20 Şubat 2012 Pazartesi

Komünizm lazımsa

Lenin’in bir sözü var der ki “Her canlı doğasına uygun bir yöntemle savaşır. Bazı böcekler etraflarına kötü bir sıvı salarlar”, burjuvalarla proleterler arasındaki yüz yıllık savaşı bilmeyen yoktur, neticede o savaş halen devam etmektedir ve sosyalist sol bunun bir parçası olmak adına sipariş edilse belki de bu kadar olmaz dedirtecek görüngüde peşi sıra ardında izler bırakarak suni tartışmalar ve sürtüşmelere cereyan ediyor. Deyim yerindeyse ortalık toz duman.

Takip etmeyenler bilmeyebilir, konu kurulan ikinci TKP üzerinden devam ediyor. Artık ülkede yasal iki tane mevcut Türkiye Komünist Partisi var.

Süreci başından itibaren takip ediyorum, Suphi’den Bilen’e Gelenek Yaşıyor Girişimi (daha sonra TKP Kurucular Kurulu adını aldılar) ve bu isimle çeşitli açıklamalar yaptılar. Kaldı ki bende daha önce şurada değinmiştim. Özetle süreci kendimce önemsediğimi ama bu işin herhangi bir heyecanın olmadığını anlatmaya çalışmıştım.

Başından itibaren şöyle bir soru soruyorum “bir ülkede kaç komünist parti olur” ya da olmalı mıdır ve/ya da o ülkenin komünist partisi ne yapar?

Oysa bu kadar bölünmüşlük ve bu kadar çok parçalanmışlık Türkiye sosyalistlerine düşmüştür izlenimi vardır ve aslında bu doğrudur da. Sanırım bu soruya en iyi cevabı geçmişte de olduğu gibi Türkiye’li devrimcilerin takınacağı durum verecek.

Türkiye’de kabul edin ya da etmeyin Türkiye Komünist Partisi adıyla bir Komünist Parti (KP) var, siz ona istediğiniz kadar eski adıyla Sosyalist İktidar Partisi (SİP) deyin, ister TKP deyin. Bugün ki şartlarda bakıldığında TKP yasal ve mevcut haliyle siyasal mücadelesine bi’şekilde devam ediyor.

Burada üstünlük ve öncülük kimdedir bilinmez ama mevcut TKP’nin çözümlemeleri, analizleri hakikaten daha somut ve nicel bir durumu kapsıyor. Çoğalıp - azalmak ya da azalıp çoğalmaya çalışmak bağlamında da önemlidir.

Tıpkı ikinci bir TKP’nin kuruluş açılımında kendine biçtiği kavramı yorumlamaya çalışması gibi.

Öyle ya sosyalist sol gelenek içinde yer alan herhangi birine mevcut partiyi sorduğunuzda, onların TKP’li değil, SİP’li olduğu cevabını alırsınız. En azından diğer devrimci fraksiyonlar legal bir zeminde hareket ettiği için TKP'lileri böyle tarif ederler. Kendilerine TKP diyor ve yasal olarak bu isim kullanılıyorsa da sosyalist bünye onların bu ismini kabul etmemiştir. Pek çok sosyalist yapı bu parti mensuplarına hala SİP diye hitap etmekte…

SİP’in TKP adını alması, buna hakkı olup olmadığı ve Ürün dergisinin bu konudaki yıllar süren mücadelesi yazının konusu değil. Tüm bu tartışmalarda Ürün çevresi başından sonuna dek kendince haklı da olabilir fakat bunlar Fethullah Gülen’in finanse ettiği bilinen gazete ve dergi sayfalarında tartışılacak konular değil. Okuduğunuz haber sadece cemaatin tescilli dergisinin sol içindeki en küçük yarılmayı dahi kendi safını güçlendirmek adına nasıl kaşıdığı ve yine sol içindeki kesimlerin de maalesef bu işe nasıl alet olduklarını teşhir için yazıyorum. 

İşte kurulan ikinci TKP tam da bu görüngüde hareket ediyor.

Oysa var olan ve mevcut TKP'nin her türlü ayrımcılığa ve her türlü gericiliğe karşı seslerini yükseltmeleri, sadece emperyalizm karşıtı değil; aynı zamanda da açık bir yüreklilikle yurtsever olduklarını haykırmaları, emekten yana oluşları, baraj altında kalmalarına rağmen özellikle TKP'li gençlerin çok iyi örgütlenerek meclisteki muhalefete ders verecek nitelikte AKP faşizmine, cemaate karşı övülesi mücadeleleri, KCK tutuklamalarındaki hukuksuzluklara kadar Ergenekon vb. davalardaki hukuksuzlukları da dillendirmeleri ve en önemlisi Türk-Kürt birlikteliğinden yana bir tavır sergilemeleri birilerini çok rahatsız ediyor olabilir. Bir ara ayrılıkçı Kürt grupların saldırılarına bile uğradılar sırf bu yüzden. Kemalist Türk burjuva devriminin milliyetçilik hariç ilerici bir damar taşıdığını itiraf etmeleri, Kemalizm eleştirisi yaparken bu ilerici yönlerinin de hakkını teslim etmeleri nedeniyle liberaller, liberal solcular ve yine ayrılıkçı Kürt gruplarca Türkiye Kemalist Partisi diye eleştirilmekte.

Evet, eleştirilecek yönleri olabilir. Örneğin TKP'li arkadaşların 1970'lerde partiye sıçrama yaptırmış, yığınlarla kucaklaştırmış Laz İsmail gibi değerlere yeterince sahip çıkmamasıdır. Fakat bir hakkı teslim etmemiz gerekmiyor mu sizce(?) var olan TKP büyük bir cesaret örneği göstererek TKP adını özgürleştiren, bu topraklarda inatla bunun mücadelesini veren, kapatılmaya karşı direnen ve en önemlisi ilkeli siyasetinden asla ödün vermeyen bir parti konumuna geldi. En azından komünist sözcüğünü bugünün gericiliğine rağmen seçim alanlarında meşrulaştırdılar.

Umarız ki, Ürün dergisi çevresinde olan eski gelenekçi arkadaşların iyi niyetli olduklarını kabul edelim. SİP'li dedikleri ve TKP adı ile faaliyet gösteren devrimcilere, "Biz TKP'de siyasal mücadelemizi vermek istiyoruz, sınıfsız sömürüsüz bir dünya için tekrar elimizi, yüreğimizi taşın altına koyuyoruz" dediler de TKP Merkez Komitesi bu soylu talebi geri mi çevirdi? Ürün dergisi çevresindeki arkadaşlar, Komünist Partisi ilk söyleşisini siyasal İslam’ın simgesi bir dergiye mi verir?

Hem TKP ile Ürüncülerin nezdinde girişilen TKP dinamiğini birbirinden ayırmak ve hem de, her ikisini de nesnel olan mücadele zemininden uzaklaştırmak. Böylece egemen ideolojiye ve politikaya bağlamak üzere komünist çevrelerdeki iradeleri zayıflatarak akıl bozmak. Sanırım olan da bu.

Komünistler (aynı anlamda kullanıyorum) sosyalistler, tarihin ilerleme çizgisinde ifadesini bulan diyalektiğin yasallığına göre, egemen sınıfın ve onun ideolojik-politik hegemonyasının tahrip ettiği bu çizginin, emperyalist kapitalizmin ve işbirlikçilerinin gerilettiği noktasında, diğer bütün sınıfsal ama egemen sınıfa karşıt olan güçlerle birlikte yer aldığının ve buradan daha geriye gitmeyeceğinin, dolayısıyla bu noktaya püskürtülen bütün diğer güçlerle birlikte ama ileriye doğru hareket ederek, asıl düşmana karşı mücadele etmesi gerektiğinin, bu anlamda bütün bu güçlerin öncüsü olmaya aday olduğunu göstermek için, doğru temelde, yani bilimsel temelde, ideolojik-politik konumlanması gerektiğinin bilincinde olmalıdır. Ve bu bilinçte, Türkiye’nin olduğu kadar, bölgenin ve dünya konjonktürünün, dolayısıyla bu konjonktürdeki sınıf mücadelesinin renginin doğru değerlendirilmesi ve politikanın bu temelde şekillendirmesi görevi de olmalıdır.

Her fırsatta, artık hangi batı merkezinde duyup akıllara sokulmuşsa, resmi tarihe veryansın edenlerin, gözlerinin önündeki gayrı resmi tarih belgelerine ilgi göstereceğini bekleyecek değiliz. Ama olup bitenleri farklı değerlendirdiğimiz açık: Türkiye artık bir ölüm kalım savaşı içindedir ve buradan ya sosyalizmle çıkılacak ya da Türkiye denilen bu yaralı şiir yarım kalacak.

Hiç yorum yok: