27 Mayıs 2013 Pazartesi

Şeytanın ironisi - 2

Amerika’nın ilmi siyasetçilerinden biri olan Bekir Bozdağ, Hizbullah Genel Sekreteri Nasrallah’ın birkaç gün önce (2013-26 Mayıs günü), "Biz şu an Lübnan’ı, Filistin’i ve Suriye’yi savunuyoruz (…) Hizbullah Amerika’nın İsrail’in, mezar soyguncularının göğüs parçalayanların yer aldığı cephede olamaz. Biz bu savaşın ehliyiz ve zaferi de kazanacağız. Sabır ve fedakarlıkla bu süreci aşacağız, bu savaş bizimdir" deyince Lübnan Hizbullah’ını şeytan ilan etti.

Ne garip değil mi (?) ben yazıya başlık düşüneyim derken daha önce şurada meğerse bu başlık altı altında daha önceden yazmışım, o yüzden bu yazıma da “Şeytanın ironisi - 2” adını vermek istedim. Bence cuk diye de oturdu.

Malum AKP her sıkıştığında ağzına ya Allah’ı ya şeytanı doluyor. Yine malum biri olmazsa bir diğeriyle de oluyor bu işler. Söz konusu AKP gibi bir muhafazakar “Demokrat” partiyse kafasına göre hareket edebiliyor, karşısındakini köşeye sıkıştırdığını sanıyor olabilirler.

Oysa biz devrimci Marksistler açısından durum nettir efendim:

1) Emperyalistler tarafından Erdoğan’a Ortadoğu’nun zabıtası görevi verilmiştir.

2) Özgürlük, siyasetin insanların etnik ve dinsel kimlikleri üzerinden şekillendiği bir ortamda mümkün değildir.

3) Siyasetin etnik ve dinsel kimlikler üzerinden şekillenmesi aynı zamanda toplumların etnik ve dinsel kimlikler üzerinden idari birimlere bölündüğü bir dünya düzeninden özgürlük çıkmaz.

Özetle bugün Kemal Okuyan’ın soL gazetesinde ki köşesinde kaleme aldığı Alevi ya da Şii devleti de gericiliktir başlıklı köşe yazısında şöyle demişti; “… Söz gelimi Suriye ya da Türkiye, mezhepsel ayrımlar hesaba katılarak idari birimlere bölünürse, sonuç Sünni bölgelerin tamamen dinselleştirilmesinden ibaret olmaz, Alevi bölgeleri de hızla gericileşir. Sünnilikle rekabete ve dinsel meşruiyet peşinde koşan Alevilik kendi sonunu hazırlar örneğin…

Bu nedenle… Suriye’de mezhep temelinde iki ayrı devlet kurulsun, arada Kürtler de üçüncü bir devlet olarak kendi bağımsızlığını ilan etsin demek, bugünkünden daha kanlı çatışmalara davet çıkarmak ve topyekun gericileşmeye onay vermek anlamına gelir” diyor.

Haklıdır, zira bu mezhepsel politikayı güden AKP ve onun şefi Erdoğan etnik ya da dini olarak ayrıştırmanın ne denli tehlikeli olduğunu anlamaları gerekiyor diyeceğim ama seçeresi oldukça kabarık olan bu şurekanın bunu anlaması biraz zor gibi.

Şimdi Lübnan Hizbullah’ına gelelim, burada Lübnan diye belirtmemin amacı kendini Türkiye’de Hizbullah (bunlar sonradan öğrendiğimize göre AKP’nin talebiyle siyasete girdiler ve Hüda-Par adıyla parti kurdular) olarak gören ve adlandıranlar seri halde domuz bağı cinayetler işlediği yıllarda Lübnan Hizbullah’ı bunları tanımadığını ve kendilerini temsil etmediğini sert dille eleştirmişlerdi.

Konuya gelelim, bugün Bekir Bozdağ vb. gibilerinin Lübnan Hizbullah’ına karşı çıkması ve suçu şüphesiz Nasrallah’ın da açık ve net bir biçimde deklere ettiği gibi: “Suriye direnişin sırtıdır, kenarda durmak isteyenler buyursun kenarda dursun" sözüdür. Yani günahı işgale karşı olmaktır.

Lübnan Hizbullah’ı lideri Nasrallah’ın Suriye’ye destek veren konuşması, Suriye’deki silahlı çeteleri ve onlara arka çıkanları zor duruma düşürmüş gibi. Bekir Bozdağ, masum insanların öldürülmesini desteklediği için Hizbullah’ın ismini “Hizbuşeytan” diye değiştirmesi gerektiğini önerdiği sırada, silahlı çeteler Beyrut’ta Şii mahallesinde sivilleri vurmuştu bile.

Öyle görünüyor ki Bekir Bozdağ kimlerle birlikte savaştığını unutmuş gibi. Oysa Türkiye, Suriye’ye karşı yürütülen savaşta Amerika başta olmak üzere İngiltere, Fransa, Suudi Arabistan, Katar ve İsrail’i kapsayan bir ittifakın parçası.

Bekir Bozdağ gibi Mısır’daki Müslüman Kardeşler de boş durur mu (?) onlarda yaptıkları açıklamada “Suriye’ye yönelik her türlü müdahaleye karşı olduklarını” savunarak, “İran’ın veya Hizbullah aracılığıyla Suriye’ye müdahalesini kabul etmiyoruz (…) Hizbullah, İsrail karşısındaki duruşuyla kazandığı itibarı, Suriye halkına yönelik saldırılarıyla kaybetti” buyurmuşlar. Aynı buyruğu Suriye’li bile olmayan çeşitli Arap uyruklulardan (zoraki bir şekilde oluşturulan) Özgür Suriye Ordusu (ÖSO)’da Nasrallah’ı “İkiyüzlülükle” suçlamış.

Nasrallah’ın bölge halkları arasındaki itibarı, başta İsrail olmak üzere emperyalist güçlere karşı direniş cephesinde yer almasından ileri geliyor. AKP ve Müslüman Kardeşler’in yumuşak karnı olan “ABD ve İsrail’le işbirliği” konusunda Nasrallah’ın yaptığı çıkış, iki örgütü de siyasetten sıkıştırmış gibi.

Mezhepçi AKP iktidarının ve onun şefi Erdoğan’ın bu bölgede (Suriye özelinde) mezhepsel bir politika yürüttüğünü biliyoruz. En son ABD ziyaretinde de Obama’nın Erdoğan efendiyi uyardığı söylentiler arasında. Uyarıdan çok eleştiri aldığı açık. Topu Ruslara attığı da.

Bas bas bağırıp Avrupalı emperyalist ülkeleri ve NATO’yu göreve çağırmasını da anımsatmak isterim, ne diyordu: “Suriye’ye neden askeri müdahale yapılmıyor”,  “ABD kara hareketi gerçekleştirirse, bizde destek sunarız” çemkirmelerini unutmadınız değil mi (?) hakikaten ne Müslümanmış yahuu. 

Obama’nın söz konusu Erdoğan olunca açıktan söylenmese de güvenmediği görülüyor. “Müslüman kardeşini” satan bir adama neden güvensinler ki, en fazla kullanırlar. Zaten “Üst protokolle karşılandı” veryansınları arasında protokol müdürünün Erdoğan’ı karşılamasından sonra Huffington Post: “Amerikan kanalları Başbakan Erdoğan’dan nefret ediyor” diye haber geçiyordu.

Şeytanın ironisi olsa gerek dedik ya, özellikle emperyalist Amerika başta olmak üzere Batılı ve Avrupalı ağababalarından çok şeyler öğrenmeleri gerekiyor.

Emperyalistlerle yatağa girilmeyeceğini öğrenecekler ama şeytan izin vermiyor.

Fakat öğrenecekler.
Hizbullah’ın prestiji nereden geliyor?
1982 yılında İsrail’in Lübnan’ı işgaline karşı mücadelede ortaya çıktı ve resmi olarak 1985’te kurulan Hizbullah, başından bu yana İsrail ve Amerikan müdahalelerine karşın direnişin yanında tavır alması ve askeri mücadelede önemli başarılar elde etmesi sayesinde bölge hakları nezdinde büyük prestij sahibi.

Örgüt, Şii kimliğine yaslanıyor ve İslamcı bir söyleme sahip. Ancak 2006 yılında İsrail’in Lübnan’ı işgali karşısında “Bu dini değil, ulusal bir savaştır” demesi ve devrimci direniş örgütleriyle de dostane bir ilişki tutturması, örgütün ve Nasrallah’ın karizmasını pekiştirdi.

Hizbullah’ın en büyük dayanağı İran ve Suriye hükümetlerinin yardımı, bu dış destek sayesinde örgüt, maddi olarak güçlenmesinin yanı sıra, gelişmiş silahlarla askeri gücünü de artırdı.

Örgütün en önemli dezavantajı ise mezhepçi bir kökenden gelmesi. Lübnan siyaseti, emperyalizmin teşvikiyle tamamen mezhepsel bir yapılanmayla oluşturuldu. Öyle ki ülkede seçimler bile mezheplere göre düzenleniyor. Hizbullah siyasi olarak diğer direniş unsurlarıyla diyaloğa önem verse de, tüm ülkeyi kucaklayacak bir çizgi tutturamıyor. Lübnan’da etnik veya mezhepsel bir kitleye yaslanmadan siyaset yürüten tek güç, Lübnan Komünist Partisi.

Hiç yorum yok: