28 Şubat 2009 Cumartesi

Amerika’nın değneksiz itleri!

“Aksi gibi nereye çevirse başını
o mundar, o yedi canlı, topuz gibi çocukları ayaktakımının, düşün,
bu piçlere kalacak yarın dünya!”
(Ezra Pound)

Son altı yıldır bizim güzide dindarlarımızla birlikte liberallerin büyük bir Amerikan hayranlığına şahit oluyoruz!

Bunun içinde kendini sol diye tabir edenler ve adlarını bildiğimiz burjuva kalemşorlar da var. Sol’la İslam’ı, İslam’la sosyalizm arasında bir paralelcik kurmak için Ali Şeriati’yi tekrar gündeme taşıyanlar da var, Saadet Partisi’nin şuan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mehmet Bekaroğlu’nun geçmişte giriştiği İslami Sol Parti girişimine övgülerde var farklı çevrelerden. Öyle ki İBDA-C bile dergilerinde çarşaf çarşaf Mahir Çayan tezlerini kendine yontuyor elinden geldiğince. Hatta bunların arasında AKP sayesinde köşeyi dönmüş adını yeni yeni duyduğumuz tarih bilgisi kıt olan ama bir bilim insanı edasıyla her şeyi ben bilirim havasıyla bu furyaya katılanlarda var, ihbarcılığı köşelerinden meşrulaştıranlarda. İsimlerini anmak istemiyorum buna değmiyorlar işin aslı yakın siyasetin takipçileri bunların kim olduğunu zaten biliyordur diye düşünüyorum.

Kaldı ki Tv’lerde görmeniz de mümkün artık bunları öyle ki TRT gibi devlet kanallarında kendi adlarına program yapma yetileri bile var, ne de olsa özel izinleri var. Öyle kolay değil, AKP’ye yalakalık yapıyorsan bi’karşılığı vardır. Örneğin AKP’nin sırça köşklerinde oturup gece – gündüz AKP’yi yağlamak için yaratıkları korku imparatorluğunun gölgesi altında yazarçizer takımı diye tabir ettiklerimiz var. Ayrıca herkesi de kendi gibi sanıyorlar. Bunlar din ekseninde yine gece - gündüz din adına birkaç kişiyi geçmişte bırakmış oldukları içki sofralarını mundar olarak niteleyenler ve hep sofu görünümünde (biraz) imaj değiştirerek işin içine girmeye çalışıp yer edinmeye çalışıyorlar.
.
Örnek: Ahmet ve Mehmet Altan gibi züpükzadeleri buna katmıyorum onların yeri kalblerimizde belli, ama Sabah ve ATv gibi patronun mallarına AKP tarafından el konulan, bu yakınlarda Haber Türk adlı bir gazete çıkarmayı düşünen Fatih Altaylı, Akşam Gazetesi’nin Engin Ardıç’ı konumunda ki yalaka ve korkuyla sindirilmiş Serdar Turgut’u, Hürriyet Gazetesi’nde köşesinden ismini andığımız Engin Ardıç gibi gazete köşelerinden küfür etmeyi gazetecilikle örtüştüren Hadi Uluengin gibi ve Radikal’de Oral abisiyle birlikte Filistin kamplarında bulunan ve yastığının altında hep silahla yatıp yoldaşlarım beni ne zaman vuracak diyerek devrimciliğini tamamlayan Cengiz Çandar karışımı Perihan Mağden vb. vb.leri.
.
Sürü gibiler amipler gibi çoğalıyorlar.

Değişim hareket olduğundan dolayı bu sürüler de ister - istemez değiştikleri için, saçı görünen eşlerinin cennete girmesi için Türk Hava Kurumu'nun, THY uçağının uçması için deve kesilirken alkış tutuyorlar köşelerinden, ne yazık ki uçak düşüyor, kim bilir belki de kesilen o zavallı deveciğin sırtında cennete gireriz diye saçı görünen kadının örtünmesinin güya bilimsel gerekçesinin açıklamaya girişiyorlar ve son dönemlerde edindikleri ümmetçi görüşleriyle Türban’ın demokrasi sorunu olduğunu ve bunun özgürlüğün biricik sorunu olduğundan dem vurup, saçı görünen kadının 70 yıl cehennemde yanacak olmasına ve kendilerinin her hangi bir ilahiyatçıdan da dine fazla kaptırmış olanların yanında elbette dine kendini fazla kaptırmayanlar da var, saçmalamaya devam edenlerde...
.
Türban'ın üniversitelere girmesini özgürlüğe indiregeyenlerin saçmalamaları da cabası... Ama her ne olursa olsun bu tipler her zaman AKP’nin verdikleri resepsiyonlarda ön protokolde oturmak için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Türban değişimin olmazsa olmazı, değişimin ve ilericiliğin öznesi de oluyor. Her şey paraya bağlı gözlerinde kavatların. Olmadı ellerinde ne kadar değer – artı-değer varsa onu da vermeye razılar. Geçenlerde bir etkinliğe katılan tiyatrocu Serhat Özcan şöyle bir şey demişti sanırım, şu protokollerde oturanlar önde oturan götverenlerdir demişti sanırım çok haklı. Şimdi bu önde oturan götverenler her yerde karşımıza çıkmaya başladılar. Bu bazen televizyonlar oluyor, bazen gazete sayfalarının baş köşeleri, bazende halkı sadakaya mecbur kılan siyasetçiler oluyor.
.Hepsi topyekün Amerikan’ın paylaşmacı hegemonyan politikalarının savunursucasına Türkiye’de siyasi bir büro konumunda ki AKP’yi geride bırakacak siyasal (güya entelektüel) savunucusu durumundalar. İsrail siyonizmine karşı, anti-Amerikancı. Filistin’de Filistin dışında Gazze’de Hamascı, yani Erdoğan’ın biran önce evlerine dönmeleri için dua ettiği Amerikalı askerler için onlarda Başbakanları gibi duacılar ama ilginçtir her halükarda anti-kapitalist ve anti-Amerikancılar. Bir furyadır gidiyor anlayacağınız. Bu şuan hem medya yoluyla hem de Tayyip’in 29 Mart’ta gerçekleştirilecek olan yerel seçimler için düzenlediği mitinglerde yüzünü gösteriyor.
.
Kısacası yürümenin ve ülkede siyasetin yürütülmesinin yolu şimdilik bu. Sonra da sırmış gibi Amerikalılar sayesinde iktidara yerleştirilmiş olan AKP gerçeğini görmeden ver yansın ediyorlar. Kürtçe TRT 6’da konuşulunca sorun olmuyor kendileri dışında, fakat Kürtçeyi kendi dışında konuşansa provokatör ilan ediliyor, cadı kazanlarında yakılmak isteniyor engizisyon çağlarında olduğu gibi. Her gelişmeyi kendine mal ediyorlar ama her olumsuzluğu komünistlere bağlayan bir anlayışa sahipler. Sanırsınız ki bunlara özgü ve Tanrı onlardan yana. Tanrı onlar gibi Arap ve Suni ve de beş vakit namaz kılıyor.

Oysa Kanlı Pazar olaylarında üniversite kapılarına faşisttir alınmasın diye afişleri asılan pek dindar Cumhur-i Reis Abdullah Gül'dü, 6. Filo’yu denize dökerken Deniz Gezmiş ve yoldaşlarının kafalarına taş atan ve Amerikan filosunu kıble yapıp namaz kılan da yine o ümmetçi görünen birkaç yalancı yalakaydı. Üstüne üstelik Amerikalı askerler gelecek diye Karaköy’de genelevleri boyayan milliyetçileri de unutmamak lazım. Kendi gibileri dışında kendi gibi düşünmeyen toplum katmanlarını lanetliyorlar. Çünkü zihniyetlerinde AKP’ye oy vermeyen komünisttir ve komünistler kötüdür.

Hiç birinin suçlusu ben ve/ya da benim gibi düşünenler değil oysa. 1920’lerde Türkiye Komünist Partisi’nin kurucusu Mustafa Suphi Kurtuluş Savaşı’na destek vermek için Anadolu topraklarına ayak basarken soluğu İngilizlerle birlikte İngiltere’de alan Vahdettin’di. Ya da Abdülhamit’ten söz etmiyorlar ama o çok övdükleri Osmanlının altın ölüm vuruşunu yine Abdülhamit’in kendisini yaptığını da söyleyelim. Dün İngilizlerle işbirliği içindeydiler bugün Amerikalılarla aynı uyumu sağlamış durumdalar. Bunlar 1990 sonrası tarihinden de çok gerideler. Ama hiçbiri 1950’lerde Behice Boranların tavrı gibi, 1970’lerde sokaklarda hakkını arayan ne işçinin ne de 1990’larda Zonguldak madencisiyle birlikte yürüyen adamın suçudur. Komünistler o küfür ve hakaret ettikleri işçinin hakkını ararken tıpkı bugün olduğu gibi onlar yine emperyalizme biatin en iyi şeklini ne olacağının denemesini yapıyorlardı tarih sahnesinde.

Şimdi bütün özelleştirmelere ve son altı yıldır Sabancı ve Koç gibi zengin burjuvaların servetinden de fazla zenginleşen Erdoğan ve çocuklarını eleştirmek, ya da pazaryerlerinden çöp toplayan halk kesiminden söz etmek Erdoğan’ın biricik Eminesine 50 milyonluk (eski parayla 50 trilyonluk) yüzük almasını dillendirince aynen şöyle suçlanıyorsun, burjuvazinin aydınlanmacı geleneğinden sosyalist söylemin Kemalizm üzerinden Stalinizme indirgemecilik durumuyla özdeşleştiriliyorsun gibi birçok önyargı. Akıllara ziyan bir durum.

Türk tarih sahnesinde hiç bir zaman ciddi bir gücü bulunmayan Türkiyeli Troçkistlere'de sanırım burada birkaç şey söylemek lazım. Onlarda Erdoğan'la aynı yöntemi uyguluyorlar bana göre. O da ülkede işler ters gidince komünistleri, onlarda siyasette etkin olmak adına halen sosyalistler üzerinden propoganda yapıyorlar. Eleştirseler iyi de, onlar bu eleştiri kategorisini kafalara fırlatıp eleştirdiklerini sanıyorlar. AKP ve vb. gibi gerici ideologların ekmeğine deyim yerindeyse yağ sürüyorlar.

Oysa 1945’de Stalin yerine Yevgeny Khaldei’nin kareleriyle tarihi bir ana şahit olurken insanlık, iki Sovyet askeri Raqymzhan Qoshqarbaev ve Georgij Bulatov, Berlin'deki Reichstag binasına Sovyetler Birliği’nin o muhteşem bayrağını dikerken Troçki ve partisinin olmayışının asal sebebini sorgulamadan Hitler’le olan işbirliğinin suçlusu da sanırız Türkiyeli sosyalistler.

Yani bu arkadaşların revizyonist bir girişim içinde olmalarının ya da Troçki’nin ne i-düğü belli olmayan sosyalist devrim görüşünün sebebi ve/ya da Troçkizmin enternasyonalizminin ve dünyada yenilgisinin sebebi de biziz sanırım. Oysaki ne devrim Troçki’nin belirttiği üzere “Muzaffer proletaryanın ülkesinin devrimi kızıl süngülerle başka ülkelere taşıması” şeklinde ihraç edildi ne de Troçki, (hizipçilik yapmama) kisvesi altında özellikle de kesin ilkelerden yoksun olan ve SSCB’deki işçi sınıfı hareketinde hiçbir temeli bulunmayan yurtdışındaki bir grubun çıkarlarını savunmaktan vazgeçti. Bunlar tarihi gerçekler.

Ama nafile yine de anladığımız kadarıyla Kemalist olmak ve/ya da Kemalizm’e övgü AKP’ye karşıtla nitelendiriliyor şuan. O yüzden Ufuk Uras gibiler, ve bazı Troçkist yapılanmalar bu bayların hoşuna gitsin diye AKP’ye ve tek adam Erdoğan’a muhalifliğimiz kesinlikle Kemalistlikle suçlanacaksa söyleyecek fazla da bir şey yok. Ayrıca bununla da yetinmiyorlar Ergenekoncusun yaftası da yemekte bu işin tuzu biberi.
.
İşin açıkçası umurumda da değil, ülkede yoksulluk hat safhadayken, insanlar açlık sınırının altındayken, insanları Erdoğan’a özgü tavır ve siyaset anlayışıyla ve de iftirayla ya da ne bileyim gençlik çağlarındaki Başbakanları gibi komünistleri öcü diye görmeleri pekte ciddi bi'şey değil. Ağababaları bunu emrediyor çünkü. Ne desek boş, din adına parayı iç edip halkı kandıran bu burjuva aymazların cerenemesini yine bizimle birlikte halk çekmeye devam edecek. Ne de olsa o sığındıkları parlamento da ömür boyu kalacaklarını sanıyor bu aymazlar.

Yalakaları da rahatlarının ömür boyu bozulmayacağı kanısında!

Birde Fethullah’ın bütün dini saçmalıklarını eleştirmekse yine laik irticacılık oluyor. İşin açıkçası gülünç bir durum. Kimsenin ne ayakları ne de beyinleri yere değiyor.

Çözümün Türküyle, Kürtüyle, Sunisiyle, Alevisiyle, Lazıyla, Çerkeziyle, Türkiye’de yaşayan çeşitli azınlıklarıyla birleşmekten geçtiğini söyleyelim ama bizi suçlayanlardan farklı bir dille yani Marksist bir dille söylüyoruz. Çünkü emperyalizme bakış açımız farklı. Ve ne yazık ki bunun yolu AKP gibi Amerika’nın taşeronluğunu yapan düzen partileriyle değil, bu düzenin tekerine çomak sokanlarla oluşturulacak bir şey, tekeri kırmadıkça kırılacak olan çomaklar olacaktır.

Bu yüzden yalan söyleyen birçok siyasi oluşum ve parti görmemize rağmen ve mavi yakalı işçiler Zonguldak madeninde, sokakta direnirken, bunun yanı sıra beyaz yakalılar 1920’lerden bu yana kazanılmış bütün toplumsal hakların karşısında durmuştur. Bundandır ki yalan söyleyen birçok burjuva düzen partisinin yanında AKP’nin özelliği “yalan söyleyerek” ve bunu da açıkça söyleyerek bir özne olmuştur.

Tarihsel olarak bakıldığında dini sosa bulaşmış Vahdettin ve Abdülhamit’in torunu durumunda ki AKP ve onun biricik oğlu Erdoğan ve de tayfası emperyalizm sayesinde “Cumhuriyet” olgusunu her zaman ki gibi tekrardan Amerikalıların gözünde istenmeyen bir çocuk durumuna dönüştürmüştür. Burjuvazinin ve emperyalizmin despotizminin yanında AKP’nin İslami faşizminin etkisini de katarsak Türkiye’de yaratılmak istenen sosyalizm ve o sosyalizmi taçlandırmak isteyenler bugün tekrardan tıpkı 1920’ler, 1960 ve ‘70’ler gibi meşruiyetini yine sol kisvesi adı altında siyaset yürütenler üzerinden bu meşruiyeti almak istemektedirler.

O yüzden yazının da başlığına uygun olması açısından bir kez daha söyleyelim: AKP, Amerika’nın değneksiz iti, inkâr edilen sol (sosyalizm) sokaktaki adamın ve halkın öznesidir.

Hiç yorum yok: