâhil 16 ülke, bu plan uyarınca ABD'den ekonomik kalkınma yardımıyla sözüm ona kalkınmıştır. İlkokullarda sıralarımıza dağıtılan “Fındık” paketleri ve içtiğimiz binlerce (süt tozuyla) karıştırılmış minarelerle avutulduk netice de bilemiyorum belki de Aziz Nesin bu yüzden söyledi “Bu ülkenin %60’ı aptaldır” diye. Ki yediğimiz onca kimyasal fındığın ve sütün etkisi vardır bunlarda kim bilebilir.

Sanırım Aziz Nesin'in %60 aptallık kontenjanına %10 hainliği ve %30’luk kendisinin hangi denkleme girdiğini bilemeyen bağımsızları da eklemek lazım.

Şimdi aynı şeyi birkaç yıldır başka yollarla yapıyorlar teknoloji gelişti ve bilişim çağındayız ya Finansbank reklâmlarında artık sosyalist ekonominin önderlerinden biri olan Engels’in sakallının kesilerek ön plana çıkması yatıyor, kendince patikada bir yol açmaya çalışıyorlar ya tıpkı bir ara Lenin’i ve Che Guevara’yı kendi tekellerin de kullandıkları gibi.

Her türlü şeyi kendi lehlerine kullanıyorlar. Çünkü kapitalizmin ahlakı bununla sınırlıdır, yani değişimin kaçınılmaz olduğundan dem vurup kapitalizmin mutlak güç olduğuna vurgu yapıyor sözüm ona ama ona göre de eski düşünceler bitmiş olmasına rağmen yine de RED dergisi yazarlarından Hayri Tunç’un da dediği gibi “Anası kapitalizmi boyayıp babasına satmaya çalışıyor…”

Yani ellerinden gelebilse parlak ambalajlarla süslü her boku alıp - paketleyip satacaklar, alıcısı da çıkar ya. Neyse!

Netice de sistem para üzerine kurulu olunca kimsenin para kazanıyorum deme gibi bir şansı yok artık sistem adamlarının dışında, çünkü bu sistem kendiyle birlikte kişiyi alıklaştırır ve aptallaştırır bunlar olunca da ahlaksızlaştırılıyorsunuzdur..

Ne diyordu Ahmet Altan: “Para versinler; Sorosçu da olsa Fethullahçı da olsa olacağım” alın size ahlak… Helal olan her şeye binerim diyen Cübbeliyi aratmıyor bu sözler, biri de kalkıp bende sizin pek güzide süslü eşlerinize binmek istiyorum onlarda benim gözümde helal dese ne yapacak ya değil mi?

Ne de olsa bunun kıstası yok kendi çıkarınıza uygunsa her şey "Helal!"

Pasif devrim
Post-modernistlerin, liberallerin ve muhafazakarların aydınlanma ve modernite ahlakı budur. Çünkü bunların hiçbirinde “Demokratikleşme” dinamiği yok, aksine mevcut olana, kurulu düzenin mutlaklığına kapitalizmi tahkim etmek amacını taşıdığı için ilerici değil gericilik yatıyor.

Bu nedenle Bülent Arınç'a suikast düzenlenmek istendiğine dair saçma bir iddianın arkasından Seferberlik Tetkik Kurulu Bölge Başkanlığı'nda arama yapılması, sanıldığı gibi hiçbir şekilde Kontrgerilla'nın dağıtılması anlamına gelmiyor. Tam tersine Türkiye'nin gerici dönüşümü (karşı devrim) projesinin önemli bir kilometre taşını oluşturma mesajı verilmektedir. Yani İslami ilkelere dayalı neo-faşist bir polis devlet inşasının ilk stratejik etabının temelleri atılıyor.

Yalnız buradan şunu yine de belirtmekte de fayda var AKP ve TSK arasında derin bir antlaşma var ve her ikisi de yalan söylemeye devam ediyorlar fakat bu derin antlaşmanın ilk çatırdayışlarının sesleri de olabilir.

Bu yüzden bu yaşananları Türk Gladyo'sunun dağıtılması olarak algılamamak lazım, söz konusu bile olamaz. TSK için AKP bu dağıtmayı üstlenmiş gibi görünüyor, doğrudur da ama kendi İslami motiflerine uygun kendi Türk Gladyo'sunu yaratacağı gerçeğini değiştirmez bunlar. Yani Cemaatçi - AKP’ci yeni bir kontrgerilla kuruluyor. Bütün bu operasyonlar, ABD emperyalizminin bölgesel siyasetlerine de son derece uygun çünkü AKP iktidarı ve Erdoğan kliği başta olmak üzere TSK açık vermekte. .

Yani söylemek istediğim Bülent Arınç gibi nerede bir gazeteci görüp de daha kendisine sorulacağı soru belli olmadan berbat bir sırıtışla “Efendim biliyorsunuz bana suikast yapacaklardı, bir de biliyor musunuz polisten aldığımız bilgiye göre suikastçı askerlerden birini de kroki kağıdını eline aldığı küçük pet şişe suyla yutmak isterken suçüstü yakaladılar…”

İş suikast yapmaya kaldıysa Bülent Arınç’tan önce vurulacak kişilerin olduğu gerçeğidir.

Yani toplumun (din dahil) bütün değerlerine topyekun bir suikast son sekiz yıl içinde Tayyip Erdoğan kliği tarafından yapılmış durumdadır zaten, halen suikasttan söz ediliyor ya bende bunu anlamıyorum.

Ne diyeyim Allah suikastçılarını başlarından eksik etmesin!

Âmin!