Fakat konumuz bu değil, aslında önemli olanın yani bir ayracın; Türkiye’nin aydınlarını, hukuk dışı suçlu ve yöntemlerle ‘teröristlik’ ve ‘darbecilik’ ile suçlanarak gözaltına alınıp tutuklanırken, bunu ‘oh olsun’, ‘onlar tepişsin biz seyredelim’ diyerek, o dillerinden hiç düşürmedikleri ‘insan hakları’ ve ‘demokrasi’ duyarlıklarını bir kenara atarak sadece seyretmekle yetinmişlerdir ve halende bununla tatmin olup, ‘ileri demokrasi’ teraneleriyle 'sivilleşitiğimizi' ve 'demokratikleştiğimizi' düşünmeleridir.
Türk devriminin (Türkiye Devrimci Hareketi (TDH) başta olmak üzere) tarihinin bütün karşıdevrimci geleneğinin mirasçısı AKP ve Fethullah Gülen çetesinin yanında saf tutan bir sol ile bütün Türkiye devrimci geleneğini (Jön Türk geleneği de buna dahildir), hatta 1960 hamlesi ve 68 Hareketi’nin ilerici ve devrimci birikimini karşı karşıya getirmiştir. Başka bir deyişle, emperyalizm güdümlü sol ile yurtsever-devrimci-sosyalist sol arasındaki bugünkü saflaşma, bütün güncel temel siyasi olaylarda emperyalizmin programı ve gündemine göre siyaset yapanlarla, Türkiye’nin gerçek bağlamda sorunlarıyla ve gündemine göre siyaset yapanlar arasındadır.
Öyle ki dünya çapındaki son 20 yıllık neoliberal dalganın Türkiye solundaki uzantısı olan ‘liberal sol’ diye tanımladığımız bazılarının kendini daha çok ‘demokratik sosyalist’, ‘yeni sol’ (neo-sol) olarak tanımlamayı arzu ettiği, Amerikan merkezli ‘küreselleşme’ damgalı bu kesimin başta Ergenekon davasıyla geldiği nokta, nasıl trajikomik bir konuma sürüklendiklerini görmek açısından önemlidir. İşte bu trajikomik konum ardından Devrimci Karargâh Örgütü ve KCK davasını peşi sıra ardından getirdi.
Artık onlara göre anti-emperyalist, bağımsızlıkçı aydınlar neo-faşisttir ve Ufuk Uras gibilerince bu olay ‘hayırlı bir gelişme’dir. Öyle ki bu davalarla birlikte faşizm soldan ayıklanmış ve ayrılmıştır. Kendini sözde sol ya da sosyalist olarak tanımlayanların yüz seksen derece birbirine karşıt konumlara düştüğü, sözde pratik arasındaki ilişkinin böylesine koptuğu ve kavramların anlamsızlaştırıldığı bir dönemde öncelikle yapılması gereken şey, kuşkusuz temel kavramları gerçeklikle ve yaşanan sürecin dinamikleriyle uyumlu bir biçimde yeniden tanımlamaktır. Değilse halk sola, devrimcilere nasıl güvenecek (?) son 30 yıldır solla halkın arasında yaşanan sorunun esasına nasıl değinilecek sorusu akla gelmelidir?
Evet, sol nedir?
Son 40 yıldır binlerce örneğini yaşadığımız gibi öyle isteyen istediği gibi kendine solcu diyebilir mi ya da giydiği solcu şapkasını istediği zaman çıkarıp istediği zaman (CHP ya da Kılıçdaroğlu misali) giyebilir mi ya da içeriğini ve anlamını ve de tanımını istediği zaman değiştirebilir mi?
Peki, o zaman bilimselliği ve nesnelliği nereye koyacağız?
Öyle ya döneminde Özal başta olmak üzere, bugünde Tayyipgillerin çok kullandığı ‘değişim’, ‘yenileşme’ gibi kavramlar ve toplumların istikrar ve refahının artmasını, insanların eşitlik ve özgürlüğünde gerçek anlamda ilerleme ve bütün bunların sağlanmasında tayin edici olan bilim ve teknolojik gelişmeyi sağlama anlamında nesnel bir ilerlemeyi nereye, nasıl koyacağız?
Yoksa gerçekte insanlığın aleyhine bir avuç emperyalistin ve işbirlikçinin, kârına kâr kattığı, tarikatların fink attığı sistemin yağma ve hırsızlık operasyonlarını gizleyen sözüm ona modernleşme adı atlında burjuva liberal yazılı ve görsel basında gece gündüz aynı başlık ve resimlerle süslenmiş ritimleri bile aynı olan yalanları halka yutturmak adına sol söylevler dahil dini bile bu işe katanları yok mu sayacağız ve buna ‘sol’ mu diyeceğiz?
İşte bütün mesele bu tarihler boyunca din dâhil bütün ibneliklerin zenginler tarafından uydurulduğu masalında yatmaktadır. Örneğin Kanal 7, Samanyolu (ben Yalanyolu diyorum), Show, Haber Türk, Atv, Kanal D, NTv ve CNN Türk gibi özelikle Amerikancı diğer yarısıysa İngiliz merkezli ve dini dogmaları kendine referans eden kanallara bakın(!) derim. Kalp Gözü, Sırlar Dünyası ve Kurtlar Vadisi ve Kur-an’ın şifrelerini çözen işte sözde bilim adamları.
Oysa biliyoruz ki Marks’ın da belirttiği gibi bütün mesele ezen ve ezilen arasındaki temel çelişkide ve sınıflar mücadelesi tarihinde ki gerçekliktedir. Çok iyi bilinir (biliyoruz) ki, 1789 Büyük Fransız Devrimi’ndeki cumhuriyetçiler kralcılara karşı bir saflaşmaya giderken, feodalizmin tasfiyesi için cumhuriyetçiler ve onların en devrimci kanadı olan Jakobenler, parlamentonun sol tarafına oturduğu için solcu (solda) diye tanımlanırdı. Kralcı ve çürüyen feodal sistemin ağababaları (o günün pezevenk zengin kodamanları) ise, parlamento kürsüsünün sağ tarafında oturdukları için, sağcı olarak adlandırırlardı.
O yüzden 19. yüzyıl boyunca, 1870’lere kadar ki solculuğun tanımına bir bakın: eşitlik ve özgürlük ilkesi nasıl tanımlanıyormuş ya da emekçilerin ve bireylerin yaratmak istediği özgürlük ve de toplumsal demokratik kurumlar, hukuki yapının oluşturulması, bağımsız bir devleti kurmanın birincil hedefleri arasında bir yurttaşın ben solcuyum, devrimciyim diyebilmesi için pratik olarak mücadeleyi desteklemesinin gereklerini ve sol / solculuk bağlamında, büyük bir strateji ve çok kapsamlı bir mücadele ve stratejinin adının temel niteliklerini din, dil, ırk ayrımının yapılmadığını öğrenmeleri gerekiyor. Demek ki başta Ufuk Urasçılar, DSİP’liler, (Yetmez ama evetçiler), Altan familyası ve diğer bilumum kendini solda zaneden züppeler bunu öğrenmelidirler.
Kural budur, doğası gereği anti-emperyalist politikayı kendine referans yapmak. Birincisi de arada bir sol etiketi hatırlanarak, anti-emperyalist söz sarf edenlerin Marksist laf ebeliğini yaparak ortaçağ kurumlarına alet olmamaları gerekiyor. Örneğin dün bu ‘Türbana özgürlük’tü, bugünse ‘Molla’ya ‘Mel’e’ destek vermek gibidir.
Belki de liberal solun, Türk devrimi geleneğinden koparak nasıl tarihin ve Türkiye’nin bugünkü devrimci gündeminden de koptuğunun ve tarihin dışında düştüğünün en önemli göstergesi Atatürk’ü, ya da Kemalizm’i sol olarak görmesidir. Fakat şu var ki, Ekim devrimi başta olmak üzere Kurtuluş Savaşı 20. yüzyılın tarihini belirleyen en önemli öncü devrimleri gerçeğinin üstünü ört(e)mez. Her iki devrimde ‘Batı’lı şablona karşı çıkmıştır. Her ne kadar Kemalist Devrim’i burjuva demokratik devrim olarak görsem de bu ilerici bir devrimdir ve bu olgu bugün daha da çok net olarak görülmektedir. Fakat liberal sol bunu reddederek tarihin dışına düşmek bir yana, bilimsel sosyalizmin özü olan materyalizmi de reddetmiş oluyor. Bunun ‘Ergenekon ve Sosyalistler’ kitabının hazırlayıcısı Merdan Yanardağ’a baktığımızda görebiliyoruz.
Merdan Yanardağ, fikirleriyle anti-emperyalist cephede yer alırken sosyalistliğin tanımını gayet iyi yapmaktadır. Bir de bu işin küsuratları vardır: onlarda Kürtçü cephede (Sırrı Süreyya Önder ve Hasip Kaplan gibi isimleri şuan bunun dışında tutuyorum) PKK’li Murat Karayılan, kendisini hiçbir zaman Marksist görmeyen ama arada bir liberalizmle – milli demokratik çizgisi arasında gidip gelen Abdullah Öcalan, BDP’li Sırrı Sakık ve Ertuğrul Kürkçü, Mahir Sayın, solculuktan istifa eden ‘Birikim’ci Ömer Laçiner, EMEP’li Levent Tüzel gibi davulun liberal tokmağı olanlardır. Görünüyor ki, birileri tarihin safrası ve niteliğini yitirerek Menşevikleşme yolunu seçmeye ya zorlanıyorlar ya da gönüllü olmak zorundadırlar.
O yüzden bence ‘liberal sol’ tanımını değiştirip ‘liberal muhafazakar’ deyimini kullanmak gerekmektedir bu tipler için. Ki, küreselleşmenin taktiği olan ‘eski sol söylemlere sahip çık, sağ söylemleri solun üstüne yık’ çarpıtmasının arkasında kuşkusuz demokrasi ve özgürlükçü silah kullanılmaktadır. Örnek mi (?) ‘Batı düşmanlığı faşistliktir’, ‘faşizm liberal demokrasi düşmanıdır’, ‘Amerika faşizme düşmandır’ gibi kavramlarla devrimciliği maniple eden, solculuk adına ahkam kesen ve ders verenleri eminim basından ya da onların TV’sinden görmüşsünüzdür…
Görülmeyen tek şey ise, eskiden (yine emperyalizmin o fenomen etkisiyle) orduya dayanarak yukarından yapılan darbelerin yerinin şimdi yine aynı fenomenin aşağıdan yapılan sivil darbelerin yerini alması olmasıdır. Ortadoğu’da Mısır’daki liberal ‘Müslüman Kardeşler’e, Kaddafi sonrası Libya Ulusal Geçiş Konseyi’ne bir bakın. Öyle ki, Amerikan emperyalizmi tarafından finanse edilen 'Arap Baharını selamlayan' yazıları görüp, alkış tutanlarımız bile var.
İşte bundandır ki, bütün köksüzlerin vatandan da çok kendine yabancılaştığını, Fethullah’ın potasında eriyen bir ‘sol’ görüyoruz. Cemaatin güdüleni Doğan Tarkançıların, Ufuk Urasçıların, Murat Belgelerin, Baskın Oran vb. gibi diğer turnusolcuların gerçek ‘sol’ içerisinde en zavallılarının, yani liberal solcuların olduğunu artık net görmemiz hakikaten önemlidir. Çünkü sosyalist solun anti-emperyalist temellere dayanan devrimci tarihi, işçilere - emekçi halklara ve tarihe karşı bir sorumluluk taşımaktadır. Solun ettiğinde bu aymazlık ve ikiyüzlülük yoktur.
Olmamalıdır, olmayacaktır da!
Bilinmelidir ki ceplerine tıkılan dolarların getirdiği hezeyanla ortalığa atlayıp sosyalist sola saldıran liberal solcuları, yani bay Recepist ve Amerikan sever Murat Belgeleri, Ufuk Urasçıları, Roni Margulliesleri, Doğan Tarkanları, Halil Berktayları, Oya Bardayları ve bilumum diğer liberal şarlatanların AKP iktidarına muhalif herkesi şarlatan olarak gören bu kadrolara en iyi cevabı elbette sosyalist sol verecektir. Tıpkı Hopa'daki despotizme direnenler gibi.
1 yorum:
Benzetmelerinizle gece vakti güldürdünüz. Allah da sizi güldürsün. ( yalanyolu' na bayıldım :)) )
Yorum Gönder