12 Aralık 2008 Cuma

Krizin en ‘iyi’ yönü?!

Kuşkusuz ‘yapay’ emperyalist (ya da burjuva) krizler yaşamaya zorlanan halk yığınlarını özelliklede günümüzde ki işçi yığınlarını daha da zor koşullara itmekte. Özelikle bizde ki, sınıf bilinci oluşamamış işçi kesimi için bu daha geçerli ve daha zor bir durum, yine de kolay yoldan köşeyi dönmeye çalışan işçileri düşününce bu sınıf bilinci (uyanma) işi bir hayli uzak görünüyor. Belki de bundandır Türkiye’de iktidara gelen bütün iktidarlar bunu bildiği için bunu deyim yerindeyse bir ‘sır’ gibi, bu kesimlerden saklamaktaydılar.

Şimdilerde Yunanistan’da yaşanan ve 16 yaşında polis tarafından öldürülen bir genç için yapılan sokak eylemlerini görünce insan gıptayla bakıyor. Bir insanın öldürülmesi özelikle de kötü bir durum, hele hele devletin güvenliğini sağlamakla yükümlülüğü varsayımını bilincine kazıyan (ben buna Engels’in tabiriyle, devletin eli silahlı bir grup üyesi -ya da çetesi- demekteyim) ki yapanların cezalandırılmamış olması ve bunun meşru görülmesi için güdülen politikanın bürokrasi dışında sokağa yansımaması ki bu daha da aymaz bir durumdadır ve devletin ahlakını tekrardan tartışır duruma sokmuştur. Örneğin Yunanistan emniyeti ne demektedir bu duruma: “altı üstü şımarık ve zengin bir çocuk öldürüldü.”

Sanki onların katmanını oluşturan bu zengin sınıflar topluluğu değilmiş gibi, kendi içinden ‘zengin’ bir kurban bulmuş gibi görünen Yunan hükümeti sevinç dansları yapmakta bu söylevle!

Ki, Türkiye’de bu iş ayyuka gelmiş durumda. Beterin beteri durumu anlayacağınız.

Fakat izlediğimiz görüntülerden anlaşılacağı kadarıyla Afganistan’ı ve Irak’ı aratmıyor şuan ki Yunanistan’ın iç durumu.

Bir ‘sınıf’ bilinci oluşmuş, kuşkusuz durum da bunu göstermekte Yunanistan’da, işin başını şuan Anarşist gruplar çekmekte, iyide yapıyorlar. Belli olmaz bu durum her an değişebilir sıkışan hükümet yine her an istifa edebilir bu durumdan. Halka öncüllük edecek sınıfsal bir ‘öncü’ parti Yunanistan’da var mı bilemiyorum ama işe her an el atabilir. Umarım öylede olur.

Biz ise henüz küstah politikacılardan kurtaracak ‘öncü’ bir parti yok. Büyük bir eksiklik. Diğer asıl büyük eksiklikse Türkiye’de ‘proleter’ bir sınıfın olmayayışı.

Ayrışmış - ayrıştırılmış bir işçi topluluğuyla karşı karşıyayız. Sağcı işçi / solcu işçi, hatta dindar işçi oluşmuş durumda!

Sanki yağmur yağarken hepsinin başına ayrı ayrı yağmakta? Ayrı ayrı ıslanıyorlar!

Amerika’da, Wall Street’i kurtarmak isteyen bay Bush kurtarmaya çalıştıklarıyla birlikte büyük isimleri de mahvetti.

Amerika tarihinde yüzyılın krizini yaşıyor şuan, bu kriz ve çöküş Amerika söz konusu olduğunda daha da devam edeceğe benziyor. Bunu bay Obama’da düzeltemeyecek durum bunu gösteriyor yeni kabinesine aldığı isimlerle de zaten bunun mesajını veriyor. Zaten şuan için bir çoğu bay Bush’un eski’miş kabinesinden oluşmakta. Renginden dolayı Obama’ya umut bağlayanlar başından beridir farklı politika izlemeyeceğini söylememize rağmen ciddiye almadılar uyarıları.

Oysaki Obama’nın aksine Bush ‘zenginlere sosyalist’ bir durum takınarak onlar için kendi ülkesinin ekonomisinden para tırtıklamakla meşguldü...

Öyle de yaptı ama nafile. New York’un arka sokakları bunu yalanlar biçimde ‘yoksullar’ ve ‘evsizlerle’ dolup taşmakta.

‘Komünist Manifesto’, burjuva devleti tarafından dünyanın çeşitli ülkelerinde ve çeşitli zamanlarda politik nedenlerle birçok defa yasaklanmasına rağmen ve gerekçesi her defasında ‘toplumun huzur ve sükûnunu korumak’ ve ‘sınıf kavgasını önlemek’ti gibi argümanlarla karşımıza çıktı. Şimdi ki durumu kendileri bile açıklayamıyorlar.

Çırılçıplak kapitalizm

Üst üste Marx’ın, Kapital eserinin baskılarını yetiştirmekle, şuan Marx ve Engels okumakla meşguller.

Kapitalizmin bir bilimi olmayacağına göre elbette son derece açık saçık, bu müstehcen metni okuyacaklardır. Bundan doğalıda olamaz. Politik metin olarak; bir program ve kapitalizmi, üzerindeki bütün ideolojik, felsefi, hukuki, ahlaki ve politik örtüleri sıyırarak, böylesine ‘çırılçıplak’ bırakmıştır kapitalizmi.

Özetle devrimci bir ‘eylem kılavuzu’ söz ettiğimiz yapıt!.

Şimdi çanların kendisi için çalındığını bilen kapitalistler yangından mal kaçırır gibi kendilerini kurtarma çabasındalar. Delice işçileri ‘ücretsiz izinlere’ göndermek derdindeler. Bu ‘ücretsiz’in anlamı işten çıkarmaktadır ki, bunu bile açık açık dillendirememektedirler.

Tıpkı onlar gibi, bugün Erdoğan kliği de işçi kesimine olan ‘saygı’sını belirtir şekilde bunları dillendirmekte, ‘sefilliği’ işçiye yaraştırmaktadır.

Başlıktan da anlaşılacağı üzere bu krizin en ‘iyi’ yönü zengin birkaç asalaktan kurtulacağımız gerçeğidir. Zira ‘Özgürlük’ anıtının altında da şu yazmaktadır: ‘Zenginleri değil, fakirleri satın!’ yazısı düşünülünce insanın aklına başkada bir şey gelmiyor.

Bu yüzden şimdi iki ‘tercih’ arasındayız: proletaryanın bakış açısı ve sınıfsal gerçekliğiyle birlikte bu kurtuluşun, bağımsızlığın, demokrasinin, kısacası devrimin yolunu gösteren tek gerçek çıkış yolunun işçi sınıfının örgütlülüğü ve bu ‘örgütlü’ gücün yapacaklarıdır. Ya ‘proletarya’ ya ‘burjuvazi’.

Örgütsüz ve ya devrimci bir önderliğe sahip olamayan bir işçi sınıfı ‘devrim’ falan yapamaz. Sınıfın ‘fiili’ koşullu örgütlenme ve eylem tarzıdır. Zaten ‘devrim’, ‘işçi sınıfı’nın günlük hayatıdır ve onun etkileridir.

Yine de benden hatırlatması, bütün egemen sınıflarda ortak olan anlayışa bakmayın siz. O da yeryüzünden çekip gidecek olmalarıdır. Yeter ki, ‘Manifesto’nun sonundaki o büyük çağrı gerçekleşsin: ‘Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!’ çağrısı.

Hiç yorum yok: