6 Ağustos 2009 Perşembe

Faşizm üzerine denemeler

Tarih 1933 yılının 10 Mayıs’ıdır ve tarih bu ayı gösterdiğinde kitap yakılma törenleri başlatılmıştır Naziler tarafından.

Bilinen sayı ise 20 bin kitaptır.

20 bin kitap Berlin üniversitesi meydanında yakılarak imha edilir.

Nazi Partisi önderlerinden Gobbels ve Göring’in yüzleri öyle karanlıktır ki, ellerindeki meşaleler yüzlerini aydınlatmaya yetmiyordur. Emile Zola, Jack London, Albert Einstein gibi sanatın ve bilimin insanlarını, kendilerince bir gecede yani uygar bir geleceğin mimarlarını kül edip havaya savurdular.

Tekdüze kelimelerin ve klişe çizgi yığınlarının oluşturulduğu yapay sanat yığınları ve yeniden yazdırılmış tarih yapıtlarıyla resmi tarih kitapları-tezleri oluşturulmuş durumda. Bunu o dönem (Nazilerin yaptığı gibi) kiralık sanatçı ve bilim adamları tarafından ucube diye tanımlayacağımız saçmalıkları yapanların da yanında daha ucuz ve kıytırık taklitlerini de bulabilirsiniz. Çünkü, tarih bunlarla doludur. Her şey sipariş üzerinedir önemli olan burada para ve resmi ideolojiniz denen şeye ne kadar inandırılmışlığınızla ilgilidir.

Şerefli ve şerefsiz tarih diye de tabir edebiliriz elbette bütün bunları.

Bu arada kendinize bir isim, ırk seçerseniz ve onun dışındaki herkese de saldırabilirsiniz. Bu serbesttir ama Einstein hala her kitapçının rafında muhakkak ki vardır, tıpkı Marks gibi. Ve dünya uygarlaştıkça sınıf, dil, ırk ayrımını gözetmeksizin yeni bir sistemin kurulabilirliğinin ve dünyanın sosyalleşebilmesi için insanı ön plana çıkaran Engels’in yapıtları da bulanacaktır, birçok başka yapıtta.

Ve dünya uygarlaştıkça bu ucubeler yitip giderken, Einstein’ın onlara dil çıkaran resmi hep kalacaktır.

AKP döneminde bunu daha da çok görebilirsiniz, hem resmi tarih hem de din içerikli yapıtlar Arap (sunni) İslamiyetine özgü işlenmiştir...

İşte bütün bunlar onlar için kelimelerin yarattığı paniktir!

Ve… Normal karşılanmalıdır.

Uluslararası kapitalist sistemde yaşananlar II. Dünya Savaşı ertesinde gündeme gelen olgular ve olaylar silsilesiydi. .

Dolayısıyla bugün “Laiklik elden gidiyor”, “Şeriat geliyor” veya “Tehlikenin farkında mısınız cumhuriyeti şa’apıyorlar” cinsinden, “Ne şeriat, ne darbe” gibi sadece tekrarlanan ve paronaylaştıran sloganlar, bellidir ki halkın çok büyük bir kısmını ırgalamıyor…

“Irgalamıyor” sözü uygarlaşıyormuyuzun anlamı mıdır, henüz değil!

Umutsuzluğun derecesine bakın, Erdoğan kendisini eleştiren yazılar kaleme aldığı için burjuva bir sermaye gurubu olan ve tekelleşmeye de giden Doğan Gurubuna ait gazeteler için “Boykot” çağrısı yaparken yukarıda kaleme aldığım sözler gelmişti aklıma nasıl gelmesin, AKP’ye oy veren her insandan artık şu sözü duyar olduktan sonra, “Hitler’in Nazi Partisi ile birlikte Erdoğan’ın AKP’si şimdiye kadar yüksek bir oy oranıyla iktidara geldi”, “AKP demokrasinin ve ilericiliğin partisidir” aymazlığının altında başka bir şey aramalı mıy(d)ım bilemiyorum ama böbürlenmeler ve siniri alınmış gurur ve onurlardan sonra da henüz iş bitmiş değil diyorum.

AKP bildiğimiz AKP, her zamanki küstah politikalarına devam ediyor.

Ve işin aslı yeni başlıyoruz.

Özelleştirmelerin haddi hesabı yok ve son hızla da gidiyor bildiğim, özelleştirecek olan ve satılan şeylerse bugün için bir elin beş parmağını geçmez durumda artık. Bi’şey kalmadı anlayacağınız. Bu yüzden bay AKP’li yetkililerinin ve en başta bay Erdoğan kliğinin camileri ne zaman satışa sunacağını bekler durumdayım. Kim bilir tıpkı Yugoslavya’nın parçalanmasından sonra Yugoslavya bağımsızlık mücadelesinin mimarı olan Tito’nun mezarının özelleştirilip camekanlı bir mozoleye dönüştürülüp içkili bir restorana çevrilmesinden sonra Anıtkabir’de böyle yapılabilinir AKP’lilerce ya da söylediğim gibi camiler halka açılıp satılabilinir.

İşin ucunda para ve kopartılacak avanta yok mu, neden olmasın.

Evet, her şey önceden “İnsan bilinci, maddi gerçekliği gerilerden izler” kuralı için geçerlidir ve bu işler böyledir. Kitleler, (tıpkı devrimciler gibi) toplumsal şartların hızla değişmeye başladığı durumlarda bile, geçmiş siyasi inançlarından, alışkanlıklarından kolayca vazgeçmezler. Yani siyasi bilinç, gece-gündüz “Günaydın” derken bile karşısındakine siyaset uygulayan kişide siyasi bilinç tam anlamıyla “Küt” diye ortaya çıkmaz, üstelik halk, öyle zannedildiği gibi “Geri zekalı, bilinçsiz, bön” falanda değildir. Nedeniyse tarih savaşımları dediğimiz olgularda halk kendine yapılanı hiçbir zaman unutmamıştır. Unutturmamıştır!

Sadece başka bir bilincin, zannettiğimizden daha sağlam bir akla ve mantığına dayanan ve gündelik bir bilincin (geçici) sularında yol almıştır. Ki, o bilinç ancak, günlük hayatın büyük krizler, tarihsel ve toplumsal olaylar tarafından gerçekten altüst edilmeye başladığı noktada burjuva siyasetinin duvarlarını yıkarak başka bir bilince dönüşme yoluna girer; insanlar giderek daha alışılmadık davranışlar göstermeye, devrimci siyasetin alanına yönelmeye başlar.

Evet, bu yüzden Türkiye’de sınıf bilinci oluşmamıştır ama bu oluşmayacak anlamına da gelmemelidir. Bunun nedeni son yedi yıldır AKP’nin aldığı %47’lik oy oranıyla kapanan (başına türban takan), sırf işe girebilmek adına dedesinin bile AKP’li olduğunu söyleyen ve buna bel bağlayan, kolay yoldan küçük kırıntılar olsa bile köşeyi dönebilmek adına ve/ya da evine ekmek götürebilme kaygısıyla yapılanlardır ve çoğunluk olarak örgütsüz olduğu için sınıfsal ilişkilerini de kopkoyu bir dinsel-milliyetçi taşra gericiliğinin kıskacında ve hemşerilik temelinde yürüttüğü sömürü cehennemlerinde giderek yayılan krize ve artan işsizliğe rağmen henüz büyük tepkilerin verilme(me)sine bağlanmaktadır kanımca.

Bu doğrudur.

Hatta burada AKP ile birlikte MHP’nin de kazandığı da doğrudur.

O yüzden Türkiye’de şuan hem fiilen hem de fiilsiz ve gizliden gizliye bir faşizan yapı oluşturulmuş durumdadır. Devlet bildiğiniz o devlet biçiminden de sıyrılmıştır ve tekelci polis devleti diyebileceğimiz bir yapıya bürünmüştür. İslami bir partinin din adına uyguladığı ve İslami faşizm diyebileceğimiz bir yapıya girmektedir. Daha bu işin sonunda kimin batıp kimin çıkacağı belli değil, daha işin başındayız bu iş giderek dallanıp budaklanacak olan krizden daha da çok güçlenecek olan halk ve işçi yığınlarının belirleyeceği olan ve toplumsal güçler arasındaki mücadelede belirlenecek. Ancak kesin olan bir şey varsa o da, kuyruk acısından ne kadar saldırganlaşacağı belli olmayan Tayyip ve şürekasının talihinin, hem içeride, hem de dışarıda, dönmeye başlayan ikiyüzlü politikalarını belirleyiciliği de şüphesiz olacaktır.

Bu da daha çok hata yapacak olacaklarının göstergesidir. En azından tarih Erdoğan’ı bir başbakan olarak “Diktatör” olarak belki değil ama şansı uzun süre yaver gitmiş asabi bir müflis olarak arkasından küfürlerle anacaktır. Çünkü Erdoğan’ın yüz mimiklerinde bile Amerikan emperyalizminin bütün olguları hatlarıyla görünmektedir ve dedeleri Osmanlı padişahları gibi topyekûn bir saldırının işaret fişeği agresifliğiyle de Hitler’e de göz kırpmaktadır.

Ama ne var ki Hitler gibi karanlık bir kişilik olarak tarihin çöplüğünde de kalmaya mahkumdur!

1 yorum:

Unknown dedi ki...

"akp=nazi", "tayyip=hitler", "halk 30 küsurlar almanyasının lider uyduluğunda", "koca dünyayı yak dese yakacak söz dinlerlikte" ise şayet, be kardeşler, halkın arasına siz de karışın da, "koyun" gördüğünüz halkı sosyalizmle güdün. ne duruyosunuz, "işte hendek, işte deve"...