Dalga korkusu ve bu derece dehşetli bir girdap.
Sahilde rahat rahat yolculuk edenler, halimizi nereden bilecekler?”
(Hafız Divanı)
İsrailli pilotlar Konya’da eğitim görürken, o aymazca bir şekilde patronların kurmuş olduğu ve zenginlerin fakirleri daha da iyi nasıl sömürebileceği bir toplantı olan Davos’a gidip geldi “Davos Fatihi” olarak ve Türk hava sahasına iniş yaptı önceden hazırlanmış sıcacık matbaa pankartlarıyla. Ve daha sonra metrobüs açılışına katıldı "Son Osmanlı Padişahı I. Recep Tayyip Erdoğan" pankartıyla. Ergenekon daha mistik bir hikayeyken AKP’nin silahşor kalemşorları sayesinde Ergenekon’un şemasını krokilerle açıklayıp deşifre ettiler hep birlikte.
Deniz Feneri yaktığı karanlık ışıkla din kardeşlerini tırtıklayarak cebine iç ettiği paralarla Tayyip’in pek güzide çocuklarına gemicikler aldı sus payı olarak, hem mümindiler hem de din kardeşi hepsi aynı davaya baş koydular Amerikan hegemonyası adı altında ve Kanal 7 gibi sahte Müslümanlarla Almanya mahkemelerince suçüstü olundular. Alman mahkeme salonları ‘yüzyılın vurgunu’ nidalarıyla sarsıldı, asıl suçlular Türkiye’de diye bağırıldı. Ses duyulmadı, tık yok!
Bunun üzerine 'bağımsız' Türk mahkemesi Ergenekon’da sınırsızlığını ve bağımsızlığını Deniz Feneri’nde Tayyipciğinin emriyle davayı korumak adına ‘bilgi dışarıya aktarılmayacak, avukatlar bile bunun dışında tutulacak’ diye resmi açıklama yaparak gösterdi bütün ‘tarafsızlığını.’
Tayyip’in valileri çeşitli yerlerde kendisi adına seçim anonsu geçerken valilik makamlarından özellikle de son dönemlerde Dersim’de (Not: Tunceli’nin eski adının Dersim olduğunu ve Dersim tarihini bilmeyen cahiller olabilir) suyu ve elektriği olmayan yerlerde gırla çamaşır makinesi, buzdolabı, çek yat tarzı kanepeler dağıldı kış aylarında, Tayyip her zaman ki Kasımpaşalılığıyla kendi gibi asalak valisinin koltuğuna sahip çıkarak ‘valisini yetirtmedi’ miting alanlarında. Ama Dersimliler de yemedi bütün bunları. Hakkı olanı aldılar ve hakkını da verecekler seçim günü Tayyip gibi sahte külhanbeylerine.
AKP’nin photoshoplu fotoğraflarla mitingler düzenlendiği ortaya çıktı, bunları da damadının gazetelerinden okuruna bire bir ücretsiz ve sosyal devlet olma anlayışı olmasından olsa gerek ‘başkent sokaklarında’ vatandaşlarına hizmette bulunarak veril(me)di. Tayyip’in biricik damadı Sabah ve ATV işçisinin sendika hakkından dolayı greve çıkış haberlerini de objektifliğinden ve emek dostu olduğundan dolayı yer vermeyerek yine gazetecilik örneği sergiledi gazetesinden. Üstüne üstelik Sabah-Atv’de greve çıkmış kendi basın emekçilerini de dava etti.
İşte bunlar, o pek güzide ‘demokrasinin beşiği’ ülkemizde yaşanıyor.
Cumhurbaşkanları Kenya’da Fethullah okulları açıp safarilere katılıp aslanların başını okşarken, Türkçe karşılanıyor Kenyalı çocuklarca. Oğlu 14-16 yaşında iş hayatına atılıyor. Sicili ‘kocasından da kabarık Emine, Tayyip’i aratmayarak’, ülke insanları açlık sınırının altındayken ve pazar yerlerinden ‘çöp toplarken’ pek umurlarında olan güya o çok sevdiği halk için, parmağına 50 milyonluk yüzük takma cesareti gösteriyor kendi atadıkları Cumhurbaşkanlarının eşleri gibi. Türk havalimanlarında kuyumcular açıyor Amerikan’ın herhangi bir eyaletinde yaşayan çocuklarıyla.
Sırtından cennete girmek için ve THY uçağı düşmesin diye zavallı bir deveciği kurban ederken Türk Hava Kurumu Müdürlüğü, havalimanı kapısı önünde gazete deklanşörlerine yakalanırken onlar alkış sesleriyle inletiyorlar meclis guruplarını…
Ve sonuç… Uçak düşüyor, devenin sırtından cennete girmek için heves edenlerin boğazına diziliyor deveciğin etleri.
Bütün bunlardan neden söz ediyorum?
Bayağı bir demokrasimiz varmış ondan söz ediyorum, yani ‘hamdolsun’ demokrasi zenginiyiz!
Öyle aşırı ve abartılı bir demokrasiye sahibiyiz ki umuyoruz bu demokrasi başta Tayyip olmak üzere AKP’nin üzerine yığılır ve demokrasi zehirlenmesi geçirirler diye umut ediyoruz.
Nazi propaganda yöntemlerine benzer, ‘yaratılmış’ bir yalancı pehlivanlık vakasıyla karşı karşıyayız Tayyip sayesinde. İsrail Cumhurbaşkanı Peres’e haddini bildirdiği türünden palavralar sıkanlar (ki burada Tayyip, kendine bir zamanlar ‘menfaat ve çıkar ilişkilerinden dolayı’ destek veren Aydın Doğan gurubunu CHP’nin yandaş medyası diye suçlarken kimse bunlar zamanında seni de destekledi o zaman neydi bunlar? Ya da sen onun bunun malını gasp edip -çalarken- damadın adına gazete alırken ve Cem Uzan gibi lümpenlerin mallarına el koyup peşkeş çekerken o malları kendi yalakalarına zorla el koydurup, gazetelerin başına oturturken yandaşlarını kimse sorgulama derdine düşmedi despotizminin sayesinde) fakat kimse de o dönem asıl tavrın da Mahir Çayan’ın 17 Mayıs 1971’de İsrail konsolosu Efraim Elrom’un kafasına sıkarak gerçekleştirdiğini de dillendiremedi!
Bizimle birlikte Red Dergisi dışında kimse buna vurgu yapmadı maalesef. Hepsi bir korku imparatorluğunda yaşıyorlar çünkü!
Ya biz de köşeyi döneriz bir gün diye umut ediyorlar ya da oluşturduğumuz o küçük bloklardan bizi de elbet fark eden olur diye ‘inanmışlığından değil’ yalakalığında üstünde bir performans gösteriyorlar.
Kimsenin işine gelmiyor anlaşılan. Yalakalığın, asalaklığın, yavşaklığın sınırı yok, artık bizde bunu biliyoruz.
Örneğin;
1.) Gece gündüz uygulamış oldukları ‘en iyi uşaklık nasıl olur’ politikasıyla bütün değerlerimize küfür ediyorlar.
2.) Sırf “Bağımsız Türkiye” sloganı çerçevesinde sol-devrimci ve Marksist geleneği gericilikle itham ediyorlar.
3.) Dini ritüellerle din üzerinden siyaset yapıyorlar. Emperyalizmin kara propagandasıyla birlikte kinci, şovenist, dini-faşizan yeni bir ayrışmaya gidiyorlar.
4.) 29 Mart seçimlerinden sonra Amerika’yla ve onun ekonomik gücü IMF’yle anlaşma yapılacağını ve AKP’nin masaya oturacağını korkularından dillendiremiyorlar.
İşten çıkarılan işçiler işinden olduğu için ağlıyor, kafasına silah dayıyor… Yoksulluk sadece Tayyip’i teğet geçiyor, yoksulu daha da yoksullaştırılıyor… Patronlar düzenlediği gecelerde dümbelekler çalıyor… Hamdolsun Emineler 50 milyonluk yüzük takıyor!
İsrail’e laf eden Tayyip, İsrail komutanından ‘sen git de aynaya bak!’ diye fırça yiyor, ‘Davos Fatihi’ süt kesmiş kediye dönüyor, sesi bile çıkamıyor… Ama kimileri onu ‘Padişah’ ilan etmeye hevesleniyor… Ve ABD marifetiyle koca bir ‘Fethullah toplumu (saçmalığı)’ yaratılıyor…
Suçları bu yüzden büyük, hatalarını hatalarla düzeltiyorlar. En büyük hataları dün İngiliz uşaklığıydı, bugün Amerikan uşaklığı!
Bilemiyoruz belki de Tayyip bugün için son padişah diye görülüyor ve birkaç partili yalakacısı tarafından kulis yapılarak, son padişah pankartıyla karşılanıyor olması bizi şaşırtmamalı (şerefsiz ve onursuz bir şekilde) tıpkı Vahdettin dedesi gibi birgün oda bir İngiliz gemisine atlayıp soluğu İngiltere’de alabilir?!
.
Kim bilebilir belki de bu yüzden Tayyip oğluna bir gemicik almış olabilir, ne de olsa gidecek diğer padişah o, Amerikalıların ve pek güzide Avrupalıların sadık çocuğu olan son padişah o değil mi?
Dedelerine özeniyor anlaşılan, o yüzden ‘Başbakan Erdoğan, metrobüs hattının açılışında bir pankartla karşılanırken Tayyip’in ailesinin Osmanlı Sarayı ile bir ilgisi var mıydı? Bunu bilemiyoruz…’ ama sanırız bu konu hakkında da Soner Yalçın yardımcı olabilir diye düşünüyorum bizlere.
Asalak topluluğunun yaşamlarındaki bayağılık hakkında fikir edinmemizi sağlayacak bir olay bu aslında, ‘devrim’ sloganıyla ‘burjuva (düzen) partisi’ düzenlemesinde yatıyor bu yüzden bütün olay. Kelime haznesi üç yüz rakamıyla sınırlı insanlar, his dünyasının altında ne kadar zengin olduğunu anlatma gayretiyle ıkınınca basenlerinin arasından yeni bir tür (demokrasi sesi) çıkıyor.
O yüzden gazetelerde ‘Başbakan Erdoğan Sinop-Boyabat Tüneli Geçiş Yolu’nun hizmete açılması sırasında video bağlantısı olmadığını öğrenince çok kızıp, görevliye söylediği o diyaloga vurgu yapıp yazımın başlığını “Küfür ettirmeyin lan şimdi!” diye neden verdiğimin açıklamasını yapayım. Çünkü aslında devrimci ağzı değildir bu. Bundan dolayı Tayyip görevliye arasında şunlar geçerken…
Tayyip: Şimdi sizleri şuradaki mega board’dan tünelin açılışına davet ediyorum. Hep birlikte burayı izleyeceğiz. Ve buradan göreceğiz.
Görevli: Bağlantı yok efendim.
Tayip: Nasıl yok ya?
Görevli: Tünele bağlantı yok efendim.
Tayyip: Niye yok olur mu öyle şey ya? Şimdi küfür ettireceksiniz bana…
Bu yüzden bizde senin savunduğun ta o 'hoşgörünün' ve ‘demokrasinin…’ diyoruz!
Sanırım meramımız anlaşılmıştır!
Dedelerine özeniyor anlaşılan, o yüzden ‘Başbakan Erdoğan, metrobüs hattının açılışında bir pankartla karşılanırken Tayyip’in ailesinin Osmanlı Sarayı ile bir ilgisi var mıydı? Bunu bilemiyoruz…’ ama sanırız bu konu hakkında da Soner Yalçın yardımcı olabilir diye düşünüyorum bizlere.
Asalak topluluğunun yaşamlarındaki bayağılık hakkında fikir edinmemizi sağlayacak bir olay bu aslında, ‘devrim’ sloganıyla ‘burjuva (düzen) partisi’ düzenlemesinde yatıyor bu yüzden bütün olay. Kelime haznesi üç yüz rakamıyla sınırlı insanlar, his dünyasının altında ne kadar zengin olduğunu anlatma gayretiyle ıkınınca basenlerinin arasından yeni bir tür (demokrasi sesi) çıkıyor.
O yüzden gazetelerde ‘Başbakan Erdoğan Sinop-Boyabat Tüneli Geçiş Yolu’nun hizmete açılması sırasında video bağlantısı olmadığını öğrenince çok kızıp, görevliye söylediği o diyaloga vurgu yapıp yazımın başlığını “Küfür ettirmeyin lan şimdi!” diye neden verdiğimin açıklamasını yapayım. Çünkü aslında devrimci ağzı değildir bu. Bundan dolayı Tayyip görevliye arasında şunlar geçerken…
Tayyip: Şimdi sizleri şuradaki mega board’dan tünelin açılışına davet ediyorum. Hep birlikte burayı izleyeceğiz. Ve buradan göreceğiz.
Görevli: Bağlantı yok efendim.
Tayip: Nasıl yok ya?
Görevli: Tünele bağlantı yok efendim.
Tayyip: Niye yok olur mu öyle şey ya? Şimdi küfür ettireceksiniz bana…
Bu yüzden bizde senin savunduğun ta o 'hoşgörünün' ve ‘demokrasinin…’ diyoruz!
Sanırım meramımız anlaşılmıştır!
2 yorum:
Meramın, meramım dostum, anlaşılmıştır.
Fakat bunu kitleler bilmedikçe senin benim meramımızın çok da kıymeti harbiyesi yok...
Selamlar
Öncelikle hoş geldin Şenol, kitlelere bu bilinç verilecek, verilmesinin dışında da alaçaklar şüphesiz bunu. Biraz daha bir zamana ihtiyac var sanırım, krizden dolayı intihar eden ya da bu teşebüslerden sonra, büyük şehirlerde yağlamalar çıkıncaya kadar bu kriz AKP'yi RTE'yi ve yandaşlarını "teğet" geçecek sanırız.
Günümüzün kahramanı, “halk kitlesi”nden olan insan, kültür işçisi, partinin basit üyesi, mektup yazarı işçi, köylü, asker, okuma odasının başı, idareci görevi yüklenmiş emekçi, köylerde çalışan köy öğretmeni, genç doktor ve genç ziraat mühendisi, “tecrübeli” ve eylemli köylü, buluş yapan işçi, genellikle halk kitlelerinden olan insandır! Dikkatimizi en çok halk kitlesi içindeki bu kahramanların yetiştirilmesi üstünde toplamalıyız…
Gelişen, mükemmelleşen sadece gerçek olmakla beraber, yalan da hâlâ yaşamaktadır. Yalan çok uzun zamandan beri elde ettiği mevkiini sağlamlaştırmıştır. Gelişmiyor, artık daha ince olamıyor; çelimsiz yavanlığını, bayağılığını her geçen gün biraz daha ortaya koyuyor. Burjuva düşüncesi, elli yıldır hiç bir yeni “toplumsal felsefe sistemi”, burjuvazinin dünyaya egemen olmak için doğa, tanrı, tarih tarafından yaratıldığını güçlü biçimde kanıtlayacak sistemler kuramadı. Nietzche'nin: “Yaşam saçmadır, yalan şarttır”, “insanın üstüne atılan kurttur” hakikatinde yüz kızartıcı, doğaya aykırı bir şey yoktur gibi boş laflar etmek için giriştiği teşebbüsten sonra, Spengler’in Batının Çöküşü adlı kitabı, bu soydan daha birçok kitap, burjuvazide kahramanlık, azim ve iradenin tükendiğini bütün çıplaklığı ile anlatmış, burjuvazinin kesin bir çürümeye doğru adım adım ilerlediğini göstermiştir. Elimizde Batının Çöküşü kitabında gösterilen delillerden daha çok delil var.
“Bir marş bestelemişler: ‘Durmak yok, hizmete devam' ya da 'Her şey Türkiye için...' Bu ne bayağılık… halen halk kitlelerini kandırabileceklerini sanmaları gerçekten aptallık...”
Bunlar tıpkı (AKP'liler ve RTE özellikle) savaş sırasında ki hamam böceklerinin alışkanlıklarını hatırlatıyorlar, burjuvazinin psikolojisini anımsatıyorlar Gorki'nin de dediği gibi.
Yorum Gönder