2 Ekim 2008 Perşembe

Tanrı kelamı

Bugünden hoşnutsuz, gelecekten umutsuz halk topluklarını ihya etmek, mutlu etmek zor değildir, aslında çok kolaydır. Bunu bir çuval kömürle, bir torba makarnayla, istisnai birkaç bölge olsa da arkasına ‘satılamaz’ yazan çeyrek altınlarla, taşra da ‘kütük’ (köylük bölgeler de) ağaç kökleriyle kandırılma ihtiyacı duyan herkesi kendi ‘geçmişine döndürme’ hissiniz varsa döndürür, ihya edip her şeylerini kendinize indirgeyip ‘meşrulaştırıp’, üstüne üstlük ‘dua’larını da alıp kandırabilir, ‘sevap’ kazanabilirsiniz.

Köklerinin tarihine, ‘şanlı geçmişine’ bakmayın siz bu toplumun, durmaksızın onlara açlıklarını hatırlattırın - hissettirin yeter ki. Kaldı ki onlarda hatırlatır zaten size bunu. Yeter ki siz, ‘nedametli’ ve ‘metanetli’ olun!

Mesela geçmişi belirleyen hatları (çizgileri), asla kalın çizgilerle çekmeyin. Biz Aziz Nesin’in yazdığı Zübük’zadeler yumağıyız çünkü. Birkaç sinirli - asabi - argolu - lümpen - yüksek ses tonlu tümceyle bu gidişatı sağlamak olanaklı ve yeterlidir.

Bir gecede ‘laik’ de, ‘muhafazakar’ da, ‘milliyetçi’ de olursunuz. Ağzınızda da ‘din’, ‘iman’, Allah’ sözünü duyumsuyap ikna olduğunu da düşünüyorsanız herkesi ikna edebilirsiniz, farklı bir ‘dine transfer edebilirsiniz’ de karşınızdakini. Aksini inkar eden varsa zaten bende bu bloğu terk ederim, dermişim:) Ederim de!

Karşıtını kimse inkâr edemez eden de zaten devşirmeyle birlikte devşirtilmiştir de neyse. Bu ayrı bir konu. Dünya çelişkiler yumağıdır ve çelişkiler üzerine kurulmuştur. Bunu Tanrı’nın kutsal sözü ‘Kitaplarında’ da görebilirsiniz, ‘bilimde’ de.

Çünkü her zaman biraz esnek olma temkinliğini gösterir bu toplum. Bu Tanrı kitabında da böyledir demiştim. Gösterir göstermesine de, yaptıklarını -yaptırdıklarını- yaptırımlarını da unutmaz bu toplum. Bugünün ve yarının çizgilerini de birçok sınır kaymalarına gebe olmasından mıdır nedir bilinmez, belki de ondan, meşruluğa ve tarihselliğine ihtiyaç duyacaktır da ondan önüne geleni tepmez. Bu şuna benzer, kurtların içinde ki bir kuzunun kendini ‘ben onlardan daha kurnazım’ demedi gibidir. Bu (hani kendimizin ikna olması yeterlidir sözü gibi) Tanrı kelamında da böyledir, örneğin Tanrı buyruğu değildir ama kendini Tanrı’ya yaranmak için hapseder kendini ‘şekilciliğe’.

Oysa bu toplumun ‘nedametli’, ‘metanetli’ duruşunu bozmak için onların (yani sistemin) ezber mekanizmasını bozmanız gerekmektedir aslında. Birçok okuduğumuz ‘yeni’ şeylerden görmekteyiz ki, ezber bakidir, ezberlenen argümanlarsa güncel politik ve değişkenlere tabidir. Bin dördüz yıl önce peygamberin soyunu katlederken de ‘Tanrı buyruğuna uymuşlardır’, yine gerektiği içindir olsa gerek ‘bin dördüz yıl sonra Tanrı buyruğunun farzından olsa gerek artık incitmiyorlar’ peygamber soyunu (zaten kimse de kalmadı o muhteşem soydan arada bir Ramazanlarda ağalarlar, buda güya dinimizce vaciptir, olanları da katlettiler Kerbela’da), zenginler sofrasında oturup içtikten sonra da içkiyi haram kıldılar. İşte böyle bir din. Kerbela’da neymiş bakın münafıklara derler.

Millet tasarımını öznel tercihler üzerine kurarak Marksizm ile arasında mesafe koyarak yazar (Renan) ama şunu da der: “Millet nasıl oluşursa oluşsun, her şeyden önce bir ruhtur ve kendisini oluşturan bireylerin sürekli onayına dayanır. Millet her gün tekrarlanan bir halk oylamasıdır. (Örneğin hükümetlerin her zam açıklamasından sonra, seçime gidilse nasıl bir sonuç çıkar merak ediyor musunuz acaba, ya da Marks’ın din afyondur sözünü nasıl biçimlendirirsiniz gününüz dünyasına?)

Dedik ya Aziz Nesin’lik bir ülkeyiz. Aziz Nesin’in ve onun güzel yurdunun güzel insanlarıyız biz. Onca acının yanında, (bir değil) bi’günlük sevinçlerini yol yaparız kendimize, hem de kamu binalarının kapılarında sürünmek bahasına. Dini eleştirmesine ve inanmamasına rağmen birçok yazar ve aydının Kur’an hakkında Aziz Nesin’den bilgi almaya gittiğini ve Aziz Nesin’in Kur’an’ı ezbere hatim ettiğini, biliyor muydunuz, bilmiyorum ama böyle işte.

Oysa bütün hikâye hatırlamak be unutmak üzerine kurulmuştur. Misal yedi düvele karşı savaşarak üç bin yıllık (Atatürk’ün günlüklerinde Türklerin tarihi 3 bin yıllıktır diye tabir edilmiş ve anlatılmıştır) savaşını, imtiyazsız, dini gericilikten arındırılmış ‘laik’ ve ‘çağdaş’ bir cumhuriyet armağan eden kahraman ordumuza kati surette güvenmemiz, inanmamız böylece bellememiz emir olunmuştur. (Burada ‘Osmanlı’nın ya da ‘Cumhuriyet’in karanlık faili meçhul cinayetlerinin resmi yarışını yapmayacağım.)

Bırakın sayfaları gerçekten ‘bloq’lar yetersiz kalır. Belki de Aziz Nesin bundan dolayı söyledi “bu halkın %60’ı aptal” derken gelen tepkiler yüzünden sözünü düzeltip “hayır, bu ülkenin %90’ı aptal” demesi de buna bağlıdır, bilemiyoruz.

Ama gerçekten şu var ki bu halk aptalında aşağındasıdır. Kömüre, makarnaya oy veren bir topluma ‘aptal’ demek o halka söylenmiş, ithaf edilmiş en düşük cümledir. Şu da var ki ezberimize de böyle girilmiştir, ‘aydınlanma’, ‘cumhuriyet’ ‘şeriat’, ‘bayrak’, ‘vatan’ ‘din’ ve bunların bir tür ‘çeşitli’ teranesi altında girilmiştir lügatımıza.

Bundan da kurtulmak zordur aslında. Bu belki de sorgulamama yetisini kullanmamasındandır insanoğlunun. Diğer kısımlarsa zaten ‘fantastik’ biçimde imam-hatiplilerin dini kullanmasıyla girilmiş, sonuçlarının süreçler uzantısının bize gösterdikleri olmasıdır.

Örneğin 1979’da Kur’an sayısı 31 bin 75’ken, 1981’de 259 bin 731 olduğuna dair araştırmalardan hareketle bugünü hesaplamaksa yine “göreceli durumların, göreceli ilahiyatçılarına kalmıştır”, işin ilginç tarafı da her ‘Kur’an’ yorumlanışı, biçimlendirilmesiyse farklıdır. Yine örnek verecek olursak ‘Hadis’ birçok yerde referans olarak kabul edilmekteyse ‘Hadis’i uydurma olarak kabul edenlerin de çokluğu yok sayılmayacak derecededir. Anlayacağınız herkes ‘din’i kendine göre biçmekte, yorumlanmakta, ‘mealler’ bile yer değiştirmektedir.

Sanırsınız ki, 1400 yıl önce onlar oradaydı ve ‘İslamiyet’in ilk çağlarında oradaydılar’ ve din onların istediği biçimde ve onların gözünde gerektiği yerde kanlı, gerektirdiği yerde de kansızdı. Görüş bildiren (fetva) onlara peygamber emretmiş, olmazların olmazları arasında yerini almıştır. Onlar dışında ki herkes ‘günahkâr’ ve ‘kâfir’dir, ‘ulema’ denen sahtekârlar gurubuysa gününü kurtarmıştır.

I. Wallerstein’in dediği gibi: “Her zaman zenci birileri vardır”, buluştukları ortak nokta ise çeşitli renklerde ki beyazlardır. Bunların adları da Avrupa’da, Arabistan’da, Asya’da ki iççi sınıfı, Latin Amerika’da ki yoksul topraksız köylüler, Atlantik’teki emekçiler ve beden işçileri, sokak çocukları, Türkiye’deki Kürt halkları, ezilenin ayrımını yapmıyor Tanrı! Hepsine eşit derecede - kolektif bir bilinci veriyor. Kullanabilene aşk olsun!

Bütün ırklar, toplumlar ve halklar, ‘onların bilinçleri’, ‘bütün kalpleri’, ‘dini ritüellerle’ birlikte kralları, hanedanları, imparatorlukları, diktatörleri yıkan ve yeniyi inşa eden, hep bir ağızdan türküler söyleyenlerin ruhani kalpleriyle kuracaktır yenidünyasını. Bu kaçınılmazdır.

Bütün dayanağımız ‘yeni insan’dır.

İnsanlar yaşamaktan vazgeçmeyeceğine göre kapitalizmden vazgeçecektir.

13 yorum:

nehiro dedi ki...

yeraltındannotlar yine işten ayrıldığım bir anda sonuna kadar soluksuz okudum yazını yüreğine sağlık ola...
"İnsanlar yaşamaktan vazgeçmeyeceğine göre kapitalizmden vazgeçecektir."
haklısın bu öyle olmalı ve olacaktır da...
dayanağımız olan yeni insanın geçmişte olan örnekleri gelecekte çoğalacaktır şüphesiz...
Tanrı hepsine eşit derecede- kollektif bir bilinci veriyor... kullanabilenlere ihtiyaç var ve bu noktada Amerikalı şair Langston Hughes’in "zenciyim ben gece gibi" şiiri aklıma geldi onu bloga koyacağım...
sevgiler senle ola...

Murat Özhan dedi ki...

“Ama gerçekten şu var ki bu halk aptalında aşağındasıdır. Kömüre, makarnaya oy veren bir topluma ‘aptal’ demek o halka söylenmiş, ithaf edilmiş en düşük cümledir.
Şu da var ki ezberimize de böyle girilmiştir, ‘aydınlanma’, ‘cumhuriyet’ ‘şeriat’, ‘bayrak’, ‘vatan’ ‘din’ ve bunların bir tür ‘çeşitli’ teranesi altında girilmiştir lügatımıza.”


Halkı aptal yerine koyan bir zihniyetin hele hele bu “sol”, “sosyal demokrat”, “enternasyonal”,”komünist” ,”sosyalist” adı her olursa olsun,
başarıya ulaşma şansı yoktur yeraltındannotlar.Hem halkı aşağılayıp karalamak hem de halkçı olmak yan yana gelmez.
Şimdi Aziz Nesin,böyle söyledi diye onun bu sözünü “Tanrı kelamı gibi” şaşmaz bir şekilde orada burada kullanmak,bize haklılık payı mı kazandırıyor?
İyi bir açılım ve analiz sunacakların, bu tür söz ve söylemlerle gelmesini doğru bulmuyorum.Çünkü suçlamak her daim kolaydır,bizim gibi demokrat ve emeğin yüce bir değer olduğunu savunan insanlara çözüm üretmek yakışır.
Gerisi,”söz üstü az söz”den ibarettir sevgili yeraltındannotlar.

Şayet bu gibi söylemlerle gelirsek, Marx’ın ve Engels ile diğer takipçilerden bugüne kadar onların ortaya koyduklarına,
daha da ötesinde Denizlerin mirasına yüz mü çevirelim?
Bu mudur istediğimiz?Bu insanların her türlü tehlike ve riske rağmen,oradan oraya giderek kendi ülkelerinin bile dışında yaşamaya mecbur olmalarını neyle açıklayacağız?
Bu fedakarlık kim ya da kimler içindi?

Evet bu,yani adına halk denen eğitimsiz,bile isteye geri bıraktırılmış,bilinçsiz kitleyi aydınlığa kavuşturmak meşakkatli bir iştir.
Aydınlığa kavuşturmanın yolu da,aydın ve önderlerin rehberliğinde ama her durumda bizzat “halkın içinde” olduğu bir süreçten geçiyor.

Çünkü içinde halkın olmadığı hiçbir girişimin,pratiğin,uygulamanın zaferle taçlanması mümkün değil ne yazık ki…

Sevgilerle,

Adsız dedi ki...

Sevgili Beyrek,
Yazdıklarını okudum ne var ki yazdıkların sadece Aziz Nesin’in “aptal” tümcesi içinde kalakalmış ona takılmışsın. Maalesef Aziz Nesin’in (yüzdelik aptal) sözü sözüme-yazdıklarıma güç katmaktadır. Yazının çıkış temel teması belki “yüz delik”ler değildi, ama yazının geneli açısından baktığımda orta derecede nitelikli bir adımdır diye düşünüyorum şu yazılanlar.

Zira bu ‘nedametli’ ve ‘metanetli’ durumu bozmak için şunu da demişim: (…) onların (yani sistemin) ezber mekanizmasını bozmanız gerekmektedir aslında. Birçok okuduğumuz ‘yeni’ şeylerden görmekteyiz ki, ezber bakidir, ezberlenen argümanlarsa güncel politik ve değişkenlere tabidir…

Özetle bu ülkeyi (en son bildiğim kadarıyla) bin beş yüz tefeci yönetiyordu, yasalların koruması altında. Dünya nüfusunaysa 6,5 milyar deniyor (bu sayı her iki olgu içinde değişmiş olabilir) ama şu var ki ‘aptal’ ve ‘aptal yaverleri’ var bu konuda. ‘Aptal’ın da altındadırlar maalesef!

Enternasyonal Marşı’nı yazan ve besteleyenler Fransız iki işçiydi. Türkiye’de muhakkak (birleşememiş) bir işçi sınıfı var, ama proleterleşememiş! Neyse eleştirdiğini sanıp önüne her koyulanı alan diğer bir tabirle ‘küçük burjuva’ ayak oyunlarına başvuranlardır derim ben kendimce, kabacasına da ‘aptal’ diyoruz.

Yani. .

Bundan da kurtulmak zordur aslında. Bu belki de sorgulamama yetisini kullanmamasındandır insanoğlunun. Diğer kısımlarsa zaten ‘fantastik’ biçimde imam-hatiplilerin dini kullanmasıyla girilmiş, sonuçlarının süreçler uzantısının bize gösterdikleri olmasıdır.

Devamla. .

Bütün ırklar, toplumlar ve halklar, ‘onların bilinçleri’, ‘bütün kalpleri’, ‘dini ritüellerle’ birlikte kralları, hanedanları, imparatorlukları, diktatörleri yıkan ve yeniyi inşa eden, hep bir ağızdan türküler söyleyenlerin ruhani kalpleriyle kuracaktır yenidünyasını. Bu kaçınılmazdır.

Toplumu oluşturan bireyler topluluğu değil midir? Öyleyse bu toplumun içerisinde üst kademelere gelenler halkı oluşturmuyor mu ve halk bazen ‘köylü kurnazlığıyla’ köylüsünü kandırmıyor mu, kendi çıkarları için. Bu halkın içinde maalesef diyorum ‘aptal’ vardır. Bu bütünsel anlamda halka güvensizlik değildir. Sonuçta bunu yazarken de bir halk olarak yazmaktayım, yani halkın kendisiyim:)) Ya da işçi!

Alıntılarımdan da göreceksin ki (geneli de böyle zaten) bir umutsuzluk vs. yok, aslında bu asalak ‘aptallardan’ kurtulacak ve söylediğin ‘değerlerin’ mirasına sahip çıkacak bir umut taşımaktadır bu makale.

Yine de paylaşımın için teşekkürler, sevgiyle..

Not: Bu ülke aptallar her zaman bulunur, var olacakta.

Adsız dedi ki...

Sevgili Nehiro,

"Yeni insan" olgusunun dikkatinden kaçmamasına sevindim..

Adsız dedi ki...

Sevgili Beyrek,

Ek olarak takviye biçiminde anlıyabilirsin bu son yadığımı, "Yuh!"lara aldırmayan aydın tavrı zamanıdır. Fethullah Gülen'e, şeriata, Batı ve ABD yörüngesine giren "demokratik taleplere" özgürlük yok! Yalnızca bu tavır, demokrasi ve özgürlüklerin savunuculuğudur. Varsın, gözlerdeki buğunun cazibesine kapılanlar ağlayıp sızlasın, "Yuh!" çeksin..."

Bu 'yuh' bir alıntıydı, ama sen bu 'yuh'u, 'aptal' olarak nitelebilirsin, yalnız bu 'yuh' dinin fenomenlerine kapılmış dindarlara da hakaret olarak alınmamalı. Zira gözümde Hz. Muhammed zamanın ve günümüzün de "en büyük" devrimcisidir..

Benim sözüm Hz. Muhammed gibi düşünemeyenleredir, ve bunlarda 'aptal'tır şuanlık...

Ve Tanrı Hz. Muhammed'e verdiği bilinçi insanoğluna da vermiştir, verdiği içinde 'ilim' ilim olmuştur, 'bilim'de bilim, 'iman'da iman olmuştur..

Tanrı kendisini yalanlamaz, hele minareler dizip namaza duranları hiç afetmez..

Bu yüzden bu yazı "Tanrı kelamıdır", Tanrı cahil demiştir, biz ise "aptal" diyoruz bunlara..

Sevgiyle, sol'da kalmaya devam et!

Murat Özhan dedi ki...

Öncelikle son iletinden başlayayım,

Tartışma din gibi çok farklı bir boyuta taşındı.İstersen onu da ele alabiliriz tabii.Ama sen hala “dinli-dinsiz” yahut inançlı-inançsız” ikili karşıtlığında yazını sürdürme niyetindesin sanırım.Oysaki ne Marx’ta ne de ondan sonra gelen diğer tüm takipçilerde ve Marksist analizde din olgusu birinci planda değildir.Kaldı ki Lenin,önder işçinin bir fabrika çalışması esnasında işçilere ajitasyon çekerken “Allah var mı yok mu?” tartışmasına girdiğinde,oradan bir ton sopa yiyerek ayrılır ve tıpış tıpış evine gider der.Velhasıl,emek eksenli tahlillerde “din” olgusu birincil sorun değildir.Bu bir..

İkinci olarak tartışmamızın daha sağlıklı olarak yürümesi açısından sana bir soru yöneltmek istiyorum. “Bütün ırklar, toplumlar ve halklar, ‘onların bilinçleri’, ‘bütün kalpleri’, ‘dini ritüellerle’ birlikte kralları, hanedanları, imparatorlukları, diktatörleri yıkan ve yeniyi inşa eden, hep bir ağızdan türküler söyleyenlerin ruhani kalpleriyle kuracaktır yenidünyasını. Bu kaçınılmazdır.
Bütün dayanağımız ‘yeni insan’dır.”
diyerek “yeni insan”a atıfta bulunuyorsun.Buraya kadar gayet güzel..

Sorum şu:Yeni insan nitelemesi getirerek yeni bir açılım sunmak istiyorsun.Şimdi tüm bilgisizliği,cahilliği,hor görülmüşlüğü,yoğun anlamda dine bağlılığı,senin deyiminle kendini bir çuval bilmem neye satan,yine senin ifadenle büyük çoğunluğu “aptal” olan bir halk var karşımızda.Bu halkın %90’nını aptal yerine koyan bir argümandan “yeni insan”a topyekün geçiş,sanırım şu sana yakın bir ifade olacak,bu “sıçrayış” nasıl olacak?
Kültüreldonanımıyla,yaşayışıyla,”aptallığıyla”halk aynı halk.
Yani ne,nasıl değişecek de yahut kim değiştirecek de(Hani elimizde sihirli bir değnek de yok ki!) “yeni insan” tipi ortaya çıkıverecek?

Önemli Not: “Solcu” değilim.CHP’nin bile “sol” olarak addedildiği böyle bir ortamda ben solculuğu kabul etmiyorum.Şöyle diyeyim: Emekten yanayım…

Sevgilerimle…

Adsız dedi ki...

Türkiye’de ne yazık ki, ne birleştirilmiş “bütünleşmiş” bir işçi sınıfı var ne de işçi sınıfının merkezi-konseyleri var. Yani Türkiye’de işçi sınıfı yoktur, olsa olsa işçiler vardır ve bu işçiler birlik değildir kendi içinde. Marx’dan söz edince söyleme ihtiyacı duydum. Komünist Manifesto’nun ilk kısmında Marx tarihsel materyalizm görüşünü ortaya koyar:
"Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf savaşımları tarihidir. Özgür insan ile köle, patrisyen ile pleb, bey ile serf, lonca ustası ile kalfa, tek sözcükle, ezen ile ezilen birbirleriyle sürekli karşı-karşıya gelmişler, kesintisiz, kimi zaman üstü örtülü, kimi zaman açık bir savaş, her keresinde ya toplumun tümüyle devrimci bir yeniden kuruluşuyla, ya da çatışan sınıfların birlikte mahvolmalarıyla sonuçlanan bir savaş sürdürmüşlerdir."
Türkiye’de yaşayanların (belirli bir kesim dışında ki) büyük çoğunluk dünyada ki soruna ezen-ezilen meselesi gözüyle bakamamaktadır. Türkiye’de de bu ayyuka çıkmıştır. İşçi sınıfının (ya da işçilerin) büyük çoğunluğu Tayyip Erdoğan’ın istediği biçimindedir. Hele ki halk tam da bu şartlara “cuk” diye oturmaktadır. Dini ritüelleriyle bütünleştirilmiştir ve bundan da rahatsız değildir. Yani ne 1871 Paris komününde ki gibi ne de 1917 Ekim Devrimiyle uzaktan yakından alakası yoktur. Hatta Türkiye de gerçek anlamda sol’da yoktur, sosyalistlerse ‘tartışmalı’ bir konu ve bir o kadar da uzun bir meseledir. Yani gerçekten de garip bir anlayış var ülkemizde.

Marx’ın yukarısında ki alıntısında da görülecektir ki, gerçek bir muhalefet bulunmamasından kaynaklanmaktadır belki de bunca sorun… Ama işin ilginç yanı ne Paris komününde ne de Sovyetlerde acaba kendini “makarnaya” ve “kömür”e satan halk toplulukları var mıydı? Sanmıyorum!

• Milyonlarcasının öldürülmesine rağmen tek bir uzlaşma tavrı sergilememiştir sözünü ettiğimiz ülkelerin işçileri. Örneğin Paris Komününde idam edilenlerle birlikte bu sayı 50.000’i bulmaktadır. Sovyetlerde de bunu görmek mümkün, 1905 Kanlı Pazar ve 1905 Rus Devrimi- Şubat Devrimi’ne göz atarsak bu sayıların 1871 Paris Komününden daha da fazladır!
Bu halk dinle kandırılmaktadır ve bunların ellerinden de dini kurtarmak gerekiyor bunu başardığımız zaman Türkiye’deki “işçi sınıfının” gelişiminden söz edebiliriz.
Bu arada Beyrek, CHP sol değil evet haklısın ama CHP sol olarak anıldığından solculuğu kabul etmiyorsun… Çok kızgın olduğun belli, ama şu var ki Hitlerde kendini ve partisinin adını neo-sosyalist olarak anmaktaydı. Ve sosyalist ritüellerle beslenmekteydi. Onların kendini sol olarak lanse etmesi bir şey ifade etmez, ama bizlerin buna sahip çıkıp anması çok şey ifade eder.

Murat Özhan dedi ki...

Sevgili yeraltındannotlar,

Bir önceki iletimde yönelttiğim soruya hala cevap alamadım.Şayet verdiğini düşündüğün cevap “Bu halk dinle kandırılmaktadır ve bunların ellerinden de dini kurtarmak gerekiyor bunu başardığımız zaman Türkiye’deki “işçi sınıfının” gelişiminden söz edebiliriz.” ise,bu,dini kurtarmak işi ( 1-Cümlende kurtarma işini yapacak özne belli değil,kim? 2-Dini,”bunların ellerinden” kurtarmak gerekiyor derken bunlardan kasıt kimler? Burada da açıklık yok.”Bunlar” ile kasıt “halk” mı yoksa “egemen güçler” mi? Bu,dini “kurtarmak işi” biraz zor vesselam,neyse…

Sen,Manifesto’dan,Paris Komünü’nden, Ekim Devriminden bahsediyor,dönemin Sovyet halkının kendini makarnaya,kömüre satıp satmadığından söz ediyorsun..Durum tespiti yapmakla yetiniyorsun yani.Bu da yetmiyor kullandığın dil çözüm üretmek yerine hala suçlayıcı,dikkatini çekmek istedim..

Sorumu ısrarla yinelemek istiyorum,lütfen net cevap verirsen sevinirim:

"Yeni insan nitelemesi getirerek yeni bir açılım sunmak istiyorsun.Şimdi tüm bilgisizliği,cahilliği,hor görülmüşlüğü,yoğun anlamda dine bağlılığı,senin deyiminle kendini bir çuval bilmem neye satan,yine senin ifadenle büyük çoğunluğu “aptal” olan bir halk var karşımızda.Bu halkın %90’nını aptal yerine koyan bir argümandan “yeni insan”a topyekün geçiş,sanırım şu sana yakın bir ifade olacak,bu “sıçrayış” nasıl olacak? Kültürel donanımıyla,yaşayışıyla,”aptallığıyla” halk aynı halk.Yani ne,nasıl değişecek de yahut kim değiştirecek de(Hani elimizde sihirli bir değnek de yok ki!) “yeni insan” tipi ortaya çıkıverecek?"

Sevgili yeraltındannotlar,son pasajında bir Hitler benzetmesi yapmışsın,evet Hitler’in partisinin adı “sol” kavramlara bulanmış olabilir ama onun ve arkasındaki güruhun emek ve insanlık adına,senin deyiminle “sosyalist ritüeller” adına gerçekleştirdiği küçücük bir emare var mıdır?O,dünyayı kasıp kavuran,insanlığa kök söktüren kanlı faşizmi kendine rehber edinmişti.

Her daim savunduğum değerler,özünü yaşamdan almıştır.Yaşamdan beslenmeyenin sonu ise çürümedir,yozlaşmadır.Yaşamdan güç almayanlar,masa başı solculuğunu göklere çıkarırlar, oturdukları yerde ahkam kesmek işlerine gelir,çünkü kolaydır.Bu onulmaz sayrılık zihnimize öyle bir sirayet etmiş ki,hani deyim yerindeyse adeta masa başında kitap tokuşturur hale gelmiştir bu kerameti kendinden menkul tabaka..Bunların zikrettiği,yaşamda asla karşılığı olmayan cilalı sözlerin,parlak fikirlerin cazibesine kapılmamak müşkül gibi görünse de,halkla bağını koparmış,halkıyla barışık olmayı bir türlü içine sindirememiş,halkı beceriksiz,akılsız addederek ceberutların kollarına yollamış ayrıcalıklı bir entelejensiya varlığını hala kemikleşmiş bir şekilde koruyor ne yazık ki..

Tekrar etmek istiyorum: Halkı arkasına almayan hiçbir söylem ve pratiğin başarıya ulaşma şansı yoktur ve zaten dünyada da bunun bir örneği yoktur.Vardır diyen olursa beri gelsin..

Sevgilerle..

Adsız dedi ki...

1. soruya cevap: “Bu halk dinle kandırılmaktadır ve bunların ellerinden de dini kurtarmak gerekiyor bunu başardığımız zaman Türkiye’deki “işçi sınıfının” gelişiminden söz edebiliriz.”

Türkiye’de çok yüksek derecede din sömürüsü var, bu Ramazan’da da kendini ‘özel’ olarak programlar da göstermiştir, irticai faaliyetler, ayetlerden sunulan nasihatlerin yorumlanışı, görüş (fetva) bildirimleri bu işin artık devlet televizyonunun (TRT 1 dışında) özel kanallarda da alenen kendini göstermesi olarak ele alınabilinir. Bütün bunları gözlemleyen biri olarak bu ülke de her ne kadar da okullarda çocukların ellerine tutuşturulan özel dini içerikli kâğıtlarda olsa “şeriat” korkusu hiç yaşamadım (kızgınlık dışında) desem yeridir bu ülkede. Bu başka bir şey! Bu başka bir şeyin adı AKP hükümetinin uyguladığı politik açılımlarda gizli, bunlardan biri Kürt halkı üzerinde uyguladığı çok ciddi “ilerici” reformlar, (birçoğumuz da -birçoğunun içinde yer almıyorum- AKP’yi desteklemesi olmuştur bütün bunlar) ve diğeriyse “ılımlı İslam”ın eşbaşkanı olacağını söyleyen Tayyip Erdoğan kliğinin söylevlerinde gizlidir.

Çokça söyledim yine tekrarlayayım. Bırakalım Erdoğan’ı Genelkurmay başkanı bu ülkede şeriat sisteminin meşru bir zeminde artık siyaset yürütmesini istese bile, buna ilk karşı çıkacak güç laik-demokrat-cumhuriyetçilerden daha da önce Amerika Birleşik Devletleri olacağı gerçeğidir. Nedeniyse onların istediği BOP’a paralel ve “ılımlı İslam”a uygun örnek teşkil de edecek bir ülkedir. Bu hem İran gibi ülkelere, hem Arap İslam ülkelerine örnek verilerek (uygulandığını düşünürsek bu projenin) çok ciddi bir açılımı olacaktır Amerikanın.

Türkiye’nin sorunu hangi Cuma hangi cami’de namaz kılarım sorunudur. Ve bu sorun halkın gündemine oturtulmuştur. Daha dün milliyetçilik kisvesi altında kandırılan bu toplum din yoluyla ehlileştirilmek istenmektedir. Ve bu şuanlık sorunsuz ve sessizden yürümektedir. Çünkü başlıca sorun ezen-ezilen çelişkisinin yerine: “halkların dini-ibadeti ve inançları” olmuştur.

Ve Tayyip Erdoğan kliği AKP’nin kapatılması gündeme geldiğinde “belki” de herkesten çok “partisinin kapatılmasını istemiştir.” Artık bu süreci ne Erdoğan’ın ne de AKP’li yandaş gazetecilerinin psikolojileri kaldıramamaktadır. Bir de böyle bakmalıyız bu sürecin işleyişine. Bunların elle tutulur hiç ama hiç bir şeyleri maalesef yok. Ve “belki de” Bay Erdoğan bu yüzden geri adım atmadan gidecektir, gitmek istediği yere. Bunu Fikri Sağlar’ın BirGün Gazetesi’ndeki köşe yazısında ki “Dolmabahçe dönemecinde” de gördük.

Ayrıca şu örneği vermişsin daha önceki yorumlarında sevgili Beyrek, Lenin, önder işçinin bir fabrika çalışması esnasında işçilere ajitasyon çekerken “Allah var mı yok mu?” tartışmasına girdiğinde,oradan bir ton sopa yiyerek ayrılır ve tıpış tıpış evine gider der. Bu ayrıntıya ilk bakıldığında haklısın, belki de sözün bittiği yer burası da diyebilirsin… İşin içinde “din” var nede olsa. Akan sular durur. Kaba, gerici, cahil ama biraz da “aptal” olduktan sonra bunlar inan hepimize dokunur ama haklılık payı varsa. Maraş’ta insanlar öldürülürken, hamile kadınlar karınlarından şişlenirken yine işin içinde “din” vardı, Sivas’ta da, Tokat’ta, Erzincan’da, Gazi Mahallesi’nde, örneğin Maraş katliamında insanlar “cami”lerden çıkanlar tarafından öldürdüler, ama bir saat önce günahlarının af edilmesi için dua ediyorlardı camilerde bu insanlar. Daha sonraysa din adına insanları katlederek cennete gideceklerini sanıyorlardı. Bu yüzden Lenin örneği Türkiye’ye verilecek bir örnek değildir Beyrek, zaten sende Türkiye’deki “soldan” şikâyet etmektesin.

Bildiğin bade bıyıklıların takıldığı bir kahve varsa çevrende “Allah’ı katmadan” sadece bunların son ulusal peygamberleri olan Fethullah Gülen’den söz etmen bir ton sopa yetmenin yeterli olacağı kanısındayım. Ayrıca denemsi de bedava.

2. soruya cevap: Dini,”bunların ellerinden” kurtarmak gerekiyor derken bunlardan kasıt kimler? Burada da açıklık yok.”Bunlar” ile kasıt “halk” mı yoksa “egemen güçler” mi?

Bu soruya verilecek cevabın genelini verdim yukarıda ama seninde dediğin gibi genel adıyla da şunu söyleyeyim, evet: egemen güçlerdir. Ama bu egemen güçlerin tanımıysa ayrı bir tartışma konusudur. Türkiye’yi yöneten gerçek güce bakmak gerekiyor sanırım ve yine sanırım burada hem fikiriz.

3. soruya cevap: "Yeni insan nitelemesi getirerek yeni bir açılım sunmak istiyorsun. Şimdi tüm bilgisizliği, cahilliği, hor görülmüşlüğü,yoğun anlamda dine bağlılığı,senin deyiminle kendini bir çuval bilmem neye satan,yine senin ifadenle büyük çoğunluğu “aptal” olan bir halk var karşımızda.Bu halkın %90’nını aptal yerine koyan bir argümandan “yeni insan”a topyekun geçiş,sanırım şu sana yakın bir ifade olacak,bu “sıçrayış” nasıl olacak? Kültürel donanımıyla, yaşayışıyla,”aptallığıyla” halk aynı halk. Yani ne, nasıl değişecek de yahut kim değiştirecek de(Hani elimizde sihirli bir değnek de yok ki!) “yeni insan” tipi ortaya çıkıverecek?"

Sevgili Beyrek,

Şunu söyleyeyim siyasi bir oluşumun legal-illegal anlamda nasıl işlediğini bildiğimi sanıyorum, bu yüzden Türkiye’de ki birçok siyasi oluşum samimi olmasına rağmen halkın içinde değildir. Birbirlerini karşı-devrimci-hizipçi-oportünist-revizyonist-devrim kaçkını diye nitelendirmediği süreçlerde herkesin ilginçtir örgütlendiği bir komite-oluşturduğu bir oluşum vardır. Herkeste kendinin halkın gerçek anlamda içinde olduğu savını ortaya koyar. Böyle bir şey yok maalesef. Keşke olsa!

AKP’nin neden bir alternatifi yok sorusu senin 3. sorunun cevabı da olacaktır kanısındayım. Türkiye’de bir sıçrayışı önleyecek ilk adım Köy Enstitülerinin kapatılmasıyla engellenmiştir. Ve Türkiye bu birikimlerini yemiştir, o kuşaktan bir insan bile bulamazsın günümüzde bulsan da huzur evlerinin köşelerinde terk edilmişlerdir. Yine buna diğer örnekte Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslanların idamıyla birlikte Mahir Çayanların katledilmesi ve İbrahim Kaypakkayaların hunharca katledilmesidir. Bütün bu süreçler bize şunu göstermiştir ki, komünistliğin de ötesinde “devrimci” bir tavır ve duruşu sergilemenin ilk adımını teşkil etmiştir. Ve bugün için çok kötü bir şeydir. Türkiye’de ki gerçek sıcyarış halka öncülük edecek bir “Öncü Parti” oluşumudur. Lenin’in Rusya’da başarılı olmasının nedeni, Fidel Castro ve Che Guevara’nın Küba’da başarılı olmasının nedeni öncü bir partiye “öncülük” edişleri olmuştur. Halka partiyi sunarken halkı da aydınlatmıştır. Bu Kurtuluş Savaşı içinde geçerlidir, Amerikanın bağımsızlığı içinde.

Adsız dedi ki...

solun -bu ifade kendilerine ait, bana göre sol ile alakası yok bu 'şeyin'- geleneksel sorununa misal teşkil edecek tarzda bir yazı.

Sürekli kendilerine böyle bir 'kurtarıcı misyon' üstlenmişler; bu tam bir burjuva yaklaşımı değil mi? Halkı 'aptal bile görememek' gibi bir sorunu var yani; o derece haşin bir çelişki; hani 'sol' olduğunu iddia eden birileri için.

Fikret Başkaya'nın dediği gibi, 'halkın, emekçi çoğunluğun ve ezilenlerin kurtarılmaya değil, kurtulmaya ihtiyacı var. Başka türlü ifade etmek istersek, kurtarıcılardan kurtulmaya ihtiyacı vardır.'

Kitlelere bu denli tepeden bakan ve bağlarını koparmış bir düşünce sistemi kendini 'sol'da göremez; ha görüyorsa kendini kandırıyor demektir. Bunun sol ile uzaktan yakından alakası yok.

Türkiye'nin en büyük sorunu bu. Kendini 'sol' olarak gören burjuvalar.

nehiro dedi ki...

sevgili arkadaşlar şu andaki durum tespitini yapma oldukça önemli diye düşünüyorum... Çünkü etrafımız bu durum tespitini yapamayacak kadar beyini uyuşmuş durumda...

O yüzen durum tespitini doğru yapıp etrafımıza bunu anlatarak işe başlamayı 1. adım olarak görüyorum... Özellikle şu son olaylardan sonra...

Ha arkasından tartışma konusu olan "halkın %90’nını aptal yerine koyan bir argümandan “yeni insan”a topyekün geçiş,sanırım şu sana yakın bir ifade olacak,bu “sıçrayış” nasıl olacak?
Kültürel donanımıyla,yaşayışıyla,”aptallığıyla”halk aynı halk.
Yani ne,nasıl değişecek de yahut kim değiştirecek de(Hani elimizde sihirli bir değnek de yok ki!) “yeni insan” tipi ortaya çıkıverecek?"
konusu önümüze gelecekse...
Tabii ki elimizde sihirli değnek yok keşke olsa ve bir anda değişse ama bu mümkün değil...

burada sevgili beyregin dediği gibi "Yaşamdan beslenmeyenin sonu ise çürümedir,yozlaşmadır.Halkı arkasına almayan hiçbir söylem ve pratiğin başarıya ulaşma şansı yoktur " Bu işler masa başında oturarak olmaz bu kesin...
Bir de kesin olan şey bunun eğitimle olacağıdır. Ve bunun sevgili yeraltındannotların söylediği gibi "köy enistitüleri" kapatılarak önü kesilmiştir.Şimdi bütün bu oluşumların önünü açacak bir iktidara gereksinimi var türkiye'nin...

bence ilk olarak başlanılacak ve o sıçrayışa gidecek yolu açacak yer sandıktır...
tabii bu yolda halkı eliden geldiğince aydınlatarak seçime götürecek partiye ve onun önderine çok iş düşmektedir...
"partiye öncülük etmek" kimbilir belki sihirli kelime bu dur...
tabii bu yolda çalışacak neferlere de çok iş düşmektedir....

sevgilerimi yolluyorum...

Murat Özhan dedi ki...

Yazında bahsettiğin ve “din adına” çıkarıldığı söylenen (Ne adına olursa olsun) Maraş olayları ve Sivas kıyamı ne yazık ki Türkiye tarihine kara bir leke olarak kazınmıştır.Ancak biraz vicdan ve izan sahibi olan insanlar,bu olayların niçin,nasıl ve kimler tarafından çıkarıldığını gayet iyi biliyorlar.Üç beş çapulcu takımının zihniyeti ve bu insanlık dışı girişimleri tüm halka yahut belli bir kesimine maş edilemez.Her ne kadar “din adına” çıkarıldığı sanısı zihinlere empoze edilse de,burada esas amaç,ortalığı karıştırmak,insanlar arasına nifak tohumları ekmekti.Zaten ne zaman toplumsal muhalefetin sesi yükselmeye başlasa,egemen şer odakları yemeyip içmeden çeşitli tezgahlara başvurarak kendi varlıklarını sürdürme başarısını bugüne kadar göstermişlerdir.

Daha önceye ait bildiğimiz ne varsa,var olan tüm ezberlerimizi bozup alışkanlıklarımızı kırarak karartılmış zihinlerimizi yeniden aydınlığa kavuşturmak mümkün sevgili yeraltındannotlar.Yeter ki insan kendi gücünün farkında olsun,nehiro’nun dediği gibi yılmadan,sebatla halkın içinde çalışıp onlara gerçeği anlatarak halka kendi gücünün farkına varması yönünde azmetmek,tünelin sonundaki cılız da olsa o ışığı görebilmemizi olanaklı kılar/kılacaktır.

Teslimiyetçi,itaatkar ve “negatif” olan ne varsa elimizin tersiyle hiç tereddütsüz bir kenara iterek “direniş” ruhuyla pozitif olanı her daim etkin kılmak,bu açmazdan,bu dehlizden çıkmamızı sağlayacak olan belki de yegane çözümdür.

Sunay Akın “Devrim” şiirinde şöyle der:

“Temiz kalan tek yerdir devrim

Bütün bir yıl
kirlenen duvarda
ama görebilmek için
asıldığı çividen indirilmelidir
yaprakları biten takvim
(…)”
Aslolan ise, kirlenen duvarda takvimin indirildiği yerdeki temiz boşluğu,tüm duvar için geçerli kılmak değil midir?
Yanı başımızda olan biteni göremiyoruz,bakan gözlerimiz öylesine donuklaşmış ki adeta bakar körler gibiyiz.Kör değneğini beller gibi alışkanlıklarımızın kulu kölesi olmuşuz.

Belki de tüm bu yazıp çizdiklerimize, Adorno’nun söyledikleri yetkin bir yanıttır.Adorno:
“ …piyano başında oturan bir çocuk örneği verir; bu çocuk daha önceden hiç duyulmamış bir akor aramaktadır. Aslında bu akor her daim oradadır, zira olası kombinasyonlar sınırlıdır ve tümü de piyano tuşları üzerinde örtük olarak bulunmaktadır. Belki de yapılması gereken, piyanoya yeniden bakmak ve gerçekten yeni olanı istemektir.” (*)
*http://www.pandora.com.tr/urun.aspx?id=132396

Bu minvalde,örgütlenmedikçe,okumadıkça,söylediklerimizi hayata geçirmedikçe egemen şer odaklarının çanına ot tıkamak pek olası görünmüyor.

Sevgilerle..

Adsız dedi ki...

Uçan balık, sol derken ne anladığınıza bakmak önemli… CHP ya da ulusal söylevler zaten “sol” mizanpajlı görüntüsünde olabilir ama gerçek anlamda “sol” değildir, yani farklı şeylerden söz etmiyorum. Sol doğası gereği, emperyalizme-kapitalizme-gericiliğe ve senin ismini çokça andığın burjuvaziye karşıdır. CHP gibi partiler emperyalizme ve içeride ki yerli işbirlikçileri deşifre etmedikçe ve karşı durmadıkça gerçek anlamda sol olamayacaktır.

Solcunun (yurtseverin) yolu vatandan geçmemeli ayağı zaten vatan olgusunun üstünde olmalıdır. Evrensel duruş ve tavrın geneli de bu olmalıdır. Her aklına geldiğinde “ben vatanseverim” diyerek ortaya atılmanın anlamı yok bence. Enternasyonal duruş ve taraf ezilenlerin yanında yer almakta olmalı. Bugün Filistin ve İran işgali örneğinde de görüyoruz ki, gerçek anlamda solun tavrı bu yöndedir. Yarın Amerikan emperyalizmi tarafından İngiltere ya da bilmem Hıristiyan bir ülke işgal edilirse emin ol ki “gerçek” solcular (sosyalistlerin) duruşu İslam ülkelerini işgal eden Amerikan emperyalizmine karşı olduğu gibi, tavizsiz devam edecektir.

Yani emekten yana olan herkes kendini solun içinde bulabilir. Ayrıca “kurtarıcı misyonu” sizin kitabınızda liberaller mi gerçek anlamda yerine getiriyor. Eğer öyleyse senin de dediğin gibi o zaman Kendini 'sol' olarak gören burjuvalar. sıkça söz ettiğiniz ve bir türlü yerlere göklere sığdıramadığınız Taraf gazetesi gibi AKP’nin yandaş medyasında ve Radikal gibi gazetelerde görmek mümkün. Kendilerini sol olarak ve devrimci olarak görüp kendine göre köşelerinde dillendirenlere söylemelisin.

Çünkü devşirmeyle-dönek arasına sıkışmış bu burjuva-liberal köşe kalemşorlarına bakman yeterli. Bu sözünün muhatabı onlar, ortalıkta soldan söz eden kafasına göre sol analizi yapanlar da.

Nehiro, söylediklerine katılmamak mümkün değil ama kısır döngüler içerisinde ‘70’lerden çıkamamış-emekten söz edince yüzünü ekşitenler oldukça gerçek anlamda solu arayacağız bulana kadar ama hep birlikte. Yolculuğumuz uzun anlaşılan.

Beyrek, Ernesto Che Guevara’nın, Sosyalizm ve İnsan başlıklı mektubundan bazı alıntılar durumumuzu daha netleştirecektir diye düşünüyorum. Şöyle der Che Guevara:

On dokuzuncu yüzyılın insanına karşı tepkimiz bizim yirminci yüzyılın kokuşmuşluğu içine saplanıp kalmamıza sebep oldu; bu düzeltilemeyecek bir yanlış değildir, fakat revizyonizme açık kapı bırakmamak için bunun üstesinden gelmemiz gereklidir.

Büyük kitleler gelişmelerini sürdürüyorlar; yeni düşünceler toplum içinde güç kazanmaya devam ediyor; toplumun tüm üyelerinin tam olarak gelişimi için maddi olanaklar bulunması, görevimizi daha da verimli kılıyor. Şimdi mücadele zamanıdır; gelecek bizimdir.

Özetleyecek olursak, sanatçılarımızın ve aydınlarımızın yanlışı onların en başta gelen kusurlarından doğar; bunlar gerçek devrimciler değillerdir. Kara-ağaçları armut verecek şekilde aşılayabiliriz, fakat aynı zamanda armut ağaçları da yetiştirmeliyiz. Bu büyük kusuru taşımayacak olan yeni nesiller gelecektir. Kültür alanının ve kendini ifade etme olanaklarının genişlediği ölçüde, büyük sanatçıların ortaya çıkması olasılığı da büyük olacaktır.

Görevimiz şimdiki kuşağı, kendi çelişkileri yüzünden birbirinden kopup yozlaşmaktan ve yeni kuşaklan da yozlaştırmaktan korumaktır. Ne "özgürlük"ten yararlanan fakat resmi görüşleri körü körüne kabul eden hizmetkârlar ne de devlet hesabına yaşayan okul öğrencileri yetiştirmeliyiz. Şimdiden, halkın gerçek sesiyle yeni insanın türküsünü söyleyecek olan devrimciler yaratılıyor. Fakat bu zaman alacak bir süreçtir.

Toplumumuzda gençlik ve parti önemli bir rol oynamaktadır.

Gençlik özellikle önemlidir çünkü eski yanlışların hiçbirini taşımayan yeni insanın oluşturulacağı, işlenmesi kolay bir kildir. Gençlik bizim isteklerimize uygun olarak yetiştirilir. Eğitimi giderek daha tam yapılır, başlangıçtan beri gençliğin işgücüne katılmasını da unutmayız. Okul öğrencilerimiz, eğitimleri sırasında ya da tatillerinde bedeni çalışmalar yaparlar. Çalışma bazı hallerde bir ödül, diğer bazı hallerde ise bir eğitim aracıdır, fakat hiçbir zaman ceza değildir. Yeni bir kuşak doğmaktadır.

Parti öncü örgüttür. En iyi işçilerin partiye kabulü, diğer işçiler tarafından önerilir. Parti azınlıktadır, fakat kadrolarının niteliği nedeniyle büyük bir otoriteye sahiptir. Dileğimiz partimizin bir kitle partisi (Küba’da Batista diktatörlüğü yıkılmadan önce 80’ne yakın örgüt ve parti Küba’nın bağımsızlığı için mücadele yürütüyordu. Bu daha sonra Küba’nın en büyük partisi konumunda olan Küba Komünist Partisi altında “yani aynı bayrak çatısı altında” birleşerek Fidel Castro’nun öncülük ettiği Küba Komünist Partisinde kendini bulmuştur. Parantezler: YERALTINDANNOTLAR.)halini almasıdır, fakat bu ancak kitleler öncünün düzeyine eriştiğinde yani komünizm için eğitildiklerinde mümkün olacaktır.

Çalışmalarımız sürekli olarak bu eğitimi amaçlar. Parti canlı bir örnektir; kadroları sıkı çalışmanın ve fedakârlığın öğreticileri olmalıdır. Kadrolar, eylemleriyle, kitlelere sosyalizmin kuruluşunun güçlüklerine, sınıf düşmanlarına, geçmişin hastalıklarına ve emperyalizme karşı yıllar süren amansız bir mücadele gerektiren devrimci görevin tamamlanmasında öncülük etmelidirler.

Şimdi, tarihi yapan kitlelerin bireysel lideri olarak insanın, insan kişiliğinin oynadığı rolü açıklamak istiyorum.

Burada anlattığım bizim deneyimizdir; yoksa izlenmesini önerdiğimiz bir yol değildir.

Fidel ilk yıllarda devrime itici gücünü kazandırdı, devrimin liderliğini yaptı. Şimdi de devrimi güçlendirmeyi sürdürüyor; fakat aynı yolda seçkin önderler olacak şekilde gelişen iyi bir grup da var, yine liderlerini izleyen büyük bir kitle de var, çünkü liderlerine inanırlar, inanmalarının nedeni liderlerinin onların isteklerini dile getirebilmesidir.

Sorun bir kişinin kaç kilo et yiyebileceği, yılda kaç kez plaja gidebileceği ya da aldığı ücretle dışarıdan ne kadar süs eşyası getirtebileceği değildir. Gerçekte gerekli olan, bireyin kendini daha mükemmel hissetmesi, daha büyük bir iç zenginliğine sahip olması ve daha büyük bir sorumluluk taşımasıdır.

Sonuç olarak şunları söyleyebilirim:

Biz sosyalistler daha mükemmel olduğumuz için daha özgürüz, daha özgür olduğumuz için daha mükemmeliz.

Tam özgürlüğümüzün iskeleti şimdiden kurulmuştur. Eksik olan eti ve elbiseleridir. Onları da yaratacağız.

Özgürlüğümüz ve onun günü gününe sürdürülmesi kanla ve fedakârlıklarla ödenmiştir.

Fedakârlığımız bilinçlidir; yarattığımız özgürlüğün bedelidir.

Yol uzundur ve bir kısmı hiç bilinmemektedir. Gücümüzün sınırım biliyoruz. Biz, kendimiz, yirmi birinci yüzyılın insanını yaratacağız.

Günlük eylem içinde, yeni bir teknolojiye sahip yeni insanı yaratırken kendimizi çelikleştireceğiz.

Kişilik, halkın en yüksek erdemlerini ve isteklerini temsil ettiği ve yoldan ayrılmadığı sürece, kitlelerin harekete geçirilmesinde ve yönetilmesinde rol oynar. Yolu açan öncü grup, iyilerin en iyisi olan partidir.

İşlediğimiz temel hammadde gençliktir. Umudumuzu gençliğe bağlıyor ve onu elimizden bayrağı almaya hazırlıyoruz.

Eğer bu anlaşılmaz mektup, bir şeyleri açıklayabiliyorsa amacına erişmiş demektir. Sözlerime el sıkışma kadar alışılmış olan selamımızla son veriyorum: Ya özgür vatan, ya ölüm.