17 Ekim 2008 Cuma

Bu kez de“Taraf” için; “Öz, öz, özgürlük!”

Küçük çocuklar reklam filmlerini izlemekten hoşlanırlar, çünkü reklâm filmlerinde görüntü bir hızla akarak tüm dikkati üzerine çeker. Küçük bir çocuk reklâmın içeriğiyle değil süratıyla tavlanır. Bütün bunlar şuan için gazetelere servis edilen ve bize sunulan onca çürük çarıkla dolu ki, bir bilgi kirliliğidir tüm hızıyla kamuoyunun üzerine bocalanıyor ve söylenenler artık önemini yitiriyor. Ama yine de içimizde tav olanlar azımsanmayacak kadar fazla!

Öyle ki, onlarla birlikte, elini sallasan uzmana, analiste, stratejistte değiyor. Nasıl ve nereden alındığı belli olmayan “terör uzmanı”, “Ortadoğu analisti”, “askeri stratejist” ve benzeri afili titrleriyle bir sürü tutarsız-ifadesiz suratlı, soğuk, ruhsuz, karanlık, komprador adamlar özellikle de medya organlarında arz-ı endam ediyor ve sırtlarını dayadıkları emperyalist güç odaklarının, uluslar arası tekellerin, gizli servislerin kendilerine yazdıklarını büyük bir başarıymış gibi ballandıra-ballandıra milyonlara servis ediyorlar.

Günlerdir bütün basın yayın organlarını ve zihinlerimizi dolduran operasyon ayrıntıları, manipülasyonları, dedikoduları bir yana bizim ne dediğimizin önemiyse şuan için hiçbir önemi yok.

Milyonlarca insanın canına mal olan savaşları, yıkımları, emperyalist işgalleri, kardeş halklar arasında kışkırtılan düşmanlık ve çatışmaların, tutturdukları “satranç tahtası” retoriği çerçevesinde, sanki bütün olup biten gerçekten bir satranç karşılaşmasıymış gibi, gerçekten piyonlardan, kalelerden, vezirlerden söz eder gibi bir “soğukkanlıkla” yorumluyorlar.

Ne de olsa (emperyalist) dünya savaşlarında, Britanya’ya karşı “anti-emperyalizm” yapıyoruz diye, Japon faşizmiyle uzlaşan “sol” önderler görülmüştür. Cilveli tarihin ettiğine bakınız ki, günümüzde de sol görünen, anti-faşist görünen ama anti-emperyalistliğe bulaşmayan bir aydın topluluğumuz oluşmuş durumda. Bunlar belirli bazı köşeleri tutup, yine bazı belirli gazetelerden atıyorlar. Safları da, tarafları da aslında belli. Belli olan diğer şeyse taraftarlarının kimler olduğudur. Bu köşe tutucularının hangisini saysak ki, örneğin.

Murat Belge, Helsinki yurttaşı, liberalizmin faziletlerini anlatıyor. Diğeri Yasemin Çongar, günümüzün en mühim yanaştırmacı gazetecilerinden, (eskiden TİP’in yayın organında yazıyormuş) kendisine ayrılan sayfanın hemen kıyısında, iliştirilmiş “sevimli” vesikalığıyla karşılıyor okurunu. Eski -eşi- ABD’li bir diplomat, ayrı ve özel bir “dokunmazlığı” var gazete içerisinde.

Assolist kıvamında biri daha var. Elbette diğer mühim kişi Ahmet Altan, babası kadar olmasa da kendince yazıp çiziyor. Babası kadar başarılı değil yazım dilinde. “Eski(miş) solcu” konformizme düşkün, Murat Belge’nin aksine, liberalizmle kendi sentezini yapar. O derece mühim biri yani.

Öyle bir gazetecilik yapıyorlar ki, dördüncü kuvvet dediğimiz medyanın, beşinci boyutunu oluşturmuş durumdalar. Bunları topunu düzeltmek imkansız gibi... Polat Alemdar tarzı “delikanlılık”, “kahramanlık”, “cesaret” ve “petka” (bu ne her neyse) söylemiyle özdeşleştirilmekte, “sıkıysa siz de yazın” tarzı böbürlenmeleriyle sıklıkla zikredilmekteler.

Ama bugünlerde başları dertte, darbe girişimleri ve Ergenekon haber dizileriyle ve de en son askeri bilgileri açıklamalarıyla genelkurmayın hedef tahtasına oturttular. (Zaruri bir açıklama: Taraf okurları özellikle Ağustos ayından itibaren, internette mail ve forumlar aracılığıyla bir kampanya başlattılar. “Taraf askeri savcılık tarafından basılacak. Gazetenin bilgisayarlarına aynı Nokta dergisi gibi el konulacak!” Pes doğrusu. Ki, buradan da anladığımız kadarıyla "önceden" basılacaklarının servisi bile ellerine bi'şekilde geçiyor hissini verdikleri için kendilerine bir kez daha teşekkür ederiz) kampanyasının startını vermiş durumdalar. (Ciddiye alırsınız, almazsınız ama habire Taraf tarafından dumura uğratılıyoruz.) Kendilerini kutluyorum.

Nokta dergisi baskın yerken bizim sol-devrimci “güçlerimiz” gafil avlandılar. Ellerine alıp birer Nokta dergisi Taksim meydanında bir o yana, bir bu yana dolaşıp durdular. Birçoğu Nokta dergisini (hiçbir devrimci kurum, bu dergiyle protokol alışverişi olmamasına rağmen) sol bir yayın, bilemediniz en yabanından demokrat bir dergi bildiğinden olsa gerek bundan sakınca görmediler. Daha sonra işin foyası çıktı, bu dergi pek muhterem hoca efendi Fethullah Gülen’e aitmiş. Hoca efendi bu destekten öyle duygulanmış ki, ağlamış, bir garip haller içerisine girmiş. Bu sefer bu iş Taraf gazetesi için yapılır mı, bilemiyorum? Büyük olasılılıkla yapılır.

Ne de olsa bir genç sivil grubumuz var, (tırnak için de belirli bir kaç şey dışında "rahatsız" oludukları tek konum kendi konumlarına olan saldırılar) büyük ihtimalle de bu mailli çekende onlar. Gerçi en son sayamadık “kaç kişilerdi” ama onlar varsa bu iş olur. Kendilerine olan güvenimiz tamdır.

Militarist güçlerimizin seceresi kabarık bu bağlamada, yaparlar mı yaparlar. Olasılıklar arasında olabilir, kim bilir? Öyle ki Başbuğ "paşa"nın açıklamasını izleyince, bütün mimikleriyle bunun emrini veriyor hissi verdi bana o yüz hatlarında ki “milli duygu.” Ben işimi sağlama alayım da, ne olur olmaz diye şimdiden desteğimi vereyim dedim Tarafçılara…

Ne de olsa "aydın duruş" bunu gerektiriyor.

Taraf’ susturulamaz!
Taraf’a öz ve öz özgürlük!

Not: Sınır Tanımayan Gazeteciler raporuna göre, Erdoğan hükümeti döneminde Kürt medyası hiç olmadığı kadar sansür ve cezalarla karşılaştı.

Örnek: Yedinci Gün, Yaşamda Gündem, Güncel, Azadiya Welat, Gündem, Gerçek Demokrasi, Haftaya Bakış, Toplumsal Demokrasi ve Öteki Bakış art arda kapatma cezalarıyla karşılaşıyorlar. Birçok sosyalist dergi ve yayın organı da ayrı bir tutumla ya soruşturmalara uğruyor ya da dergi büroları tutanaklara boğularak dergilerin "İmtiyaz sahipleri ve müdürleri" gözaltına alınıyor. Bu dergi ve gazetelere sayısız dava açılırken, dağıtımcıları ve muhabirleri de gözaltı ve tutuklanmalara maruz kalıyor. Halen Türkiye cezaevlerinde en az 24 gazeteci bulunuyor. Bu haliyle Türkiye gazeteciler açısından İran’ı da geride bırakan bölgenin en büyük cezaevi konumunda. Mart 2007’den bu yana ise 10 gazete toplam 26 kez kapatıldı.

Bunun en son örneği Yürüyüş dergisinin satışını yapan Engin Ceber ve arkadaşları polisçe işkenceye uğradı, arkadaşlarıyla birlikte cezaevine konulan Engin Ceber, Metris cezaevinde gardiyanlarca yapılan işkence sonucu öldürüldü. Bunların ciddiyetine varacak kadar (rahatsız) olabiliyormuyuz tüm mesele budur.

3 yorum:

Adsız dedi ki...

sizce TARAF GAZETESİ kimin usakliğini yapiyor sahte bilgi belgelerle kamoyou mesgul etmekten baska bir sey yapmiyor..gazate ilk çiktiğinda kaca tane satiyor adi uzerinde taraf :d biraz mantikli dusunmek lazim.en son örnegini yasdik degil mi aktutun muhabbetini ..ne demişler yalancinin mumu yatsiya kadar yanar

Adsız dedi ki...

geleyim ENGİN CEBER meselesine
tarihte ilk defa adalet bakani bir magdur aileden özür diliyor ama neden birileri hala öküzün altinda buzaga ariyor aklim almiyor zaten sorumlularida hem gözaltindalar hemde görevden alinmiştir. bakan sahinin birilerin akli hala 70,80 yillarda kalmiş . biz istediğimiz kadar son ve konforlu bir ceza evini yapsakda istediğiniz kadar da yasa çikarin kanun çikarin birilerin zişhniyeti değişmedikce bir fayda vermez umarim anlamişsinizdir

Adsız dedi ki...

Taraf’ın kimin uşaklığını yaptığı, köşelerinden yer verdiği reklâmlardan belli değil mi? Sanırım siz benden daha konuya vakıfsınız şu Taraf olma meselesinde.

Diğer bir konu Türkiye’de ki işkence sorunu. Bugün öğrenmiş olduk ki TV’lerden Engin Ceber’e işkence yapan gardiyanın Nuriş kardeşlere silah temin eden gardiyan olduğunun açığa çıkmış olması. O zaman da yatırmışlar cezaevinde, görevden almışlar ama sonra tekrar göreve iade edilmiş… Böyle bir devlet.

Cezaevlerinde mahkûmlara neler yapıldığı belli üzerine konuşup durmaya gerek yok. Poliste belli. Türkiye’de emniyet teşkilatı siyasi görüşünü belli ederse sorunlar – kutuplaşmalar devam edecek. Ya da sokakta yandaşlarının eskortluğunu yapmaya devam edikçe bunlar yaşanası şeyler olacak. Olay unutulup dava aşıma uğrayınca göreve tekrar atanmıyor mu işkenceci?

Öldürülenin ailesinden 1 kere değil, 1000 kere özür dileseniz ne yazar. Caydırıcı yasalar olmadıkça daha çok tartışır dururuz. 15–20 yıl yatırabiliyor musun sen içeride devlet olarak işkenceciyi.