29 Temmuz 2020 Çarşamba

Diktatörlük ne işe yarar?

Çok konuşurlar, karşılarındaki kişi veya grubun ne düşündüğünün, ne söylediğinin bir önemi yoktur, bu nedenle dinlemeyi pek sevmez, dinlemezler. En çok da, kendilerine sadık kalabalık halk kitleleri önünde konuşmayı severler. Kullandıkları dil ve yaptıkları vurgulamalar ile kitleleri coşturmayı iyi bilirler. Konuşmanın içeriğinin ise pek bir önemi yoktur, söz konusu olan, gaz ve toz bulutundan ibarettir zaten.

Genelde yüksek sesle; din ve milliyetçilik üzerine bir şeyler mutlaka dinleyicisini öfkelendirecek şeyleri avazları çıktığı kadar bağırır, inanmadıkları şeylerin doğruluğuna bakmadan bağırırlar. Kendi yalanlarına kendileri de inanır, karşısındakini de daha çok inandırırlar.

Devam edelim.

Diktatörlük nedir ve ne işe yarar?

Kelimenin kökeni Roma imparatorluğuna Sezar'a kadar gider. Tarihte ilk diktatör de Çin hanedanlığının kurucusu Çi Şi Huang’dır. Yani şu Çin seddini inşa eden ilk Çin imparatoru. Ardından da Roma hanedanlığına bağlı imparatorlar gelir. Askeri diktatörlük dışında Hitler örneğinde de olduğu gibi genelde seçim yoluyla iktidara gelirler. Diktatör olmanın halka, millete, vatana faydası nedir, ne işe yarar sorusuna verilebilecek belki de en iyi cevap; kendileri dışında kimseye faydaları olmamasıdır.  

Şatafatlı hayatları sürsün diye sık sık yalan söylerler. En akla aykırı yalanları büyük bir rahatlıkla, utanmazlıkla söylerler, yalanları büyüdükçe yalan söyleme rahatlıkları daha da artar. Herkese, her konuda vaatlerde bulunurlar. Her zaman en doğruyu söyler, asla hata yapmaz, hatalarını kabul etmez, özür dilemezler. Kendilerini insanlığın başına gönderilmiş seçilmiş kişi olarak görürler. Onlar giderse her şey çöker. Yerleri asla doldurulamazdır. Alternatifi yoktur. Kendilerinden sonra olsa olsa kıyamet kopar.

Oysa yalnızdırlar. Bulundukları zirveye yaklaşmaya cesaret eden kişileri, yakınlıklarına aldırmadan acımasızca ezerler. Çünkü korkaklardırlar.

Neyin ahlaklı olup olmadığına duyarlıdırlar. Her boku kendilerine görev sayarlar. Sevgilinizle yatıp yatmadığınıza, kaç çocuk doğuracağınıza kadar. Kendi ahlaksızlıklarını bütünün özel alanlarıymış gibi ilgi alanlarınıza girerek ahlaksızca yasalar çıkarır, ahlaksızlıklarını ahlak diye yutturmaya çalışırlar.

Her zaman etraflarında onları çok seven insanlar vardır. Karısı, çocuğu, ailesi, dostları vardır. Yalandır. Daima onu çok seven, onun için her şeyi göze alabilecek insanlar vardır, gerekirse yurttaş olmak yerine kul olmak için ölürler. Yalandır.

Peki, bu uygun ortam ve arka planda kalmış, bastırılmış duygu ve düşünce ahbaplığı nedir? 

Öyleyse biyografiye gidelim;

Adolf Hitler; milliyetçi, ırkçı ve faşist bir parti olan Nazi Partisi lideriydi. “Führer” (Lider) ve/ya da (Rehber) gibi unvanları vardı. Alman muhalefetinin korkaklığı sayesinde 1932’de cumhurbaşkanı oldu. Alman milliyetçi ve muhafazakarlarını etrafında toplamaya girişti. 1933-1945 dönemi Alman diktatörü, devlet başkanı ve baş komutanıydı. Yahudi soykırımı en önemli icraatıydı. Sosyal demokratlar ve papazlar dahil kendisine karşı olan herkese karşı kasap politikası izledi. İçeride kontrölü tümüyle ele aldıktan sonra dışarıya yöneldi. Doğu Avrupa’da giriştiği işgallerle dünyayı ikinci büyük savaşa sürükleyerek 52 milyon insanın ölümüne, 70 milyona yakın kişinin sakat kalmasına yol açtı. 

Ama bundan önce Hitler’i öldürme girişimlerinin çok büyük bir bölümü kendi yakınındaki kişilerden geldi. Bir bölümü tasfiye edildiği için intikam duygularıyla, bir bölümü Almanya’yı yıkıma götürdüğüne inanarak, kimisi askeri açıdan onu yetersiz bulduğundan harekete geçti. Her defasında ya beceriksizlik ya da düpedüz şansızlık sonucunda Hitler kurtuldu. 1944’te Hitler’in bir toplantıda patlayan bombadan kıl payı paçayı sıyırması bu suikast girişimlerinden en ünlüsüydü. Öyle ki, saldırıyı planlayanlar Hitler'in öldüğünden emin, yeni bir hükümetin kurulması için kolları sıvamış ve bu nedenle kolayca yakalanmışlardı. İşin gerçeği Hitler’in 44’te bir iç hesaplaşma yerine 1945’te Sovyet Ordusu, Berlin’e girdiğinde yerin dibinde bir sığınakta intihar ederek ölmesi daha “yakışır” bir son oldu. Sovyetler Birliği’ni işgale girişen ordularının yenilgisi ve Kızıl Ordu’nun Berlin’e dek ilerlemesi üzerine, intihar ederek yaşamına son verdi.

Benito Mussolini; İtalyan Ulusal Faşist Parti lideri, 1922-1943 dönemi başbakanı, 1943-45 dönemi devlet başkanı. Mussolini, yaygın inancın aksine gücü darbe yaparak ele geçirmedi. İtalya’nın iyi tanınan ancak faşizm yanlısı olmayan siyasilerinin bölünmüşlügünü ve havadaki şiddet tehdidini göz önünde bulunduran kral, Mussolini’ye koalisyon hükümeti kurma şansı tanıdı. İtalyan liderler Mussolini’nin başkaldırısını durdurmak için orduyu harekete geçirmedi. İktidar olduğunda önceleri liberallerin desteğini alan Mussolini, diktatörlüğün keskin uygulamalarını birer birer hayata geçirmeye başlamıştı. İtalya kısa zamanda bir polis devleti haline getirildi. Kitap ve gazetelere getirilen sansür, seçim sisteminde yapılan düzenlemeler ve Faşist Parti dışındaki diğer partilerin kapanması gibi uygulamalar gerçekleştirildi. Nazi diktatörü Hitler’in “Savaş ortağı” ve faşizmin en önemli liderlerinden biriydi, “Duce” ülkenin tüm problemlerini çözmeyi vadederek sağ, muhafazakar, milliyetçi ve anti-komünist tüm kesimleri etrafında toplamaya girişti, “Kahrolsun sermaye" sloganları atmaktan dahi geri durmadı. İtalyan ırkçı-faşistlerinin yanı sıra iktidarının ilk yıllarında liberallerin desteğini de alan Mussolini, iktidarını pekiştirince, tüm muhaliflere karşı katliam politikası izledi. İtalya’yı tam bir polis devleti haline getirdi. Yürütmenin yüce lideri, başı ve başkomutanıydı. Yasaları buna uygun yeniden düzenlettirdi. Roma İmparatorluğu’nun kudretli-ihtişamlı dönemine geri dönüleceğini vaat ediyordu. Arnavutluk, Libya, Habeşistan işgalleriyle ve Hitler'le birlikte Berlin - Roma Mihver’ini kurarak II. Dünya Savaşı’nın faşist kamp cephesinde yer aldı. Halkın nefret ettiği faşist lider, faşist kampın yenilgi sürecinde, 25 Nisan 1945’te, yanındakilerle İspanya’ya kaçarken İtalyan komünist partizanlar tarafından yakalandı ve birkaç yandaşı ve metresi Clara Petacci'yle birlikte kurşuna dizilerek öldürüldü. Meydanlarda sallandırılarak teşhir edildi.  

Francisco Franco; 1939-1975 dönemi İspanya diktatörü. Irkçı ve faşistti. Sloganı, "Birleşik, büyük ve özgür İspanya”ydı. İspanya İç Savaşı’nın, (1936-39) Nazi ve İtalyan faşist devletlerinin yardımıyla işçi ve emekçilerin aleyhine yenilgiyle sonuçlanması üzerine kurduğu askeri faşist diktatörlük altında on binlerce İspanyol yurtseveri, ilericisi, devrimci ve komünisti katledildi, zindanlara atıldı, sakat bırakıldı. Beşinci kol faaliyetleriyle ele geçirilmeyen yerlerde kitleleri provoke etmek için kara propaganda ve sabotaj yoluyla terör eylemleri gerçekleştirdi. Gazetelere baskı uygulayarak, yandaşlarıyla sadakatsiz bireyler oluşturdu. Ülke kan gölüne çevrildi. Ekonomik yıkım altında inleyen halk kitleleri işsizlik, açlık ve yoksullukla boğuştular. II. Dünya Savaşı’nda faşist kampı destekledi. Dışarıda sömürgelere, içeride farklı etnik kökenlerden halka karşı ırkçı ve inkarcı saldırı politikaları izledi. Savaş sonrası dönemde Amerikan emperyalizminin politikalarına bağlandı. 20 Kasım 1975 tarihinde 82 yaşında ölmesiyle Franco dönemi sona erdi. 

Fulgencio Batista; Kübalı asker ve diktatör. İlki 1933-1940 arası, ikincisi 1952’den 1959’a olmak üzere iki sefer Küba başkanlığı yaptı. İlk döneminde seçimle başa gelirken, ikinci seferde Küba devrimiyle yerinden edilene kadar Amerika Birleşik Devletleri’nin desteğini alan bir diktatör olarak hareket etti. Batista, otoriter Gerardo Machado rejimini deviren 1933’teki Çavuşlar Darbesi sonrası etkili bir biçimde tüm siyasi gücü kendi elinde topladı. Batista teröre başvurmaktansa, çevresindekileri hoş tutarak denetimini pekiştirme yolunu seçti. Böylelikle ordunun, devlet memurlarının ve örgütlü işçilerin desteğini kazandı. Kendini sosyalist olarak tanımlayanlar ve demokratların oyuyla 1940’ta cumhurbaşkanı seçildi. İktidara tekrar gelince ABD’den lojistik, askeri ve maddi yardımlar aldı ve kendi oluşturduğu 1940 anayasasını askıya alıp grev hakkı gibi birçok siyasi özgürlüğü kaldırdı. Batista’nın politikaları Küba’da zenginle fakir arasındaki uçurumu daha da derinleştirip orta sınıfı yok etti. Küba’daki ekilebilir arazinin yaklaşık %70’i yabancıların elinde olmasıyla beraber şeker plantasyonlarının çoğu ABD vatandaşlarına aitti. Batista’nın hükümeti ülkenin ticari çıkarlarından ve Havana’daki kumar, uyuşturucu ve fuhuş işlerini kontrol eden Amerikan mafyasıyla anlaşmalarından doğrudan çıkar sağlayarak, kara paranın merkezi oldu.

Onun iktidarda olmadığı sekiz yıl süresince Küba'da yozlaşma alabildiğine yayıldı ve kamu hizmetleri çöküntüye uğradı, bu nedenle 1952 yılında yeni bir askeri ayaklanma yoluyla tekrar iktidara gelmesi halkın geniş kesiminde onay gördü. General Batista, aslında Çavuş’tu ve “solcu” görünümlüydü. Öyle ki, Batista’nın kabinesinde Sosyalist Halk Parti’den iki bakan bile vardı. Bu komünist partiler, Castro ve arkadaşlarına karşıydı. Küba 1800’lü yıllarının sonuna doğru Amerika Birleşik Devletleri ile ilişki kurmadan önce sömürgeci İspanya otoritesinin en istikrarlı, en güvenilir ülkesiydi. Amerika Birleşik Devletleri sayesinde Küba, İspanya sömürgesi olmaktan kurtulunca bu kez ABD mandası oldu. Ekonominin tüm kilit sektörleri Amerikan şirketlerinin eline geçti. 1952’de iktidarda olan Batista bu kez üniversiteyi, basını ve kongreyi denetimi altına alan zalim bir diktatör oldu, ekonominin çöküntü içinde olmasından yararlanarak büyük miktarda parayı zimmetine geçirdi. Amerika’nın Küba'yı içki, kumar ve fuhuş merkezi yapmasına göz yumdu. Sonunda, 1959 sonbaharında Fidel Castro ve Che önderliğindeki devrimci güçlerin başlattığı saldırıya yenik düşerek devrildi. Küba devrimi sonucu Batista ve takipçileri yaklaşık 40 milyon Amerikan dolarıyla Dominik Cumhuriyeti’ne kaçmak zorunda kaldı. Batista’ya sürgüne gittiği Portekiz’in yanı sıra İspanya tarafından da kalıcı sığınma hakkı verildi. Castro’nun suikastçıları kendisini öldürmeye yönelik eylem planını uygulamadan iki gün önce, 1975'te İspanya’da öldü.

Muhammed Rıza Şah Pehlevi; 1941-1979 dönemi İran Şahı. İngiliz - Amerikancı diktatör. Babası Rıza Pehlevi, Şehinşah (Kralların kralı) ve Sayeh-eh-Hodah (Allah’ın yeryüzündeki gölgesi) İran’ı küresel güç yapma iddiasındaydı. Pehlevi hanedanlığı, rejimi laikmilliyetçimilitarist ve anti-komünist bir rejimdi. Ülke genelindeki ayaklanmalarla 1921’lerde darbeyle iktidara geldi. Onlardan biri de Rıza Şah'ın yaptığını gelecekte yıkacak olan ve tersinden de aynı şeyleri yapacak olan gerici İslamcı faşist Ayetullah Humeyni'ydi. Rıza Şah ülkenin kadınlarını İslam'ın getirdiği örtünmekten kurtarmak istiyordu ama gücünün yerleşmesini beklemek zorundaydı. Destekçileri örtünmenin kadınların sosyalleşmesi ve çalışmasına fiziki olarak engel olduğunu söylüyorlardı. Babası Rıza Şah ülkedeki medrese eğitimine son verdi. Artık modern okullar açılmıştı. Çocukların okula gitmesi gerekiyordu. Rıza Şah, İran'ın ancak bilinçli bir halka sahip olursa ayakta kalabileceğine inanıyordu. Eğitim reformu da din adamlarınca eleştirildi, din adamları insanlara “Okullar oğullarınızı kafir, kızlarınızı fahişe yapmak için eğitiyor” sloganıyla camilerde boy göstermeye başladılar. Babası Rıza Pehlevi'nin Güney Afrika'ya sığınmasından sonra reformcular tarafından oğlu Muhammed Rıza Pehlevi tahta çıktı. Koyu baskıya ve işkenceleriyle ünlü istihbarat örgütü Savak’ın gerçekleştirdiği katliamlara dayanan iktidarı, artan muhalefet sonucu sürdürülemez duruma geldi. 1979’da patlak veren büyük kitle ayaklanmasının sonucu İran’ı terk etmek zorunda kaldı. Amerika sığınmasını kabul etmedi. Mısır’a sığındı. İngiliz emperyalizmi tarafından iktidara getirildi yine aynı istikrarsız yolla iktidardan götürüldü. İran’da hakkında idam cezası verilmişti. 

Augusto Jose Ramon Pinochet; 1973’te ülkenin seçilmiş devlet başkanı olan ve solcu Halk Birliği’nin temsil eden Marksist Salvador Allende’yi deviren Amerikancı darbenin lideri. Darbeye karşı iktidardaki sosyalist ve komünist partilerin başını çektiği Unitad Popular (Halk Birliği) herhangi bir direniş örgütleyemedi, aslında darbe geliyorum diyordu. Aradan yıllar geçti, 1974’te, eski anayasayı yürürlükten kaldıran cunta yönetimi, ardından tüm yetkilerin Pinochet’e devrini sağladı. Devletin "başı"ydı. Yönetimi altında  Şili’yi korkunç bir karanlığa gömdü, on binlerce kişi onun emriyle katledildi, dönemi işkencelerle, yargısız infazlarla, yolsuzluklarla ve emekçi halka dönük acımasız bir ekonomi politikayla anıldı, binlercesi gözaltında kaybedildi, binlercesi sürgün edildi. Ülke ekonomisi uluslararası tekellerin talanına açıldı. Dış borç yükü yıldan yıla katlandı; işsizlik, açlık ve yoksulluk artarken grev ve direnişler yasaklandı. Koyu baskı koşullarına karşın halkın direnişiyle sarsılan iktidarını sürdürmek için sıkıyönetimler ilan etti. Kendisini "Ömür boyu senatör" yapan yasa çıkardı. Şili Komünist Partisi de diktatöre anlayacağı dilden yanıt vermeye karar verip, eski çizgisini değiştirerek, 1986’da, baskılar artınca Şili Komünist Partisi tarafından kurulan bir silahlı örgüt Pinochet’ye suikast için düğmeye bastı, suikast girişimi başarısızlığa uğradı. Ancak büyüyen halk muhalefetiyle iktidarı giderek sarsılıyordu. Londra’da olduğu bir sırada İspanya mahkemelerinin suç duyurusuyla tutuklandı. Yaşlılığı gerekçesiyle Şili’ye dönmesine izin verildi. 2006’da, ev hapsinde tutulurken hesap vermeden öldü.

Anastasio Somoza Debayle; 1967-1979 döneminde Nikaragua devlet başkanı; Amerikan iş birlikçisi, halk direnişi sonrasında ülkesinden kaçtığında Amerika'ya kabul edilmeyen diktatörlerden biri. Bazı faşist diktatörler ise devrildikten sonra öldürüldü. Nikaragua’nın zalimi Anastasio Somoza bunlardan biriydi, Sandinistler tarafından alt edildikten sonra 20 milyon dolarla birlikte kaçtığı Paraguay’da devrimci bir örgütün saldırısından kurtulamadı. Praguay’a sığındı ve oradayken, Devrimci Halk Ordusu (ERP) adlı Arjantinli örgüt üyeleri tarafından öldürüldü.

Jorge Rafael Videla Redondo; 1976-1981 dönemi Arjantin devlet başkanı ve "Başkomutan." Bütün yasama yetkilerini elinde toplayan, muhaliflerini ölü ve diri olarak helikopterlerden denize attırmakla, öldürttüğü devrimci gerillaların çocuklarını kaçırıp izini kaybettirmekle ünlü diktatör. İşçilerin, emekçilerin, ilerici ve devrimcilerin, işçi ve kamu emekçileri sendikalarının, muhalif politik partilerin azılı düşmanı. On binlerce insanı zindanlara kapatan ve binlercesini katlettiren cunta başı. Amerikan emperyalizminin uşağı ve sermaye tekellerinin emirindeydi. 1985’te yargılanıp ömür boyu hapse mahkum edildi. 1990’da çıkarılan bir aftan yararlanıp dışarı çıktı. Arjantin tarihinin en lekeli dönemine imza atan bir katil olarak tanındı.

Ferdinand Emmanuel Edralin Marcos; 1965-1986 dönemi Filipinler devlet başkanı ve diktatörü. Amerikan emperyalizmi desteğindeki diktatörlüğü altında halk inim inim inlerken, kamu mallarının yağmalanması ve yolsuzluklar yönetimin markası oldu. Kamu işletmelerinin yönetimine akrabalarını yüksek maaşlarla dolduran, büyük yolsuzluklara imza atan, milyarlarca doları aile ve akraba çetelerinin kasalarına aktaran Marcos, ülkeyi sıkıyönetimlerle ve yoğun baskı ortamında yönettikten sonra, gelişen muhalefet sonucu kaçarak Hawai’ye sığındı.

Alfredo Stroessner Matiauda; 1954 ve 1989 yılları arasında Paraguay'ı yöneten askeri diktatör. Diktatörlüğü döneminde Paraguay, ikinci emperyalist paylaşım savaşı sonrasında Güney Amerika ülkelerine saklanan kaçak Nazi savaş suçlularının rahat rahat nefes alabilecekleri bir yer haline gelmişti. Kendisi, Latin Amerika'da 20. yüzyılın en uzun süren diktatörlüğünü kuran eli kanlı bir liderdi. 1951'de silahlı kuvvetlerin komutanı, 1954'de ise başkan Federico Chavez'i devirerek, ardından yalnızca kendisinin aday olduğu bir seçimle devlet başkanlığına geldi. Hemen akabinde meclisi ve mahkemeleri yandaşlarıyla doldurdu. Daha sonra, art arda başkan seçilmesini meşrulaştırmak için 1967 ve 1977'de anayasayı iki kez değiştirdi. Tam altı kez kendisini başkan seçtirdi, tıpkı her diktatör gibi, kurduğu baskı rejimine karşı çıkanlara ağır baskılar uyguladı. 80'lere gelindiğinde tepkiler her geçen gün daha da büyüyünce, Şubat 1989'da bir askeri darbeyle yönetimden uzaklaştırıldı. Yönetimden uzaklaştırıldıktan sonra Brezilya'ya kaçtı, sonraki 17 yılını sürgünde yaşadı. 

Sürpriz yok. Bunların hepsi ve onların destekçileri onların diktatör olmadıklarını söylediler, “Eğer diktatör olsaydım...” diye başlayan cümleler kurarak, içlerinden geçirdikleri ve fakat şimdilik yapamadıklarına gönderme yaparak ilerlediler. 

Diktatörlükte herkes onların düşmanıdır ve onları yıkmaya çalışır. İşte o zaman yenilgilerini seçmenlerine zafer diye yutturmaya çalışırlar. Bu hep böyle olmuştur; hepsinin bıraktığı miras ise, kendilerini nefretle anan milyonlarca insandan başka bir şey değildir.

Sonuç mu? Hepsi siktir olup gitti. Tarih çarların, kralların, sultanların, diktatörlerin arkasından gözyaşı pek dökmüyor. Tarih üstünü başını parçalayan fanatiklerle de dolu ama tarih halk düşmanı bu bağnaz kraldan çok kralcıları da yazmıyor. Bir meşruiyetleri yok. Nihayetinde hiçbir iktidar sonsuz değil ve hiç kimse yenilmez değil. Savundukları er ya da geç halk yığınlarının çok sesli talebiyle yıkılıp gidiyor. 

2021 yılına giriyoruz. Türkiye’nin bir diktatöre ihtiyacı var mı? Tarihten ders alınacaksa, olmaması gerekir; hayır! 

Benzer yazılar:  Führer’in bayrağı

Hiç yorum yok: