Komünizmle
sosyalizm arasında farklar vardır. Bu ayrımı bilenler bilir. Bu yüzden kendimi
hiçbir zaman ‘Komünist’ olarak nitelendirmedim ama hep
yakın durmuşumdur bir sosyalist olarak bu ideolojiye.
Emperyalizme
karşı durmanın bir çeşit ‘Yurtseverliği’ zorunlu
kıldığına inanmayanlardan biriyim bende. . Çünkü bir enternasyonalistin yolu
vatandan (habire sıkıştıkça) bu olgudan geçmez. Özellikle de (vatan) konusunda.
Nedeniyse bir enternasyonalistin yolu zaten vatanın içinde olmasındandır. Tıpkı
diğer dünya Enternasyonalistleri’nin olduğu gibi. Bu yüzden yeni bir ‘Enternasyonalizm’ ya
da ‘Yurtseverlik’ tanımı yapılmasının gereksiz
olduğunu düşünüyorum. Ki bunu en son Troçkistlerle birlikte diğer IV.
Enternasyolanistciler yaptı ve durumları da ortada. Buna ‘Ulusalcılık’ta dahil.
Laiklikte
böyle aslında, hani birkaçı diyorum ama gerçekten çok gibi görünen o çok -az-
birkaç yandaş gibi (örneğin liberal solcular) ‘Laiklik
yeniden tanımlansın’ diyenlere de katılmamakla birlikte
laikliliğin dünya ölçütünde Avrupa ülkeleri baz alındığında iktidar değişti
hadi ‘Laikliği’ yeniden tanımlayalım diyenleri
de anlamış değilim. Hani laikliği aldığımız yer orası! Yoksa Fransa’nın
laikliği farklı mı? Bizde mi bir yanlışlık var? Din ve siyaset aynı anda
yürütüle bilir mi?
Mesela
AKP çoğunluk oyuyla iktidar oldu! Her çoğunlukla iktidara gelenlerin ‘Demokrasi’ adı
altında bu işin bokunu nasıl çıkardıklarını da biliyoruz ya neyse..
Kaldı
ki birçok örneği de var dünya üzerinde, (söylemeyeyim) ülkelerinde
uyguladıkları politikalar sonucunda yaşanan kaosları da biliyoruz I. ve
II. ‘Emperyal’ dünya savaşlarında. Ya da
İran’da Humeyni örneğinde olduğu gibi, onu da biliyoruz… Neyse demiştim! Hadi
hepimiz dindar ve muhafazakar olma gayretinde olalım, olmadı da olduk diyelim.
AKP gitti, komünist bir parti iktidara geldi hep birlikte ritimsel bir şekilde
bağıralım, ‘Benim dedem de zamanında komünist parti üyesiydi’ diye
yaranmak için pankartlar açalım iktidara!. Hadi oradan derler adama! Tabii
karşında ki tırnak içinde (adamsa). Ama burası Türkiye! Bir gecede her şey
değişebilir, Genelkurmay başkanımız Marksist olabilir, en dincimiz buna dâhil
olabilir. Tehlikeli bir coğrafya yani burası.
Acayip
bir durum ve anlamamakla birlikte bunun temel olarak emperyal bir kurgu
olduğunu düşünüyorum. Öyle de aslında! Ne de olsa sınırları belirleme ve
biçimle ve de çizme yetisi ellerinde. Lenin boşuna söylemiş gibi duruyor
Ulusların Kaderini Tayin Hakkı’nı. UKTH’nin yeri yok artık burada.
Örneğin
düşünüyorum, ‘Komünist Manifesto’yu okuyalı çok olmuş, olmuş
olmasına ama Komünist Manifesto, Marx ve Engels tarafından kaleme alınmasının
üzerinden tamı tamına az değil tam 160 yıl da geçmiş. Ama nafile! İnsan
tebessüm etmiyor da değil. Yol’u da aslında orada gösteriyor Marx ve Engels’in
Komünist Manifesto’su. Soruna net ve yalın bir cevapta vermiş zaten, bütün
mesele ‘Ezen-ezilen çelişkisi’nden
kaynaklanmakta diye. Soruna böyle bakıldıkça da sorun denen -şey- ister istemez
ortadan kalkıyor aslında. Bütün meselede budur ve temel çelişki de ezen -
ezilen meselesidir. Bu söylediklerim siyasal düzlemde elbette.
Yoksa
sorun birçok anlamda var ne yazık ki. Mesela kriz hamdolsun onlar dışında bizi
bir türlü ‘Teğet’ geçmiyor. Sorun Fethullah’ı ezme
meselesi de olmamalı, ciddiye alınacak bir tipte değil zaten. Hele
çiftliklerinde ona bakan şu FBI ve CIA olmasa, önemsiz bir adamcık. Asıl önemli
olan güç emperyalist Amerikan politikalarıdır. Yoksa New York’un arka
sokaklarında yaşayan yoksul halk kitleleri sınıf kardeşlerimizdir. Tıpkı
Filistinliler gibi!
Ya da
İsrail siyonizmine karşı duran Yahudi gettosunun militarizme ve savaşa karşı
duran ‘Vicdani retçi’ unsurlar gibi.
Bu bir sınıf meselesidir. Fakat sınıf bilincinden yoksun bir şekilde sık sık
çok fetva (görüş bildirme) derdinde olan bay Fethulah kliği ve yandaşları,
habire ağlıyor! Bu duygunun bana verdiği tek şey ise bu işarettir $!
Sanırım
duygusal bir durumdan kaynaklanıyor. En azından Fethullah kliği için. Bir
travma dönemi ne yazık ki buna İzzettin Doğan gibi kendine Aleviyim diyen bir
adamcıkta katıldı onunla birlikte.
Yazık
cidden dinle de alakası yok aslında adamcağızın. Tek marifeti ağladıkça para
kazanması. Sanırım prim yapanda o zaten. Diğer küçük marifetiyse ‘Yurtseverliği’ ve ‘Sol’u
biçimlendirmesi ve de tartışmaya açması sanırım. Bizde işi gücü bıraktık onu
tartışıyoruz. Belki okur bu yazıyı Fethullahcılara da yardımcı olur ve bu
sayede de daralan ufkumuzu açarlar.
Örneğin
tırnak içinde bu konuda (yurtseverlere), Amerika’dan planlanıp son iki yıldır
uygulanmaya konan ve Ergenekon olayı diye gün yüzüne ve yandaş medya’mızla
birlikte öğreniyoruz ki, Avrupa Birliği (AB) yetkililerine bunun için brifing
verilmiş, böyle böyle yapacağız hani haberiniz olsun tarzında. Bunu dillendiren
kendileri biz onların yalancısıyız söyleyeyim baştan. Sonra da malum ‘The
Ergenekon!’ Habire yeni versiyonlar, aksiyonu düşük
ama macerası bol ve heyecanlı. Bakalım AKP neresinde kalacak bu operasyonun.
Birde
malum Haham Tuncay Güney var. Kendisi takip ettiğim kadarıyla (-böyle sosyal
bir facia görülmemiştir ki- her zamanki
gibi çıktı açık alınla Tv’lere hem de TRT’ye) 36 yaşındaymış PKK kuruldu
kurulalı bilgi verirmiş ‘Cemaat’le birlikte MİT’çi Eymür
sayesinde, ona da verirmiş. Türkçe işte verirmiş diyorum o anlamda değil, ama
verirdim diyen kendisi video kayıtlarında. Sanırsınız ki PKK’yi o kurmuş,
mübarek merkez komite üyesi. Oysa PKK resmi olarak kurulduğunda bay Haham 6
yaşında!
İşin
kötü tarafı kendini sözde sol veya sosyalist olarak tanımlayan kimi çevrelerin
de ne kadar sol (ya da turuncu sol) olduklarını ortaya çıkaran bir ayraç, bir
turnusol kağıdı görevi işlevini görmüş olması da var bay Haham kliğinin. İşin
aslı kalplerimizde ki yerleri aslında bellidir.
Kullandıkları
ayraç öyle bir ayraçtır ki; Türkiye’nin, en saygın ve tanınmış (Ahmet ve Mehmet
Altanları da aydın kategorisine indirgediğimize göre) aydınları yine örneğin
İlhan Selçuk gibileri kendi hukuklarına göre gözaltına alanların Kurtuluş
Savaşı tarihinin bütün karşı devrimci geleneğinin mirasçısı olan AKP ve
Fethullahçı tertipçilerin yanında saf tutan bir ‘Sol’ ile
bütün Türkiye tarihinin; Jöntürk geleneğinin, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet
Devrimi’nin, 1960 hamlesi ve ’68 Hareketi’nin ilerici (örneğin Deniz Gezmişleri
ulusalcı kisvesi altında Ergenekoncu ilan edenleri de hatırlarsak) devrimci
birikimi karşı karşıya geldi. Şunu da belirtme gereksini mi duyuyorum Kemalist
değilim olmadım da göz var nizam var derler benimkisi o misal yoksa yesinler
derim birbirilerini bende tıpkı liberaller gibi. Başka deyişle, emperyalizm
güdümlü sol ile ‘Yurtsever’ devrimci sol arasındaki bugünkü
saflaşma bütün güncel temel siyaset yapanlarla, Türkiye’nin sorunları ve
gündemine göre siyaset yapanlar arasında olduğu aşikar, mesele de budur.
.Tabi
ki burada mesele AKP ve Tayyip Erdoğan zihniyetini kaldıran bünyenin ‘Bünye’ olma
meselesidir.
Peki,
bu bünyede ne var’dır?
Din
eksenli politika, biat etmeye hazır emperyal yönetimin boyunduruğuna hazır
toplumların oluşturulma ihtiyacı, anti-bağımsızlık, emperyalizme tam tahammül,
AB, Kıbrıs ve Ermeni Meselesi, Kürt Sorunu, İkiz Yasalar ve de Üniter Devlet.
Özetle her yol mubah bu zihniyette, iş ki işi görülsün. Gerisi teferruat ve
emperyalizm görevliliği yani uygulayıcılığı! Din ise, işin tuzu biberi!
Oysa
dünya çapındaki son 20 yıllık neoliberal dalganın Türkiye uzantısı olan, ‘Liberal sol’ diye
tanımlayabileceğimiz, bazılarının kendilerini daha çok ‘Demokratik
sosyalist’, ‘Yeni sol’ (neosol) olarak
tanımlamayı arzu ettiği, Amerika merkezli, ‘Küreselleşme’ damgalı
bu kesimlerin, Ergenekon davasıyla (ya da olayıyla) geldiği noktanın bir
traji-komik konuma sürüldüklerini görmek açısından önemlidir. Artık onlara göre
anti-emperyalist aydınlar neofaşisttir!
Örneğin
bunu Ufuk Uras’ta görüyoruz, ne diyor: ‘Hayırlı bir gelişme’ hadi
bakalım hayırlı olsun!
Ergenekon’la ‘Faşizm soldan
ayıklanıyor’muş. Ne ilginçtir yıllardır konun takipçileri
2003’lerden beri, planlayıcıyı biliyor: CIA!..
AKP
iktidarıysa bunun bastırılma görevlisi.
Burada
bir kez daha soralım?
Kendini
sözde sol ya da sosyalist olarak tanımlayanların yüz seksen derece birbirine
karşıt konumlara düştüğü; sözle pratik arasındaki ilişkinin böylesine koptuğu,
kavramları anlamsızlaştırdığı böylesi bir dönemde öncelikle yapılması gereken
şey, kuşkusuz temel kavramları gerçeklikle, yaşanan sürecin dinamikleriyle
uyumlu bir biçimde yeniden tanımlamaktır. Ki değilse halk sola, devrimcilere
nasıl güvenecek?
Son
30 yıldır sol’la halkın arasında yaşanan sorunun esası bu değil mi?
Evet,
sol nedir? Yine son 40 yıldır binlerce örneğini yaşadığımız gibi, öyle isteyen
istediği gibi kendine solcu diyebilir mi, ya da giydiği solcu şapkasını
istediği zaman çıkarıp istediği zaman giyebilir mi? Ya da istediği zaman
anlamını ve içeriğini istediği zaman değiştirebilir mi?
Buradaki
nesnellik ve bilimselliği nerede bulacağız? Örneğin Özal ve Tayyiplerin çok
kullandığı ‘Değişim’, ‘Yenileşme’ gibi kavramlar;
toplumların refahının artması, insanların eşitlik ve özgürlüğüne gerçek anlamda
ilerleme ve bütün bunların sağlanmasında tayin edici olan bilim ve teknolojide
gelişmeyi sağlama anlamında nesnel bir ilerlemeyi mi temsil eder? Yoksa
gerçekte, insanlığın aleyhine bir avuç emperyalist ve işbirlikçinin,
hortumcunun, vurguncunun karına kar kattığı mafya ve tarikat sisteminin yağma
operasyonlarını gizleyen modernleşme süsü verilmiş yalanları mı gösterir?
Biz
biliyoruz ki gerçek sol bütün bunlara şiddetle karşı durur ve mücadele eder!
Sol emperyalizm ve batı hayranlığı değildir ve doğası gereği de buna karşı
evrensel bir karşı duruşu sergiler. Bunu yaparken de ‘Irkçılığa’ karşı
durur. Böyle bir sihri vardır sol’un! Bu legal yollarla olur ya da illegal
yollarla! Ama bu böyledir! Sol halkçıdır ve halk iktidarını ön koşmaktadır ve
işçi sınıfının öncülüğünde egemenlere karşı kendi proleter diktatöryosanı ilan
etmekle - kurmakla yükümlüdür. Lenin buna ‘Proletarya diktatörlüğü’ der.
Çok
iyi bilindiği gibi, bu kavramdan önce bunun içeriğini 1789 Büyük Fransız
devrimindeki cumhuriyetçilerle kralcılar arasındaki saflaşma belirlemiştir.
Feodalizmin tasfiyesini savunan cumhuriyetçiler ve onların en devrimci kanadı
olan Jakobenler, parlamentonun sol tarafında oturduğu için solcu (soldaki) diye
tanımlandı. Kralcı, çürüyen çöken feodal sistemin taraftarları ise, parlamento
kürsüsünün sağında oturdukları için, sağcı olarak adlandırıldılar. Yine
bilindiği gibi, 1789’dan 1896’ya kadar süren ve çağdaş toplumların yaşadığı
bütün toplumsal mücadelelerin nüvesini taşıyan bu yoğun sınıf mücadeleleri ve
altüst oluş döneminde çok genel ifadeyle solda yer alan devrimcilerin programı,
üç maddelik bir sloganla veciz olarak ifade edildi: ‘Özgürlük,
eşitlik, kardeşlik!’
Ve… Kapitalizm emperyalizm çağına girmeden önce, 1850’lerde başlayıp 1870’lerde hâkim karakteri haline gelen tekelleşme döneminde burjuvazi devrimci nitelliğini terk edip, gelişmekte olan proletarya karşısında gericileşmiştir. Bu yüzden ‘Ezilen Dünya’da solculuğun ama gerçek anlamda solcuğun yeri çok önemlidir. Burada yatan asıl olguysa solculuksa ‘Kolektivizm’, ‘Komün’ ilkesidir bu ve temel niteliliktir. Paylaşım esastır! Birlikte hareket etmek eş güdülmüştür.
Ve… Kapitalizm emperyalizm çağına girmeden önce, 1850’lerde başlayıp 1870’lerde hâkim karakteri haline gelen tekelleşme döneminde burjuvazi devrimci nitelliğini terk edip, gelişmekte olan proletarya karşısında gericileşmiştir. Bu yüzden ‘Ezilen Dünya’da solculuğun ama gerçek anlamda solcuğun yeri çok önemlidir. Burada yatan asıl olguysa solculuksa ‘Kolektivizm’, ‘Komün’ ilkesidir bu ve temel niteliliktir. Paylaşım esastır! Birlikte hareket etmek eş güdülmüştür.
Temel
ölçütse emperyalizme karşı duruştur. Bu açıdan Türkiye’nin devrimci dinamikleri
arasında belki de en önemlisi olan cumhuriyetçilik olgusu devrimcilerin ‘Demokratik
Devrim’ (ulusalcılar bunu Milli Demokratik Devrim diye
adlandırırlar) süreci bağımsızlık ilkesi temelinde ‘Sosyalizme’ yakın olmanın
gerekçesidir. Ki Abdullah Öcalan’ın üç aşamalı devrimlerinden biri de ‘Demokratik
Devrim’dir.
Bu
yüzden Taraf, Zaman, Yeni Şafak gibi Amerikan basının yalanlarını tekrarlayan
gazeteler CIA ve Pentagon’un bildik söylevlerini söyleyen gazetelerin olması
bugün Türkiye Devrimci Hareketi’nin işini zorlaştırıyor gibi görünebilir,
kimlere hizmet ettikleri bilindikçe bu tür gazetelerin işlevi kendi içinde
cereyan edenler yansıdıkça bu yol daha netleşmiştir ve ayrılarla ayrılar -
aynılarla aynılar yerini cephesel olarak daha da çok saflarını
netleştirmişlerdir. Yolları da daha belirgin olmuştur.
Bir
kez daha ilanen duyurmaktan sıkılmayacağım. Dünyanın, insanlığın ve bu
toprakların dertlerini dert edinenler bilir. Bin yıldır bu böyledir. Ta ‘Kerbela’da
dini siyasete alet edenlere karşı, mazlumların yanında duruşuyla halen
güncelliğini koruyan İmam Hüseyin'den, Dehak’a karşı
duran ateşi harlayan Demirci Kawa'dan, köleliğe karşı
ilk ateşi yakan Spartaküs’ten, Osmanlı’nın dikta rejimine karşı Baba İshak'tan,
bir halk önderi olan Pir Sultan Abdal'dan, haksızlığa
karşı isyanın odağı Bedrettin'den, haksızlığa karşı
aydınlanmacı Köroğlu'ndan, emperyalizme karşıt simgenin
yer bulduğu gerçek isim Che Guevara'dan, bağımsızlık ve
devrim mücadelesinin yılmaz isimleri Deniz'den, Mahir'den, İbrahim'den
beridir bu böyledir.
Bu
yüzden tekrarlamaktan vazgeçmeyeceğim şeyi bir kez daha tekrarlayacağım; ‘Devrimler,
toplumların yeniden örgütlenmesini sağlayan büyük tecrübe birikimidir. O
birikim olmadan hiçbir şey olmayacaktır! Rejim denkleminde eğer bir devrim
iddiası yoksa başbakan halkı provoke etmekten vazgeçmelidir!’
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder