İran’da 1953 darbesinden sonra yasaklanan ve bu yüzden
etkinliğini yeraltında sürdüren 1953 darbesiyle birlikte Dr. Musaddık'ın ulusal
demokratik hükümetinin düşmesinden sonra iktidarı alan Muhammed Rıza Şah,
İranlı liberallere karşı baskı ve katliam politikası uyguladı. İranlı özgürlük
savaşçılarının çoğunluğunu içinde barındıran iki önemli politik örgüt olan
Tudeh Partisi ve İran Ulusal Cephesi'ni hedef alan Şah'ın baskıcı politikası,
İran örgütlü muhalefetini parçalamakta başarılı oldu. Ama yine de, muhalefetin
sesi 1960'ların başlarında diktatörlüğe karşı bir kez daha yükseldi.
Entelektüel çevreler bu dönemde politik etkinliklerin merkezi oldu. İranlı
öğrenciler, 1950 ve 1960'lar boyunca, özellikle de Küba ve Vietnam gibi üçüncü
dünya ülkelerinde yaygınlaşan devrimci kurtuluş hareketlerine derin bir
yakınlık duydular. Bağımsızlık, demokrasi, toplumsal ilerleme ve sosyalizm,
İran öğrenci hareketinin ekseniydi. Güçlü ve deneyimli öncü bir örgütün
yokluğundan kaynaklanan politik boşluğun üstesinden nasıl gelineceği tartışması
ise gündemin ana başlığını oluşturuyordu.
1979’a kadar Şah rejimine karşı, ‘79’den sonra Şah Rıza
Pehlevi'nin arkasından kurulan İran İslam Devleti’ne karşı savaşım yürütmüş
olan örgütlenmeydi.
Dolayısıyla ‘70'li yıllar dünyada devrim ve karşı-devrim
savaşımının sertleştiği bir dönemdir. Devrimci örgütlerin silahlı mücadele ve
gerilla savaşı konusunda düşünüşlerini eyleme dönüştürdükleri yıllardır. Baştan
belirtmek gerekir ki, tüm bu sürecin inşasında Filistin özel bir rol ve misyon
üstlenmiştir. RAF'tan PKK'ye, THKO'dan Halkın Fedaileri'ne kadar birçok örgüt
FKÖ'den aldıkları eğitim ve destekle kendi savaşımlarını büyütmüşlerdir.
Elbette ki, bu dönemde savaşım veren tüm örgütler
devrimci mücadeleye sayısız tecrübe bırakmışlardır. Bu örneklerden birisi de
İran'dadır. Söz konusu İran olduğunda, karşımızda Halkın Fedaileri Gerilla
Örgütü durmaktadır. Orada Marksizm iddialı tek örgüt olması, pratiğinde devrimi
ve yenilgiyi barındırması açısından Halkın Fedaileri özgün bir yerde
durmaktadır.
İran’da Halkın Fedaileri Örgütü'nün geride bıraktığı
değerli mirası, direngen duruşu daha yakından incelemenin bugünümüze güçlü bir
ışık tutacağına inanıyoruz. Her ne kadar yanı başımızdaki bir hareketten
bahsediyor olsak da, düşünsel ve duygusal mesafe o kadar uzaktır ki, Latin
Amerika'daki devrimci hareketleri bildiğimizden daha az bilgiye sahibizdir. Halbuki
gerilla taktiğini etkin kullanma, saldırılar karşısında gücünü koruma, eylemle
beraber kendini ideolojik-politik olarak örgütleme ve en önemlisi de halka
rejimin yıkılabileceği umudunu aşılama konusunda Fedailer'in tarihte özel bir
yeri vardır. İran'daki siyasal koşullarda, devlet despotizminin (1963'te yapılan “ak devrim” sürecini
dışında tutarsak) yoğun yaşandığı şartlarda iktidarı zor yoluyla ele
geçirme isteği başlı başına cüretli bir çıkış, cesaretli bir adımdır.
Bir örgütün
başarı ya da başarısızlıklarının neden-sonuç ilişkisini doğru okuyabilmek için
hareketin ortaya çıktığı nesnel koşullara dair fikrimizin olması gerekir. En
nihayetinde, bu koşullara bakılarak politika yapılır. Hele ki söz konusu olan
İran gibi askeri darbelerin, suikastların eksik olmadığı, en temel insan
haklarının dahi yok sayıldığı bir ülkeyse, koşulların rolü daha da önem
kazanır.
İran'ın
tarihsel geçmişine şöyle bir bakmak dahi bu topraklarla benzerlikleri görmek
için yeterli olur. Birbirinden farklı, uzak gibi görünen, fakat benzer bir
“kader”dir yaşanılan. Bu hem devrim hem de karşıdevrim bakımından geçerlidir.
İran'da da 1920'lerden itibaren Sovyetler Birliği'nin etkisiyle “bir hayalet
gezinmeye” başlar. Devrimci arayış kendini 1941'de Tudeh’te (tam ismi İran Kitlelerinin Partisi'ydi ve Sovyetler
Birliği Komünist Partisi’yle yakın ilişki içindeydi) ifade eder. Sovyet yanlısı Tudeh, kitleselliği ve
örgütlenme gücü bakımından önemli olmakla birlikte, iktidarın merkezine yürüme
noktasında çok da istekli değildir. Kendisini daha çok muhalefet olarak
sınırlandırmıştır. Oysa 1951'den itibaren hayli deneyim sahibi, hem yeraltında
hem de yarı-legal çalışmada tecrübeli, başta işçi sınıfı olmak üzere birçok
kesimde örgütlü bir partidir. Etki düzeyinin daha iyi anlaşılması için,
Tudeh'in ordu ve istihbarat örgütündeki varlığını hatırlatmak yeterli
olacaktır.
Tudeh, tarih
sayfaları 1953'ü gösterdiğinde, CIA ve MI6'nın ortak gerçekleştirdiği Şah
darbesini sessizlikle karşılamıştır. İktidara gelen Şah'ın ulusal cephe ve
başbakan Musaddık'la uğraşacağını uman Tudeh ciddi bir yanılgı içerisindedir.
“Komünizm tehlikesi” olarak görülen Tudeh de darbeden payına düşeni alır.
Birçok önderlik kadrosu, parti sempatizanı gözaltına alınır ve işkenceli
sorgulardan geçer. Kimi zamanda sokak ortasında infaz edilir. Katledilmeyen
“şanslı” azınlığı uzun ve zorlu mahpusluklar beklemektedir. Yakalanmayanlar ise
soluğu Avrupa'da alırlar. Orada Şah karşıtı propaganda ve örgütlenme
çalışmalarına devam ederler. (İran'daki
devrimciler bakımından Avrupa ve Amerika darbeden önce de örgütlenme sahası
olarak değerlendirilmiştir.)
Şah'ın
iktidarı sağlamlaştırdıktan sonra ilk yaptığı şey, “komünizmle mücadele” adı altında, istihbarat örgütü SAVAK'ı (İran'ın casus yetiştirmek
ve istihbaratçı eğitmek amacıyla CIA yardımıyla kurulan ve 1957 ile 1979
yılları arasında faaliyet gösteren istihbarat teşkilatı) kurmak olur. Bir
kişinin Şah karşıtı olması işkenceden geçmesi için yeterli bir nedendir. Ki
komünist olma şüphesiyle SAVAK'ın eline düşmenin karşılığı ölümlerden ölüm
beğenmektir. Tam da bundan dolayı, Tudeh içinde “direniş göstermeyelim, henüz
çok erken, önce toparlanalım” düşüncesi hakimdir. Ancak bu anlayış Vietnam,
Cezayir, Küba, Çin devrimlerini okumuş ve bunlardan etkilenmiş genç devrimciler
için ikna edici değildir. “Savaşmayacaksak yaşamamızın ne anlamı var” sorusu
Tudeh'ten kopuşun önemli bir nedeni olmuştur. İran'da devrim hayali kuranlar,
bunun cüretiyle geçmişle hesaplaşmanın yeni yol arayışı içerisindedirler.
Kopuşun mihenk taşı 1953'te “Parti neden darbe karşıtı bir direniş cephesi
açmadı” sorusu olur. Kendini korumayı amaç edinmiş parti eleştirisi, Halkın
Fedaileri gerillalarını tarih sahnesine çıkarmıştır.
İran'da
Devrimci Gerilla Hareketi’nin doğuşu ve Fedai tarz
Esasen
1960'lardan sonra irili ufaklı birçok grup Şahlığa karşı silahlı mücadele
yürütülmesi gerektiğinde hem fikirdir. Fakat çok azı 1970'li yıllara kadar
varlığını koruyabilmiş, çoğunluğu SAVAK tarafından açığa çıkarılıp imha
edilmiştir. Tüm bunlara rağmen, Perviz Puyan'ın “Silahlı mücadelenin
gerekliliği ve hayatta kalmaya dayalı teorinin çökertilmesi” çalışması, keza
Tudeh'in gençlik yapılanmasında yönetici olan Bijen Cezeni'nin teorik
çalışmaları ve son olarak eski Milli Cephe üyesi Mesut Ahmetzade'nin makaleleri,
bir dönemle hesaplaşmanın yanı sıra, Marksizm iddialı devrimci gerilla
hareketinin doğuş müjdecisidir. Aralarında tam bir fikir birliği oluşturamamış
olsalar da, iktidarın zor ve şiddet araçlarıyla alınabileceği ve devrimin
yakıcılığı konusunda fikir birliği sağlamışlardır. Bu da harekete geçmek için
güçlü ve yeterli bir neden olarak görülür.
Fedailerin
lider kadrolarının başında olduğu Meşhed, Tebriz ve Tahran kentlerinde üç hücre
oluşturulur. Tahran hücresinde Bijen Cezeni, Hasan Ziya Zarifi, Ali Ekber
Farahani ve Hamid Eşref bulunur. Meşhed grubunun liderleri Mesut Ahmetzade ve
Emir Perviz Puyan'dan oluşmaktadır. Ve son olarak Tebriz grubunun liderleri
arasında ise Behruz Dehgani ve Küçük Kara Balık gibi birçok ölümsüz eseri
bulunan Samed Behrengi vardır.
Gerek
Cezeni-Zarifi grubu, gerekse Ahmetzade-Puyan grubu ‘70'lerde varlıklarını
korumuşlardır. Yeterli sayıda militanlarını mücadeleye hazır, Şah rejimini
yıkma konusunda istekli ve inançlı tutmayı başarmışlardır. Harekete geçmeden
önce silahlı mücadele konusunda tecrübe edinmek, gerekli teknik malzemeyi
kullanmayı öğrenmek, kır ve kent gerillacılığı konusunda hazırlık yapmak
amacıyla Filistin'e gitmişlerdir.
Ülkeye
döndüklerinde, daha bir eylemin hazırlık aşamasındayken SAVAK tarafından açığa çıkarılırlar.
Başta Cezeni olmak üzere birçok kurucu kadro ve savaşçı tutuklanır. Örgüt
liderlerinin SAVAK tarafından ele geçirilmesine rağmen, eylem planlandığı gibi
gerçekleştirilir. Siyahkel kentinde bir jandarma karakoluna yapılan baskın, Şah
döneminde yapılan ilk gerilla eylemi olma özelliğini taşır. Baskın öncesinde
dört kişi, sonrasında ise bir kişi hariç savaşçıların tamamının öldürülmesinden
kaynaklı, eylem askeri açıdan başarısız bulunur. Fakat yapılan eylem kitlelere
ve düşmana verdiği net mesajdan dolayı siyasi olarak başarılı görülür. Halk
tarafından büyük bir ilgi, coşku ve zafer duygusuyla karşılanır.
Fedailer’in
girdiği eylem hattının sadece halk üzerinde olumlu bir yansıması olmaz. Örneğin
Halkın Mücahitleri örgütü üzerinde de bir basınç yaratır. “1971'de
Siyahkel'de gerillalar harekata başladı. Bu olay kendi arzuları dışında ve
henüz hazır olmadıkları halde Mücahitleri aynı yıl içinde eyleme geçmeye ve
kendilerini halka tanıtmaya zorladı. Eğer bunu yapmasalardı Halkın Fedaileri
tek öncü örgüt olarak kalacaktı.” (Nasıl Yapılamadı, İran'da
Solun Yenilgisi, Maziar Behrooz, Epos Yayınları, 2006) Bu eylem, Mücahitler
dışında başkaca grupların da varlıklarını ilan etmelerine vesile olmuştur.
Fedailer,
gruplar olarak bir araya geldikten sonra, iki yıla yakın bir süre kendilerini
örgüt olarak adlandırmazlar. Esas olarak Hamid Eşref'in liderliğinde örgüt
formuna kavuşurlar. Örgütün amblemi ise yerküre üzerinde İran haritası,
kalaşnikof kavramış bir yumruk, orak-çekiç-yıldız ve İran Halkın Fedai Gerilla
Örgütü yazısından oluşur.
1974
sonlarından başlamak üzere örgütün stratejisi ve taktiğine çalışılır. Tek bir
düşünce sistemi oluşturulur. Ahmetzade'nin fikirleri reddedilerek, Cezeni'nin
fikirleri kabul edilir. Bunlar, 1976'da Fedailer'in illegal yayın organında
resmen yayınlanır. Tam da Cezeni'nin düşüncelerinin benimsendiği bu dönemde,
Cezeni ve örgütün 6 kurucu üyesi SAVAK tarafından katledilir. Bu katliam,
fedailerin ajan-provokatör Şehriyari'yi cezalandırmasına bir misillemedir
aslında. Cezeni'nin hayatını kaybetmesi örgütü olumsuz etkilemiştir. İkinci bir
olumsuzluk ise Hamid Eşref ve dokuz ileri kadronun polisle girdikleri çatışmada
ölümsüzleşmeleriyle yaşanır. Eşref'in şehitliği örgütü moral olarak da etkiler.
Eşref örgütçülük yeteneği güçlü, cesaretli ve illegal mücadelede yetkin bir
liderdir. Polisin kurduğu pusulardan defalarca çıkmış, tuzağa düşmeyen, uzman
bir savaşçıdır aynı zamanda. Yıllarca SAVAK'ın arananlar listesinin başında
olmasına rağmen ele geçirilememiş, örgütsel faaliyetlerini sürdürmüş, Fedailer
tarafından “büyük yoldaş” ünvanıyla nitelenmiştir. Bütün Fedailer için eylemci
rol modeli olma özelliği de taşıyan bir liderdir. 1971'de birçok örgüt
liderinin yakalandığı koşullarda, Fedailer'in yok olmasını engelleyen bir rol
oynamıştır. Fedailer'in devrimci çizgide savaşımı sürdürmelerinde Eşref'in özel
bir rolü vardır. Örgütün askeri kurallarla yönetilmesinde ortaya koyduğu emeği
bilinmektedir.
Eşref'in
hayatını kaybetmesi, başta Tahran örgütlenmesi olmak üzere, kumanda merkezinin
ciddi hasar almasına neden olur. Fedailer bu darbenin etkisini 1979'a kadar
aşamazlar. Bu konuya dair son olarak belirtmek gerekir ki, Eşref'in
şehadetinden kısa bir süre sonra silahlı mücadelede isteksiz küçük bir grup
örgütten ayrılır. Bu Fedailer'deki ilk bölünmedir ve Kopuş Grubu'nun sayısı 10
kişiyi aşmaz.
Siyahkel
baskını ilk kurşun olur ve ilk kurşunu diğerleri izler. Sekiz yıl içerisinde
(1971-79) birçok eylem yapılır. Yapılan eylemleri kısaca sıralamak bile
Fedailer’in cüretini görmek bakımından yeterlidir.
Fedailer,
muhaliflere yoğun işkence yaptırmasıyla nam salmış askeri başsavcının
cezalandırılması, jandarma genel karargahının bombalanması, SAVAK'ın en
tanınmış işkencecilerinden biri olan A. Nikteb'in öldürülmesi gibi pek çok
eyleme imzalarını atarlar. Niteliklerinin geldiği düzeyi göstermesi bakımından,
Siyahkel'i anma çerçevesinde Tahran, Meşhed, Babol ve Lacihan kentlerinde
jandarma ve polis merkezlerinin bombalanması, grevci işçilere destek olmak
amacıyla işçileri polise ezdiren patron M. Fetih-Yezdi'nin öldürülmesi,
öğrencilere baskı yapan üniversite güvenlik biriminin şefi yüzbaşı Noruzi'nin
cezalandırılması gibi politik askeri eylemler önemlidir. Kimi zaman da,
devrimcilerin kanına girmiş ajan-provokatörleri hedef alırlar. Ajanların en
“meşhuru” olan ve devlet tarafından özenle korunan A. Şehriyari'ye hak ettiği sonu
yine Fedailer hazırlar. Devriye gezen polis, polis merkezleri ya da Şah'ın
kurduğu tek yasal parti olan Rastakhiz Fedailer’in hedefi olur.
Eylem
tarzları birbirinden farklıdır. Fedailer tek bir eyleme saplanıp kalmazlar. Bir
karakola karşı bombalı eylem yaparken, başka bir karakola baskın taktiğini
uygularlar. Bazen de hem sabotaj hem de baskın taktiğiyle düşmanı şaşırtır,
panikletirler. Hem güncel politikaya müdahale ederler, hem de halka zarar
vermiş unsurları hedeflerler. Sivillere dönük eylem yapmama konusunda net bir
sınırları vardır. (Bu da, haliyle halkta örgüte güçlü bir güven açığa çıkarır.)
Hedefleri çok çeşitli ve geniştir. Tüm bunların yanı sıra, Fedailer başka
ülkelerdeki devrimci hareketlerle de dayanışma içerisinde bulunurlar. Örneğin
Filistin’de savaşarak şehit düşerler. Ya da Şah'ın Umman'daki iç savaşta kralın
yanında yer alıp asker göndermesine karşılık, Fedailer de devrimcilerin
yardımına koşarak orada ölümsüzleşirler.
Fedailer,
politik-askeri etkisi olduğu kadar, psikolojik etkisi olabilecek eylemler de
yapmaya çalışırlar. Kendilerine has özgüven, disiplin, özen ve kararlılıkla
hedef seçimi ve eylem planı yaparlar. Bu psikolojik harbin teorisi ve önemi
konusunda Cezeni özel bir rol oynar. Örneğin, Şahlık rejiminin tanınmış
isimlerine suikastlar (en önemlilerinden
birisi general Abidin Farsiu'ya yapılmıştı), yabancı şirketlere dönük
bombalamalar (ABD petrol şirketlerinin bombalanması), SAVAK'ın ünlü
işkencecilerine yönelik cezalandırmalar gibi taktik eylemleri sıralayabiliriz.
Yine Tahran’da ABD büyükelçiliğine yapılan baskınla, rehineler iki saat boyunca
Fedailer’in denetiminde kalmıştır. Eylemlerden sonra bırakılan bildirilerle
propaganda yapılmıştır.
Tüm bunlar
olurken, Şah'ın eylemler karşısında çaresizliği ortadadır. Her ne yaparsa yapsın,
eylemlerin önünü kesemez. Bundan dolayı da misillemeye başvurur. Hapishanelerde
birçok lider ve ileri kadro öldürülür. Fakat bunlar dahi Fedailer'i durduramaz.
Son olarak şunu da söylemek gerekir ki, gerilla eylemleri kaçınılmaz kayıpları
da beraberinde getirir. Özellikle önderlik düzeyinde kadroların eylemlere
katılması diğer savaşçılar üzerinde moral etkisi yaratsa da, yaşanan
çatışmalarda veya eylemlerde önderlik kadrolarının şehitliğine yol açar. Bu da
ciddi, yeri doldurulamaz boşlukların oluşması demektir. Deneyimli kadroların
yitirilmesinin, savaşın sürekliliğini sağlamada zorluk yaratacağı açıktır.
1979'a
gelindiğinde, Fedailer askeri eylemleriyle sarsıcı bir etki yaratmışlardır.
Şah'ın ve SAVAK'ın tutuklama-katliam saldırılarına rağmen Fedailer’i
bitiremedikleri ama Fedailer'in de bu iktidarı yenemediği, yani iki güç
arasında bir “denge” durumu açığa çıkmıştır. Bunu koşullayan en temel neden,
savaşçısından önderliğine ve en genel haliyle halka varıncaya kadar bedel
ödemeye hazır oluşun, fedaileşmenin toplumsallaşmasının hayat buluşudur.
Fedailer’in,
işçi sınıfı içerisinde o kadar güçlü olmasa bile, öğrenci-aydın kesimlerde
siyasi etkisi tartışmasız bir gerçektir. Şah'ın kendini en güçlü hissettiği
dönemde, Fedailer rejime meydan okumuştur. Şah'ın yenilmez olmadığını tüm
topluma göstermiş, umut yaratmışlardır. Bir diğer şey ise, 1953 sonrası alınan
yenilgiyle cepheden bir hesaplaşmadır. Direniş kültürü ve ruhunun tohumları
Fedailer ile birlikte çok daha güçlenmiştir. Bundandır ki halk, 1979 ayaklanmasında
Fedailer'e “devrimin silahlı bekçileri” demiştir. Keza “Yeni Siyahkel'ler
yaratmaya!” sloganı, “İlk kurşun”un halkın bilincinde edindiği yeri göstermesi
bakımından iyi bir örnektir.
Devrim yürüyüşünün
tıkanma noktaları
Fedailer’in
8 yıllık gerilla pratikleri boyunca başa çıkmak zorunda kaldıkları çok çeşitli
sorunlar da olmuştur. Temel yanlarını kısa olsa da değerlendirmek, Fedailer’i
anlama ve doğru sonuçlar çıkarma bakımından önemlidir. Bunların belki de en
önemlilerinden biri, örgütün kuruluşu kadar eskiye dayanan kimi teorik
sorunların çözümlenmemesidir.
Örneğin
Cezeni, emperyalizm ve Şaha karşı mücadeleleri eş düzeyde yürütülmesi gereken
mücadeleler olarak tanımlamıştır. Ayrıca, silahlı eylemlerin yanı sıra, başka
bir “ayak” olarak propagandanın, örgütlenmenin yapılması gerektiğini
savunmuştur. Fakat Ahmetzade bu konuda, mücadelenin emperyalizme odaklanması
gerektiğini düşünür, “Şah olsa olsa bir kukladır” der.
Ve propagandanın ayrıca
örgütlenmesine gerek olmadığını savunur. Eşref liderliği döneminde her ne kadar
bu sorunlar çözümlenmiş olsa da, etkileri hala sürmektedir. Savaşın doğru
çizgide sürdürülebilmesi bakımından güçlü bir ülke tahlili yapılamamış,
kimlerle müttefik olunacağına dair bile bir fikir birliği ortaya
çıkarılamamıştır. Hareket ilk örgütlendiğinde göze alınmış bu sorunlar zamanla
örgütün ortak aklını zayıflatıcı bir özellik taşımış ve gelinen aşamada çözümü
dayatmıştır.
Çözümlenmeyi
bekleyen bir diğer sorun ise şudur: Silahlı mücadelede esas olarak kent
gerillacılığı taktiği benimsenmiştir. Gerillacılık başlı başına bir sorunken,
şehirde bu faaliyeti yürütmenin ayrıca çok ciddi zorlukları bulunmaktadır.
Şehir gerillacılığında deneyimsiz olan örgütün tek yol göstericisi “Şehir
Gerillasının El Kitabı” eseridir. Şehirlerde barınmak, lojistik ve istihbarat
sorunlarını çözmek, her evi bir üs haline getirmek ve düşmanı vur-kaç
taktiğiyle zayıflatmak, esas olarak kendi deneyimlerinden öğrenerek
geliştirebilecekleri şeylerdir. Kaçınılmazdır ki, olası kayıplar göze alınarak
yol açılacaktır.
1978'in
sonlarına doğru başlayan Şah karşıtı halk hareketini, Fedailer, tüm bu
dezavantajlı durumlarına rağmen, en etkin güç olarak sokaklarda karşılarlar.
Üstelik de Şah'ın biraz olsun soluklanmak için af ilan etmesi ve siyasal
örgütlenmenin önündeki engelleri esnekleştirmesi ciddi olanaklar sağlar. Bu
yeni durumu değerlendirmek isteyen Fedailer, Siyahkel'in yıldönümünü legal
kitle gösterisine dönüştürürler. Tahran Üniversitesi'nin önünde yapılan eyleme
birçok kentten militanlar da katılır.
Fedailer, aynı tarihlerde Tahran merkezli
ayaklanma patlak verdiğinde, kitlesini hızla silahlandırarak çarpışmaları
yönlendirme başarısı gösterir. Devrimci mücadelenin doruğa ulaştığı 9-10-11
Şubat'ta kışlalara kitleyi yönlendiren, halkı silahlandıran Fedailer'dir.
Tahran'da Şah'ın hava kuvvetleri üssünden halka saldırısında, çarpışmayı kararlı
ve etkin yöneten güç yine onlardır. Böylece halkı devrimci savaşın,
ayaklanmanın etkin bir gücüne dönüştürürler. Yapılan bu hamle, yani halkı
savaştırıp silahlandırmak, devrimin gelişimi bakımından stratejiktir. Ordunun
darbe planlarını bozmuş ve iradesini kırmıştır.
Benzer bir
durum Şah için de geçerlidir. İradesi kırılmış, ne yapacağını bilmez bir
haldedir. Ordu içinde bölünme yaşanır. Erler ve subaylardan halkın safına
karışanlar olur. Öyle ki, gösterilerde tankları halkın saflarında görmek
şaşırtıcı değildir. Gösterilerin yanı sıra, genel grev dalgasıyla hayat durur.
İşçiler, öğretmenler, hakimler, memurlar grevle hayatı durdurmuştur. Halkın
ihtiyaçları kadar üretim yapılır. Tüm ihtiyaçlar oluşturulan halk
örgütlenmesiyle çözülür ve bu işleyiş aylarca sürer.
Halk savaşı
stratejisini benimseyen Fedailer'de, 1979'da başlayan kitle ayaklanmaları ve
genel grev-genel direniş hattıyla açığa çıkan devrimci enerjiyi görünce,
Bolşevik devrimi modelini benimseme eğilimi gelişir. Bu ayaklanmada belirleyici
olan kentler olmuştur. Hareket güçlenmeye başladıkça köylere yayılır.
Ezilen
kent yoksulları yeni bir yaşama, insanca koşullara inandıkça savaşır, hayatını
ortaya koymaktan çekinmez. Burada bir parantez açarak şunu belirtmek gerekir
ki, Humeyni'nin ayaklanmanın başında Şahı devirme konusundaki duruşu, yeni
yaşam vaadi ve yoksulların olmadığı bir ülke söylemi de ezilenlerin bilincinde
güçlü bir karşılık bulmuştur.
Tüm bu
sürecin örgütlenmesinde mollalar kadar etkin olan güçler Fedailer ve
Mücahitler'dir. Burada şu soru önem kazanıyor: O halde iktidarı Fedailer neden
alamadı? Bu son derece önemli sorudan doğru sonuçlar çıkarmak kendi devrim
yürüyüşümüz bakımından da değer taşır.
1979-80
arasında Halkın Fedaileri'nin sayısı 100'den azdır. Fakat meydana gelen yeni
durum ve kitleler içerisinde legal faaliyet yürütmenin avantajlarıyla ciddi bir
kitle gücü açığa çıkmıştır. Fedailer'in talimatıyla harekete geçmeye hazır,
örgüte yürekten bağlı, yarım milyonun üzerinde bir taraftar kitlesi oluşur. Ama
böylesine büyük bir kitleyi içine alacak örgüt ağı mevcut değildir. Ayrıca,
Fedailer'in ilk kurulduğu dönem örgütlenmiş, düşman tarafından esir alınmış ve
uzun yıllar hapiste kalmış, teorik olarak sağlam kadro gerçekliği ile Eşref
sonrası örgütün hayatta kalmasını sağlamış, pratiği ve örgütçü yeteneği
gelişkin olan kadro gerçekliğini tek potada eritmede ve gelen kitle akışını alt
örgütlerde buluşturmada ciddi bir önderlik boşluğu söz konusudur. Geçmişte
önderlikte yaşanan kayıpların yakıcılığı, temel bir sorun olarak çözümü
dayatmaktadır. Dar bir yeraltı örgütünden kitlesel bir politik güce dönüşmüştür
Fedailer.
Oysa örgüt
içinde birbirinin yüzünü dahi görmemiş önderlik bileşiminin yarattığı
dezavantajlı durum yeni sorunları da açığa çıkarmıştır. Fedailer, geniş kitle
desteğine sahip prestijli bir sol örgüt olarak, süreci yönetmede zaaflar
yaşamaktadır. Zor aygıtlarıyla kurulan güçlü ilişkiyi ve edinilen deneyimi
iktidarı alma eylemiyle birleştirmek gibi muazzam bir görev vardır. Fakat
Fedailer buna hazır değildir.
Bir diğer
zorlanma ise, tıpkı eski rejimde Şah'ın reform programının değerlendirilmesinde
olduğu gibi, Humeyni döneminin doğru çözümlenmesinde yaşanmıştır. Diğer
örgütlerin düştüğü hataya Fedailer de düşmüştür. Bir din adamı olan Humeyni'nin
sürece önderlik etmesinde bir sakınca görülmemiştir. Mollaların Şah
devrildikten sonra kendilerini din işlerine vakfedeceklerine dair güçlü bir
inanç vardır. Şiiliğin, daha doğrusu İslamiyet’in, kendisini dünyanın bu
tarafında da siyaset, kültür, hukuk ve kurallar bütünüyle örgütlediği
görülemez. Ki Humeyni, sürgünden döndüğü gibi, hem devlet içi yapılandırmaya
gider, hem de toplumsal yaşamın ayrıntılarını şeriat kanunlarına göre dizayn etmeye
başlar. Bu süreçte Fedailer’i hareketsiz bırakan bir neden de, “Yan çelişki-ana
çelişki” teorisi olacaktır.
Önemli olan
Şah'ın devrilmesi ve emperyalizme karşı mücadeledir. Ve Humeyni bunlara karşı
mücadelede kararlıdır. Hakim düşünce şudur: “Hele bir Şah gitsin de, sonrasını
nasıl olsa çözeriz.” Kısacası, mollalara beraber yürünebilecek bir güç gözüyle
bakılır ve Şah devrildikten sonra iktidar boşluğunu kim dolduracak sorusu es
geçilir. Esasen, iktidar kimin olacak sorusuna Fedailer'in ciddi bir yanıtı
yoktur. Benzer durum diğer örgütler bakımından da geçerlidir.
Legal
büroların açılması, basın ve örgütlenme üzerindeki engellerin kaldırılmasının
getirdiği avantajlar, Fedailer başta olmak üzere devrimci-demokrat örgütlerde
bir yanılsama yaratmıştır. “Cumhuriyet cumhuriyettir; ister İslami, ister
demokratik cumhuriyet olsun” düşünüşü hakimdir. Emperyalist şirketlere el
konulması, emperyalistlerle yapılan anlaşmaların feshedilmesi, kimi büyük
şirketlerin ve fabrikaların kamulaştırılması gibi hamleler, Fedailer’in siyasi
argümanını boşa düşürmüş ve onları Humeyni'yi destekler pozisyona itmiştir.
Özetle, 1979-80 döneminde İran’da şöyle bir tablo karşılar bizi: Ya devletin
darmadağın olduğu ‘an’ı değerlendirerek devrimin önderliğine yürümek ya da bu
‘an’ı sadece moral-motivasyon ve örgütlenme ortamı olarak değerlendirmek.
İran'da her iki pratiği görmek mümkündür. Humeyni durumu devrimin tepesine
oturarak değerlendirirken, Fedailer ikinci düzlemde kalarak destekleyici rol
üstlenirler.
Humeyni dönemi ve Fedailer'in yol ayrımı
Fedailer devrimden sonra da en büyük devrimci sol gruptur. Politik özgürlük ortamı Fedailer’in hiç hesaplamadığı genişlikte bir kitleyi ortaya çıkarmıştır. Yapılan herhangi bir eylemin en kitlesel gücü Fedailer'dir. Tüm bu avantajlı durumların yanı sıra, örgüt kendi içinde ciddi krizlerle uğraşmak zorunda kalmıştır. Bu da, kitlelere politika yapmak yerine içe dönmenin zeminini yaratmıştır.
Şah
döneminde yoğun saldırılara uğrayan Fedailer, büyük bir nitelik kaybı
yaşamıştır. Neredeyse bütün kurucu liderlerini ve kadrolarını işkencehanelerde,
idam sehpalarında ya da polis çatışmalarında kaybetmiştir. (200 kadar kadronun şehit düştüğü ve devrim döneminde örgütün 100'den
az üyesi olduğu gerçeğini hatırlayalım.) Fedailer'in bu durumuna karşın,
mollalar Şah tarafından hiçbir zaman başlıca tehdit olarak algılanmamış, böyle
bir durumla karşılaşmamıştır.
Fedailer, bu
nesnel zorlanmaya rağmen, etkin bir politik güç olmaya bir süre daha devam
ederler. Örneğin Tahran sokaklarında, belli noktalarda Hizbullah devriyeleri
varsa, diğerlerinde Fedailer’in ya da Mücahitler'in silahlı devriyeleri vardır.
Bundan dolayı, Humeyni'nin ülkeye geldiğinde yaptığı ilk açıklamalardan biri,
“askeriyeden yağmalanan silahların teslim edilmesi” gerektiği olur.
Humeyni
silahın ne anlama geldiğinin ayırdındadır ve kendinden başka bir güce tahammülü
yoktur. Bundandır ki, devrimin ilk günlerinde Humeyni'nin konutu önünde
Fedailer'in resmi geçit töreni ardından getirdikleri görüşme talebini,
“Allahsızlarla asla görüşmem” diyerek reddetmiştir. Halka çağrıda bulunarak,
“onların yaptığı eylemlere katılmayın” diye buyurur. Bu çağrının halkın gözünde
fazla bir karşılığı olmaz, ama çağrının diğer muhatabı olan Hizbullah
gecikmeden görevini yerine getirir. Demokrat kitap evlerine saldırır,
kitapçıları döver, kitapları ise yakar. Fedailer bu yaşananlara temkinli
yaklaşır. Örneğin, “Allahsızlar” açıklamasına rağmen yürüyüşü mitinge çevirir
ve orada “İmamın antiemperyalist, antisiyonist tutumunu bütün gücümüzle
desteklemeye hazırız” der. Bu konuşma dahi yaşananların anlaşılmadığının,
sürecin doğru okunamadığının kanıtıdır.
Tarih
sayfaları 1979 Mayıs'ını gösterdiğinde, Fedailer'de Eşref Dehgani [*]
öncülüğünde görece küçük bir grup örgütteki pasifizmi ve Humeyni döneminde
askeri eylem yapılmamasını eleştirerek ayrılır. Bu grup Kürt ulusal
ayaklanmasını başından itibaren destekler. Ayrılıktan sonraki süreçte de tartışmalar
sürer. Legal yayın organı olan Kor'da, örgütteki iki eğilimin mücadelesi gözler
önüne serilir. Bir taraf İran İslam Cumhuriyeti’ne karşı savaşmak gerektiğini
savunur. Diğer taraf ise böylesi bir savaşa girmekten kaçınır ve Humeyni'yi
ilerici-devrimci görür. Bu durum, örgütü sonrasında bölünmeye götüren temel
nedenlerden biri haline gelir.
1979
yazında, geçmişin değerlendirmesinin yapıldığı yoğun bir tartışma süreci
başlar. Tartışmanın temel gündemi, “Şaha karşı silahlı mücadele doğru muydu?”
sorusuna odaklıdır. Bu tartışma, ister istemez, Fedailer'in çıkış mantığının
tartışılması anlamına gelmektedir. Hem de Tudeh'in 1953'teki tutumunun tarihsel
olarak haklı olduğuna varmaktadır. Tartışmanın sonucunda iki ayrı fraksiyon
çıkar ortaya. Biri Halkın Fedaileri - Azınlık, diğeri ise Halkın Fedaileri - Çoğunluk'tur.
Azınlık ya da Çoğunluk MK'daki pozisyonlara göre adlandırılmıştır. İlerleyen
dönemlerde Fedailer - Çoğunluk Tudeh’e yakınlığıyla anılacaktır. Fedailer - Azınlık'ın
saflarındaysa Kor gazetesi yazı kurulu ve sınırlı sayıda MK üyesi kalacaktır.
Ekim'de yapılan geniş katılımlı parti toplantısında birinci gündem geçmişin
değerlendirilmesi, ikincisi ise Kürdistan'daki savaş ve alınacak pozisyon olur.
Fedailer - Azınlık, bu tartışmada MK'nın yetersizliklerine odaklanır. Onun
toplumsal krizleri tutarlı bir eylem çizgisiyle değerlendiremeyişini eleştirir.
Bunun nedenini ise dönemin somut stratejisini oluşturamayışına bağlar. Ve
örgütün ideolojik bir kriz yaşadığının tespitini yapar. Fedailer - Azınlık'ın
sınıfların durumu ve devletin niteliği gibi birçok konudaki tartışma
taleplerinin reddedilmesi krizi daha da derinleştirir.
Krizin
derinleşmesine yol açan olaylardan biri de Amerikan büyükelçiliğinin mollalar
tarafından işgal edilmesidir. Humeyni ne zaman kitleleri yönetmede zorluk
yaşasa, başka bir gündem yaratarak süreci karşılamayı becermiştir. Aynı
mantıkla, mollaların planıyla ABD büyükelçiliği işgal edilir. Fedailer - Çoğunluk
bu eylemi antiemperyalist bulduğu için desteklerken, Fedailer - Azınlık ise bu
eyleme kuşkuyla yaklaşmıştır. Bu gelişme örgütsel krizi derinleştiren bir
unsura dönüşmüştür.
Bir diğer
kriz unsuru ise, 1980 kışı ve baharında ikinci Türkmen Sahra Savaşı'yla ortaya
çıkar. Fedailer, Şah'ın devrilmesi sonrası buranın en büyük siyasal gücü haline
gelmiştir. Büyük toprak sahiplerinin topraklarına el konulmasıyla bir komün
oluşturulur. Köylüleri konseylerde örgütleyen Fedailer, birkaç ay içinde büyük
başarılar elde eder. Eski geleneklere yaslanarak kırsal komünle topraklar
işletilir. Türkmenistan sahrasında geniş bir alanda Fedailer'in etkinliği
güçlenir. Düzenli yapılan yüksek şura toplantılarıyla kendi kararlarını
kendileri alırlar.
Bölge İran İslam Cumhuriyeti'nin içinde küçük bir ada
görünümündedir ve mollaların buraya saldırması fazla uzun sürmez. İslam Cumhuriyeti
yetkililerinin çağrısı üzerine arabuluculuk yapmak için dört Türkmen Fedai
lider görüşmeye gider. Ve orada işkence edilerek öldürülür. Şubat 1980'de
çatışmalar iyice şiddetlenir. Çoğunluk, İran İslam Cumhuriyeti'nin bu
saldırısını görmezlikten gelme taraftarıdır. Fedailer - Azınlık ise konseyleri
savunmayı tercih eder. Konseyler iki büyük çarpışmanın ve birçok kanlı olayın
ardından 1980 baharında ezilir. Bu da Fedailer içindeki krizi iyice
derinleştirir. Ve sonunda, 1980 Haziran'ında Fedailer - Azınlık ayrılır.
Fedailer - Çoğunluk ise Tudeh ile daha fazla yakınlaşır. Eski silahlı mücadele
teorilerini reddettiğini açıkça ifade eder, kısa bir süre sonra da ismindeki
“gerilla” sözcüğünü kaldırır ve Fedailer'in amblemini kullanmayı bırakır.
Fedailer - Azınlık
kendini politik ve ideolojik olarak yeniden yapılandırır. İslam Cumhuriyeti'nin
analizini yapmıştır. Buna dayanarak devrimci sürecin tamamlanmadığını,
tamamlanması için İslam Cumhuriyeti'nin ardından devrimci işçi-köylü ittifakına
dayanan bir düzenin kurulması gerektiğini savunmaya başlamıştır. İslam
Cumhuriyeti'nin ABD karşıtı tavırlarının antiemperyalizm anlamına gelmediğini,
İran'ın hala bağımlı bir kapitalist ülke olduğunu söyler. Fedailer - Çoğunluk
ise mollaları desteklemeye devam eder ve Tudeh ile birleşme fikri ortaya
atılınca yeni bir bölünme yaşar.
1981 yazına
gelindiğinde, bölünmelerden kaynaklı Halkın Fedaileri mirasından geldiğini
söyleyen birçok örgüt ortaya çıkmıştır. Aynı zamanda bu bölünmelerle halk,
Fedailer’i mollalara karşı mücadele edecek örgüt olarak görmez hale gelmiştir.
Fedailer artık toplumsal bir güç olmaktan çıkmıştır.
Kitleleri
yönetmede ciddi zorlanma yaşadığı bir dönemde, Humeyni'nin imdadına Irak
yetişir. Saddam'ın İran'ın güney bölgesi olan Kürdistan'ı işgali Humeyni'yi
soluklandırır. Halkın ne açlıktan şikayet edecek ne de kalkınma projelerinin
batmış olduğunu görecek durumu kalır. Demokratik hakların tamamen ortadan
kalkmasına kimse açıktan itiraz edemez. İşgal karşısında devletin arkasında
yekvücut olunması gerektiği düşüncesi baskın çıkar. Neredeyse bütün örgütler de
benzer bir pratik sergiler. Fedailer - Azınlık, “Bu, gerici bir savaştır”
demesine rağmen, güney cephesine gönüllüler yollar ve bu militanların birçoğu
orada yaşamını yitirir.
Devlet bu
zaman dilimini çok iyi değerlendirmiştir. İçteki muhalif güçlere karşı topyekün
bir saldırı başlatır. Humeyni'nin niyetini tam olarak anlayan Halkın
Mücahitleri iç savaş başlatır. Birkaç ay içinde mollaların devrileceğine
ilişkin ciddi bir inanç oluşur. Fedailer - Azınlık bakımından, böylesine bir
savaşıma hazırlıksız yakalanmak, sonucu belli bir savaşın bir parçası olup
olmamayı tartıştırır. Ancak onlar savaştaki yerlerini yine de alacaktır. Tudeh ve Fedailer - Çoğunluk'un ise Mücahitler'i eleştirmek dışında bir politikası
yoktur.
Öyle bir noktadır
ki bu, devletin devrimcilerle son hesaplaşmasıdır. İktidarı önündeki tüm
engelleri aşmaya ve ezmeye kararlı bir devlettir söz konusu olan. Kadınlara
saldırıyla başlayan süreç, özerklik talep eden uluslarla, son olarak da
devrimciler ve tüm muhalefetle hesaplaşmaya dönüşür. Devlet bütün zor
araçlarıyla saldırır. Demokratik örgütlenme hakkı kaldırılır, devrimci ve
muhalif basın yasaklanır, halkın gösteri hakkı yoktur artık. Toplu kitle
kıyımlarıyla, hapishanelerde idamlar ve işkencelerle, halk yığınları hareket
edemez hale getirilir. Bu koşullarda iç savaş da kaybedilir. Örgütlerin
birçoğunda bölünme ve dağılma başlar. Birçok örgüt tarih sahnesinden silinir.
Bütün diğer
muhalifler “temizlendikten” sonra, sıra artık mollaların en büyük destekçisi
Tudeh’e ve Çoğunluk'a gelmiştir. Humeyni, iradesiz bile olsa muhalefet
olabilecek bir güç bırakma niyetinde değildir. Zamanında Fedailer’in ele
geçirdiği gizli belgelerde bu plan deşifre edildiği halde, Tudeh bu gerçeğe
gözünü kapamayı seçmiştir. Ülkeyi terk etme planları yapmaya
başladıklarındaysa, birçok üst düzey yöneticisi yakalanır. Devlet Tudeh'in
yer üstü ve yarı legal örgütlenmelerini açığa çıkarıp darbeler.
"Savaşmayacaksak eğer, niye hayatta kalalım ki?" (İran Halkın Fedaileri) |
Humeyni daha
başından ne yapmak niyetinde olduğunu haykırmıştır aslında. Fedailer'in politik
saflığı ve öngörüsüzlüğü, durumu görmelerini engellemiştir. Humeyni 1979
Ağustos'unda şöyle demiştir: “Yolundan çıkmış olan rejimi yıktığımızda ve bu
tamamen çürümüş duvarı ortadan kaldırdığımızda, başından beri devrimci bir
biçimde davranmış olsaydık, bu kiralık basını, bu satılmış gazeteleri, bunların
yayıncılarını yargılasaydık, tüm bu yolundan çıkmış partileri yasaklayıp önderlerini
cezalandırsaydık, idam cezaları için tüm alanlarda darağacı kursaydık ve tüm
yoldan çıkanların, çıkaranların kellelerini uçursaydık, bugün bu sorunlarla yüz
yüze gelmeyecektik.” (İran Devrimi - Din Antiemperyalizm Sol)
Halkın
Fedaileri Gerilla Örgütü, “Savaşmadan yenilmektense, savaşarak yeniliriz daha
iyi” diyerek, bir dönemin eleştirisi bakımından temel bir anlam yüklediği bu
fikre sadık kalmıştır. Önderlik düzeyindeki yetmezlikleri, doğru politik ve
teorik çözümleme yapmayı başaramamış olmaları, onları önce toplumsal bir
hareket olmaktan çıkarmıştır. Sonrasında ise bölünmelerle etkisizleştirmiştir.
Ve geldiğimiz aşamada diğer devrimci örgütlere iktidar fikrinin ne kadar önemli
ve tayin edici olduğunu göstermiştir. Cesaretli, inançlı ve bedel ödemeye hazır
bir kadro ve önderlik gerçeğinin toplumsal bir harekete dönüşmesinin hiç de zor
olmadığını görürüz onların pratiklerinde. Yine onların pratiklerinde,
hazırlığın kritik bir rol oynadığını görmek mümkündür. Keza politikanın iyi
niyetle yapılamayacağının, nesnel koşulların hesaba katılmasıyla
yapılabileceğinin iyi bir örneğidir Fedailer.
Ve son
olarak şunu söyleyebiliriz: İran'da “Şah'a hiç dokunulamaz, Şah yıkılamaz”
denen bir dönemde, Fedailer adım attı tarih sahnesine. Tüm baskıya, tutuklama,
işkence ve infazlara rağmen örgütün gelişimini durduramadı Şah. Ortaya
direngen, devletle yenişememe düzeyini yakalamış bir devrimci hareket çıktı. Ve
halkın umuduna, özgüvenine dönüştü. Bijen Cezeni’nin tarihe düştüğü şu kayıt,
mücadelenin direngen ateşi olmaya devam ediyor: “Eğer kendisi adanmışlığın
ve direnişin yanan meşalesi ve sembolü değilse, öncü, devrim davası için
kitleleri örgütleyemez.
Son söz yerine
Bundan yıllar önce Stalin
Arşivi tarafından İran Halkın Fedaileri Gerillaları’ndan Türkçe'ye çevrilmiş
yazısını okuduğumda Fedailer’in geçmişten ders çıkararak söylediği şeyleri anımsıyorum.
Çoğu zaman İran “Şah iktidarı” döneminin anti-emperyalist sloganların ardına
gizleyen bu bağnazlığın gelişmesi devrimci güçler arasında yanlış görüşlerin ve
yanılsamaların doğmasını beraberinde getirmiştir.
Sonuç olarak, bağnazlığın
sınıf doğasını analiz etmede devrimci güçler yanlış yola girmiş ve burjuva
propagandasını tekrara düşerek bu grupları hatalı biçimde anti-emperyalist ve devrimci olarak değerlendirmişlerdir. Tam da bu nedenle, geçen yıllar boyunca
İran halkının anti-emperyalist demokratik hareketinin İslam cumhuriyeti
tarafından acımasızca boğulmasına tanıklık eden İranlı bir komünist örgüt
olarak, (İran Halkın Fedaileri
Gerillaları) gözlemlerini de okumakta fayda var. Günümüzde de yaygın
olan analizlerin çoğunda, İslami bağnazlığı, anti-emperyalist kıyafetlerle
sarmalamak yönünde bir çaba vardı ve Fedailer’in çağının en büyük tövbekar
örgütü olarak belleklerim de yer etmiş olmasıydı.
İran’daki İslami bağnazlık deneyimi siyasal İslamın
emperyalizmin işçiler ve ezilen halklar üzerindeki hakimiyetinin yayılmasının
bir örtüsünden başka bir şey olmadığı gerçeğini ortaya
koyuyor. Uluslararası zeminde bu İslami akımların boş anti-emperyalist
sloganlarına dayanarak bu akımlarda küçük burjuvazinin emperyalist
sermayeye ya da ezilen ülkelerdeki büyük sermayeye karşı mücadelesini görmek
gibi hatalı bir varsayımın yayıldığına şahit oluyoruz.
Bugün için yer yer İran’daki gerici molla rejimine karşı kadınların
kitlesel başörtüsü eylemlerine tanık olsak da İran halkının Şah'ı devirdiği
gibi bir ortama ihtiyacı var. O ortamda Humeyni önce palazlanmış, sonra ülkeden
kaçmıştı. İnsanlar kasetlerini yasadışı yollarla edinip, çoğaltıp dağıtıyordu.
Humeyni orduda (hava kuvvetleri hariç) yapılanmasını sağlamıştı. Polis
teşkilatında bile Şah yönetiminde Humeyni taraftarları fink atıyordu.
Sosyalistler bile Humeyni'yi Şah Pehlevi'ye karşı bir kurtuluş olarak
görüyordu. İşte böyle bir ortamda Humeyni İran'ı bir İslam devleti olarak
yeniden yapılandırdı. Cumhuriyetçileri baştan ürkütmemek için de adına
"cumhuriyet" dediler. Daha doğrusu bu isim referandumla belirlendi.
Sözüm ona bir demokrasi vardı. Bu "demokrasi"de dini liderin onay
vermeyeceği kimsenin iktidara gelme şansı yok. Tabandan gelen sesler bu kadar
yüksek çıkmasına rağmen polise karşı dik duran İran kadınlarının bu davranışı
takdire şayan olsa da bir kaç ay önce başını açma protestosunda İranlı
kadınların karşısında sıradan İranlı erkekler tepki gösteriyordu.
Kadınlar tek başlarına bu işi "devrim"le
çözemeyecekleri kesin, bu sefer biraz da erkeklerin örgütlü ve koordineli
şiddetin yardımı gerekiyor. Ama öncelikle İran'da örgütlü bir siyasal güç yok,
kitleleri peşinden sürükleyecek siyasal bir hareket de. Bir rejim değişikliği
olasılığından bahsedebilmek için geniş kitleleri örgütleyip, sokağa
çıkarabilecek, genel grev yapabilecek ve bir taraftan rejimle silahlı
mücadeleye girecek geniş kitlelerin katılımının olduğu örgütlü bir halk
hareketinden bahsetmek gerekir.
İran'da böyle bir yapı yok, İran'da böyle bir ideolojik
örgütlenme de yok. Bu nedenle İran'da rejimin devrilmesi kısa ve orta vadede
mümkün değil gibi. Eğer, zincirlerini kırıp atarlarsa, son 40 yıldır siyasal
İslam çukuruna yavaş yavaş batan Türkiye'yi geride bırakıp, çağdaş normları
tutturan bir ülke haline gelmesi ütopya bile değil. Tabi ki bu dip dalgası
örgütlü bir şekilde eninde sonunda yutarsa bu rejimi.
» İlgili yazılar:
Dipnot
[*] Eşref Dehgani uzun yıllar hapishanede kalmış, örgüt
üzerinde etkisi olan kadın bir öncüydü. Söz konusu İran olduğunda, kadınların
toplumdaki, politika ve örgütteki konumları başlı başına bir inceleme
konusudur. Ancak buraya kadar işlediğimiz bölümler kapsamında belirtmek gerekir
ki, karşıdevrimin saldırısından en fazla etkilenen kadınlar olduğu gibi,
devrimci savaşımın atağa geçtiği dönemlerde de söz ve eylemleriyle fark yaratan
yine kadınlar olmuştur. Mesud Ahmedzade ile Samed Behrengi’nin
yazılarından etkilenerek, ağabeyi Behruz ile birlikte altmışların sonunda
gerilla hareketine katıldı. 1970’te Puyan örgütünün üyesi olan Dehgani, Mayıs
1971’de, Siyahkel saldırısından aylar sonra tutuklanıp hapse atıldı. Şah’ın
polisi ve SAVAK mensuplarının işkencelerine direnen Dehgani, Halkın Mücahidleri
üyesi kadın gerilla Nahid Celali ile birlikte Mart 1973’te Kasr
Hapishanesi’nden firar etti.
Hapishaneden kaçtıktan kısa bir süre sonra yayınladığı
hatıratı, hapishanede kaldığı süre boyunca gördüğü işkenceleri tüm detaylarıyla
aktarmaktaydı. Bu çalışmada Dehgani, gerilla hareketinin yanlışları yanı sıra
ileride tutsak düşeceklere işkencelere dayanma ile ilgili tekniklerden
bahsetmekteydi. Politik çevrelerde yaygın olarak dağıtılan bu kitap, muhalif
radyo istasyonlarında okundu. Kitap 1978’de İngilizceye çevrildi ve yabancı
okurlar için Yeni Delhi’de yayımlandı. Yetmişlerin sonunda her politik İranlı, bu
kadın gerillanın ismini bilmekteydi.
1 yorum:
Dinci-feodal artıklarından Humeyni, Tudeh'e Yurt severlere devrimcilere, liberallere verdiği sözü tutmadı Şah iktidardan indirildikten sonra kırım yaptı. Hatta Tudeh yöneticileri vatana ihanetle idam ettirdi. Dinci feodal arttğı Humeyni ve mollar din küsvesi altında rahat örgütleniyordu. En başta ABD tarafından CİA İstihbaratı paralelinde çalışıyordu ülkemizdeki Feto gibi bir yapılanma vardı Irak'ta sürgünden sonra Fransaya yolcu oldu. Nası ABD karşıtı oldu? ABD Ortadoğu coğrafyasında sadece bir tarikata bağlanmaz çeşit çeşit tarikatlarda yuvalanır. O yıllarda devrimden sonra onu Amerika karşıtı yapan Sovyet gizli istihbaratı KGB oldu kitleleri Amerkan Büyükelçiliğine doğru sevk etti yürüyüşten sonra ABD Büyükelçilik işgal edildi Amerika'nın işlediği suçu gizli kasalardan çıkınca Humeyni ABD karşıtı oldu. Sonra ABD paralelinde diğer dinciler Humyni'ye devrim muhafızlarına motorsiklet ile vur kaç taktiği uyguladı. Burada şu hususların dikkate alınması uygun olacaktır. İktidar Pers Milliyetçiliği ve hegomonyası var.... Geçmişte Şah İsrail devletine bedava petrol veriyordu şahtan sonra bunu nakitle Amerika karşıladı Lübnan İsrail savaşında verdikleri füzelerlerle İsraili yenilgiye uğrattılar... Emperyalizmin kalesi olan İran İslam devriminden sonra Mısır üstlendi......
Yorum Gönder